ABUZİTTİN

‘’ Dayı be, ben sevmiyorum matbaa mürekkebi kokusunu.’’

‘’ Böyle olmaz ki. Madem Hatay’a gittin. Yalnızca gezip görme, yeme içme  değil, bir de o ilin özelliklerini okuman gerekir. Coğrafyası, tarihi, turizm değerleri. Bak, baban senin için ne güzel ansiklopedi almış. Fasikül fasikül. Onları ciltletmiş. Cumhuriyet Ansiklopedisi…Gel seninle açıp okuyalım Hatay’ı.’’

‘’ Dedim ya dayı! Ben kağıdı, kitabı sevmiyorum işte. Zorla değil ya.’’

………………………

’ Yav hanım bıktım usandım bu pastalardan, keklerden…’’

‘’ Aaa, öyle deme Orhan! Oğlumuz kimseden geri kalmamalı.’’

‘’Doğum günüymüş hocahanımın, nişanlanma günüymüş hocahanımın, evlenme günüymüş hocahanımın, ilk çocuğunun doğum günüymüş hocahanımın, ilk kocasından boşanma günüymüş hocahanımın, ikinci eşinin doğum günüymüş hocahanımın, ikinci eşinden olan kızının doğum günüymüş hocahanımın, oğlunun okula başlama yıldönümüymüş hocahanımın…Vesaire, vesaire, vesaire…’’

Orhan eniştem bağırıp çağırıyor, Gülhan ablam da onu sakinleştirmeğe uğraşıyordu.

‘’ Ben mahvoldum yahu, anlamıyor musun? Aylığım hiç de az değil; fakat ancak bir hafta dayanıyor.’’

……………………….

İzmir Buca’da ablamın evindeyim. Bor’dan gelmişim. Üniversite’yi burada okuyacağım. Fakat daha öğrenciliğimin ilk günlerinde yoğun bir tartışmanın içinde buldum kendimi.

Yeğenim Abuzittin ( Eniştemin dedesinin adıymış, babası ısrarla torununa bu adı vermiş. Arkadaşları arasında adıyla alay edilen tek çocuk olduğundan, ikinci adı olan Öner öne çıkarılmağa çalışılıyor ) özel ,pek pahalı  bir ilkokulda dördüncü sınıf öğrencisi.

Ben daha 18 yaşındayım ve ayırdına varıyorum ki, yeğenim hiç de iyi bir eğitim alamıyor. 4. Sınıftaki öğrenci çok rahat okur bir metni. Abuzittin okuyamıyor. Zaten okumayı da sevmiyor. 4 işlemi de öğrenememiş. Matematik, geometri boş…Coğrafya, tarih? Hiç ilgisi yok. Resim: Otomobile meraklı, dergilerden araba resimleri çiziyor, o kadar.

‘’ Bak dayı, astsubay Kemal amcanın Opel’i vardı; sattı Ford aldı. Babamla aynı dairede Burhan Bey var; Datsun’u vardı; sattı Chevrolet aldı. Karşı apartmanda Hacer teyze var. Kocası ölmüş trafik kazasında; Simca’sı vardı; sattı Skoda aldı. Üst katta Ali Amca var; Volvo’sunu sattı; Citroen aldı . Ahmet amca var yan komşumuz, Toyota’sı vardı; sattı, Renault aldı. Alt komşumuz Niyazi amcanın Fiat’ı vardı; sattı Volkswagen böcek aldı…’’
Saydı, saydı, saydı…Hayretler içindeyim.

‘’ Abuzittinciğim, Önerciğim, sevgili yeğenim, yahu bütün bu alım satımlar seni niye bu denli uğraştırıyor. Yazık değil mi beynine ! Senin işin gücün yok mu? Otur, dersine çalış.’’

Suratını asıyor. Umuyor ki, otomobil markaları hakkında bir söyleşiye kapı aralayayım. Yarenlik koyulaşsın. Markalar konusundaki derin bilgisini bana göstersin. Olmuyor. Düş kırıklığı ile ayrılıyor yanımdan.

İşlek bir cadde üzerinde bir dairedeyiz. Sel gibi renk renk ithal otomobiller akıyor. Akıl sır ermez. Bu denli çok araba nerden gelir; nereye gider. İzmir Körfezi, Ege Denizi petrol olsa; yetmez.

Abuzittin herkesi tanıyor. Yalnız kendilerinin yaşadığı apartman değil, komşu, caddenin karşısındaki evlerin insanlarını da biliyor; kim hangi marka arabayı almış, niye satmış, tek tek belleğine yerleştirmiş.

