ADAM OLUR MUYUZ ?

Ankara’da Kızılay. 1950 sonları…

Belediye’de görevli ağaç budayıcı işçiler bir uzun kavağı testereyle yarısına kadar kesiyorlar. Mesai bitmiş olmalı ki, öylece bırakıp işlerini, gidiyorlar evlerine.

Ankara dediğin bozkır.

Yazın bile geceleri serinden öte üşütücü sert kuz yeller eser.

Yarısına değin kesilmiş uzun kavak yere yıkılıyor.

Kaldırımda yürüyen iki üniversiteli gencin üzerine düşen ağaç, onların ölümüne yol açıyor...İki cihan parçası gidiyor.

Biz adam olur muyuz ?

…………………………..

1969. Siirt MTA  Bölge Müdürlüğü. IBBITSON adlı bir ABD firmasıyla birlikte bakır, kurşun, çinko araştırmaları yapılıyor. Firmada Amerikalı, İtalyan, Yugoslav, İskoç jeologlar, madenciler , prospektörler, jeoloji haritası  uzmanı var.

Hafta sonu, Cumartesi günü Bölge Müdürlüğü binasında toplanılıyor.

Şirvan, Baykan, Sason, Pervari, Mutki dağlarında hafta içinde çalışanlar getirdikleri kaya örneklerini ortaya koyuyorlar. Haritalara işlenmiş mineral ocakları…Tartışıyorlar aralarında .Pipolarını tüttürerek … Herkes canla başla çalışıyor.

İTÜ, ODTÜ, Ankara Fen Fakültesi jeoloji bölümü çıkışlı bizim elemanlarımız ne yapıyor? Özlemişler, derin söyleşilerle, bol bol argo konuşarak,sataşmalarla , tavla oynuyorlar.

Kimin umurunda Şirvan’ın bakır cevheri?

Kimin umurunda elektronik dünyasının altını olarak önemi artan bakır cevheri örnekleri ?

Biz dam olur muyuz ?

……………………………

1914’te Büyük Paylaşım Savaşı başladığında Bağdat Vilayeti, Basra Vilayeti, Musul Vilayeti daha Osmanlı mülküydü. Dicle Havzasının büyük merkezlerinden biri olan Diyarbekıir’de Osmanlı zabitlerinin konaklayabileceği bir otel yoktu. Hanlar vardı ki , bit, pire kaynıyordu. Salgın, bulaşıcı sayrılıklar olağan sayılıyordu. Diyarbekir’de Doğu cephesinden gelmiş zabitan, Basra’ya, Bağdat’a gidebilmek için keleklere muhtaçtı. Taa Sultan Süleyman eliyle Osmanlı mülkü yapılmış Mezopotamya’da karayolu yoktu. Motorlu araçların çalışabileceği nitelikli, sert yüzeyli yol hiç yoktu. Varolan yolları da eşkıya basar, baç alırdı  Diyarbekir’in ilerigelen ailelerinden birinin konağında ağırlanır zabitan. Konağın sahibi bey dikkatli bir insandır. Alim değilse de arif. Zabitleri izler, gözler. Bekler bekler, bir gün rütbesi en büyük zabite açılma gereği duyar.

‘’ Lutfen, bana darılmayın miralayım. Fakat fikrimi söylemesem olmaz. Siz burada on gündür misafirimsiniz. Sizden önce de Kuzey Mezopotamya’nın vaziyetini tedkik için gelmiş bir Japon heyeti kaldı bu odalarda. Onları tek bir gün ,tek bir saat boş otururken görmedim. Sürekli yazıyorlar, çiziyorlar, aralarında tartışıyorlardı. Her gün çarşı pazar dolaşıp gelip mevkii en yüksek olan heyet reisine  malumat veriyorlardı. Benle de konuşup Kurmanç lisanını da öğrendiler. Size bakıyorum. Alakadar olduğunuz hiçbir şey yok. Okuyan, yazan da yok. Halk nasıl yaşar; umurunuzda değil. Ya tavla, ya kağıt. Sonra ye, iç , uykuya çekil…’’

Biz adam olur muyuz ?

…………………………..