Ablam bu arada mutfaktan çıkamıyor. İyi bir aşçı. Hünerli. Pek lezzetli börekler, pastalar, kekler, poğaçalar, simitler hazırlıyor. Biz tek bir tanesinin tadına bakamıyoruz. Oysa eniştem nasıl da sever unlu besinleri, baklavayı.

‘’ Evde yapılanların dışında, pastanelere para kazandırıyoruz. Abone olduk,’’ diyor. ‘’Aylığım oralara gidiyor. El elde, baş başta.’’

Abuzittin’in öğretmeni Melahat Hanım da gün gün etleniyor. Taşıyor, köpüyor. Oturduğu koltuk kırılıyor. Her gün öğrencilerinden pastalar, kekler geliyor. Müdür de itiraz edemez olmuş. Demek oluyor ki, o da iştahlı.

‘’ Yahu hanım, evet, yoksul değiliz ama zengin de sayılmayız. Abuzittin’in arkadaşlarının babaları çok zengin. Armatör olan var, büyük ithalat, ihracat firmalarının sahipleri, holding patronları. Biz onlarla yarışamayız ki. ‘’

‘’ Benim oğlum kimsenin yanında aşağılık duygusuna kapılmamalı.’’

‘’ Valla bu gidişle ben iflas edeceğim ve oğlanı alıp Milli Eğitim Bakanlığı’nın okuluna vereceğim.’’

Ablam bağırıyor alı al, moru mor.

‘’ Asla, aslaa ! Ben Öner’in annesinin, babasının itibarını çiğnetmem, asla !’’

Akrabadan bir genç, Hatay’dan bir kızla nişanlandı. Bizimkiler, eniştem dışında herkes, cümbür cemaat bindiler bir midibüse, taa Antakya’ya gittiler. İzmir dışında ilk yurt gezisiydi bu Abuzittin için.

Dönüşü sevinçle bekledim. Özlemiştim ablamı, yeğenimi. Anlatmayı bilir. Coşkuyla. Fakat, okumaya gelince…10 gün okulundan uzak kaldı. O boşluğu nasıl dolduracak? Sanki önemli de…

Öğretmen Melahat Hanım’ın da pek umurundaydı Öner’in derslerinde geri kalması…

Yıllar geçti.

Abuzittin Öner ilkokulunu bitirdi. Aydın bir insan eniştem. Çocuğunun iyi bir eğitim için özveriden kaçınmaz. Fakat talih işte. Melahat Hanım’a düştü oğlu. O da ne iyi eğitim verebildi, ne de okuma sevgisi kazandırabildi.

Ben Buca’da fakülteyi bitirdim. İzmir’in tam doğusunda, ülkenin en ucunda, atandığım Van’da görev yaptım. Mektuplaşarak Abuzittin’in durumunu izliyordum. Ablamın yazdığı mektuplardan anlıyordum ki, hiç de mutluluk verici değil yeğenimin eğitim yaşamı. İte kaka ortaokulu da bitirmiş. Sonra liseye yazılmış. Bu arada birkaç sevda öyküsü de var o yıllarda. Liseyi bitirip bitirmediği hiçbir zaman aydınlığa kavuşmadı.

Kısa dönem askerliğimi Bornova Er Eğitim Tugayı , Tuğsavul Kışlası’nda yaparken ablamgilin evini bildirdim; ‘’evci kağıdı’’ çıkarttım. Haftada bir gün gidiyordum oraya. Yeğenim tam bir berduş olmuştu; nerde Şam, orda akşam. Duyduğuma göre hiç de iyi tanınmayan arkadaşlar edinmiş. Nerdeyse bir ‘’çete üyesi’’ olmuş. Ablam için varsa yoksa yine Abuzittin. Eniştem ise bıkıp usanmıştı; artık oğlundan hiçbir beklentisi yoktu. Her şeyi oluruna bırakmıştı; kalendercesine…

Abuzittin Öner askerliğini de er olarak yaptı. Ablam biricik oğlunu taa Amasya’larda ziyarete gittiler. Pastalar, börekler götürerek. Tanıdık bir assubayın evinde konuk kalmış, görümcesiyle. Neden bu zahmeti vermeli? Herkesin binbir sıkıntısı var?

Askerlik aradan kalkınca iş dünyasının kapıları açılıyor. Otomobil al, sat. Pahalı al; ucuza sat. Dostlar alışverişte görsün. TIR al, taşımacılık yap. Mafya sana ekmek yedirir mi? Etin ne budun ne? Kazansa da sürücülerin banka hesaplarında hareketlilik var…Sen ye, iç, yaşa…

Eniştemin ailesi Niğdeli. Bol patates üretiyorlar. Yalnız üretim de değil, toptancılık , depolama da var. Ortadoğuya dışsatım da var. Abuzittin de giriyor işe. Bir kaza; hurdahaş olmuş TIR. Sonuç, iflas…

İş dünyasının riskleri…

‘’ Ücreti azdır ama, bir memurluk falan bulsa babası…’’

Ablam havalara sıçrıyor.

‘’ Olamaz, olamaz. Benim oğlum iş adamı. Kaza olabilir. Tekrar ayağa kalkar. Sonra benim oğlum , Öner’im saat 8-17 mesaisi yapacak uyuşuk memur olabilir mi? İstese babası onu hemen bir işe yerleştirir de. Aman, bizden uzak olsun onun getireceği aylık ney .’’

…………………..

Yıllar geçti, gitti.

Millet gözaçık.

Nüfus aşırı artıyor.

Kızlar erken olgunlaşıyor. Tv, sinema etkili. Yaşı 15 oldu mu, kızların gözü çevrede. Avcılıkları iyi, burunları iyi koku alıyor. Yalnız gözleriyle değil; kulaklarıyla da görüyorlar. Elbet, onların da hakkı geleceklerini güvenceye almak…

Evlilik…Trakya’dan bir Bulgaristan göçmeni ailenin lepiska saçlı dünyalar güzeli kızı Aysel ile…Ardarda iki sağlıklı, güzel oğlan dört yıl içinde…

O da ne? Bir konsomatrisle adı duyuluyor. İyi para kazandığı yıllar. Abuzittin modaya uyuyor. Bir pavyondan ‘’dost’’ tutuyor. Yepyeni mobilyalı bir daire kiralama … Pahalı armağanlar : Yüzükler, bilezikler, kolyeler…

Sıkıyönetim dönemi…Tanıdık bir kumandan araya giriyor da, konsomatris hanım için ‘’Kayseri’de zorunlu ikamet’’ buyruğu ile…Uzaklaştırma….Kurtuluş…

……………….

El elde baş başta…

Girişimler…Ölçüsüz, biçişiz girişimler…Projesiz…Öngörüsüz…

Ölü yatırımlar…Büyük zararlar…Nerede o eski TIRlar? Lüks otomobiller, özel sürücülü…Yurt genelinde iş gezilerinde (!) kalınan en lüks hoteller…Nerede kaldı o iş adamlarına özgü kostaklanmalar…

………………….

Abuzittin Öner hurdacı…

Abuzittin Öner öğrenci servisi sürücüsü…

Abuzittin Öner  tarım işletmecisi : Niğde-Bor arasında dağ eteğinde verimsiz çakıllı dede toprağında yüz bin ton ayçiçeği yetiştirme düşünü gerçekleştirme peşinde…

Abuzittin Öner turizmci… Dededen babaya geçmiş, yol kıyısındaki tarlasına bir yatırımcıyı götürüp otel yaptırtma telaşında…

Abuzittin Öner bu arada tanıdık olsun olmasın, herkesten borç istiyor: ‘’ Önünde sonunda ödeyeceğim . Sözüm söz. Bana Abuzittin Öner derler,’’ diyor.

Umulur ; öder…

……………………………

Bu arada , verdiği eğitimle kim bilir kaç çocuğun geleceğini etkileyen Melahat Hanım’ın yaşam düzeni nasıl gelişmiş. Onu da Gülhan ablamdan, Orhan eniştemden öğrendim. İkinci kocasından da boşanmış. Üçüncüyle evlenmiş; o da ölmüş. İyice yaşlanmış artık . Çeşme’de, Çandarlı’da yazlıkları varmış. Hatay semtinde en pahalı mobilyalarla dayalı döşeli lüks bir dairesi. Kira getiren iki dairesi daha. Fakat 3 kocadan toplam 5 çocuğunun hiçbiri başarılı bir eğitim yapamamış; başarılı meslek  çizgisine ulaşamamışlar. Ve Hocahanım hepsiyle küs; hepsiyle mahkemelikmiş…Rahat yaşıyor gibi görünse de…

…………………………..

12 Mayıs 2020