Karayolları bakım, onarım işleri yapan işçiler asfalt tankının boşalmasıyla çalışmayı yarım bırakıp evlerine dağılmışlar. Böylece yolun ortasında 30-40 cm kalınlığında bir basamak ortaya çıkmış. Belirtici bir levha da yok. İsviçre’den dönen İşçi Rasim, lüks arabasıyla son sürat, sıla özlemiyle ilerlemektedir. Birden uçurumdan aşağı düşer gibi…Ne egzos borusu kalıyor ne ön tampon , ne  arka tampon, ne karter muhafazası…Güzelim lüks araba yamuluyor, haşat oluyor.

Rasim’e ertesi gün sanayi sitesinde rastlıyorum. Arabasını binbir zorlukla getirmiş, onarım için görüşüyor ustayla. Üzgün. ‘’ Gitti bizim tatil. Tadı, tuzu kalmadı,’’ diyor.

‘’ O kadar kolay mı yav ! İsviçre’de gerçi olmaz böyle yol onarımı da, farzet ki oldu, hemen fotoğrafını çek, arabanın hasarı 1000 İsviçre frankı  ise, öyle seni suçlamadan hemen 2000 Frank öderler. Çünkü kabahat onlarda. Ben bildiğim için,, zararı bildirmedim bile buradaki yetkililere.’’

Biz adam olur muyuz ?

……………………….

‘’ Gençler, derste olmanız gerekiyor, niye dışardasınız?’’

Gezenekte dolaşıp şakalaşıyorlar, söyleşiyorlar. Kimsenin şikayeti yok boşluktan dolayı.

Rıza yanıma gelip açıklıyor : ‘’ Eğitimde Ölçme Değerlendirme hocası derse girdi. Önce tek tek adımızı okuyup yoklama yaptı.  İmzaladık tutanağı. İnceledi. Derslikte 25 arkadaş vardı. İmza sayısı 26 olmuş. Bağırdı, çağırdı. Ağır sözler söyledi. Çıkıp gitti.’’

Vereceği bir şey yok öğrenciye.

Onlar ki öğretmen adayı gençler.

Bir kişi, arkadaşının yerine de imza atmış; onu kurtarmak düşüncesiyle.

Fakat öğretim elemanı nasıl olur da, dersten çıkar , gider.

Bu bir olay incelemesi olarak irdelenebilirdi. Hemen dersi bitirmek mi gerekirdi.

Biz adam olur muyuz ?

……………………………….

Oğlum Umut 10 yaşındaydı.

Bir bayram arefesinde Ürgüp’teyiz.

Çocuk bir anda ateşlendi. Belki yer değişikliği etkiledi; anlayamadık.

Arefe günü kamu sağlık hizmeti olur mu bizde; olmaz.

Haber geldi. Kolayı var. Genç bir hekim gelmiş, muayenehane (!) açmış. Ürgüplüymüş. Sılaya hekim  olarak dönünce niye para kazanmasın? Arefe günü elverişli bu iş için.

Uzmanlığı da yokmuş; pratisyen. Bir sakıncası yok.

Gittik.

Bir dükkan kiralamış. Çırılçıplak. Duvarda hekimlik diploması. Bir masa, bir sandalye. Gelen sayrının oturacağı  bir tabure bile yok.

Bir yerden tanıyorum bu genci. Nereden? Nevşehir Merkez Ortaokulu’nda mı öğrencimdi, yoksa Ürgüp Lisesi’nde mi? Çıkaramadım.

O da tanışıklık vermiyor. ‘’Hocam,’’ dese, belki de  hizmetinin karşılığında para ödemeyebileceğimizi düşünebilir.  Hekimlerle samimi olmağa gelmez.

Güya muayene etti oğlumu.

Bir kitaba baktı : Türk İlaç Kodeksi. Oradan, bakarak hap, şurup yazdı  reçeteye.

Cama iliştirilmiş bir yazı : Vizite ücreti 25 TL.

Ödedik. Oğlum iyileşsin de. Lafı mı olur  paranın ?

İyi, güzel de bu ülke böyle başıboş  mu? Çadır devleti miyiz ? Nerede hekim örgütleri ? Bir pratisyen hekimin deneyimi, bilgisi nedir ki çocuk muayene ediyor?

Önemli olan sayrının iyileşmesi değil ki? Hekimin para kazanması…

Oğlum bayram boyunca iyileşmedi. Ne hap, ne şurup etkili oldu.

Biz adam olur muyuz ?

……………………………