Dediler ki;

  “Kâinat yaratılmadı

  O hep vardı, hep var olacaktır

  İlk canlı suda, tesadüfen oluşmuştur

  Tesadüfen oluşan bu canlı önce kurbağaya, sonra tilkiye, sonra maymuna ve en sonra da insana dönüşmüştür.”

  Buna inandılar

  Allah yok, olamaz dediler

  Peygamberler Allah’ın elçisi olamaz, çünkü olmayan bir şeyin elçisi de olmaz dediler.

  Darvin’e inandılar

  Bir Yahudi’yi bir papazı baş tacı ettiler

  Toz kondurmadılar

  Onu eleştirmeyi bırakın, teorisine karşı çıkmayı bilime karşı çıkmak sayarak yasakladılar.

  İnananlar yobaz, gerici, mürteci, bilim düşmanı, örümcek kafalı olarak tanıtıldı, hor görüldü, sürüldü, işkence edildi, çoğu da idam sehpasına yollandı.

  Camiler, havralar, kiliseler kapatıldı…

  En çok da camiler

  İçine hayvan bağlamadan tutun da, zahire deposu, hapishane, otel, han vb. olarak bin bir şekilde kullanıldılar.

  Din büyükleri ile alay edildi, alayı bırakın küfredildi, mezarları tahrip edildi.

  Dünya, kapkaranlık günlere şahit oldu

  İnsanlar inançlarını gizlice öğrendiler, ibadetlerini gece, gizli yerlerde, kimsenin göremeyeceği alanlarda yapar oldular.

  Fakat

  İşte, o en karanlık günlerin birinde bir güneş doğdu

  Işığı tüm dünyayı doldurdu

  Yapılan araştırmalar şu gerçeği gözler önüne seriyordu;

  “İnsanın yapısında, ‘değişerek farklı canlılara dönüşmesini sağlayan bir mekanizma’ yok”  

  “İnsan bugün nasılsa, dün de aynıydı”

  “Değişmedi, küçük bir canlıdan değişerek oluşmadı”

  Bu gerçekler gün yüzüne çıktı

  O, çok güvendikleri bilim ‘Allah’ı bulmuştu’

  ‘Allah’ın yaratma sanatı keşfedilmişti’

  İnananlar derin bir nefes aldılar, ilk kez başlarını güvenle kaldırıp ileriye baktılar.

  İlk kez özgüvenle konuştular

  Camilere, havralara, kiliselere koştular, kapılarını açıp açıkça ve çekinmeden ibadetlerine başladılar…

  Artık Darvin, sosyalizm, materyalizm, maddecilik, ateizm, hümanizm, komünizm vb. ayaklar altında idi…

  Bunları insafsızca savunanlar kaçacak delik aradılar

  İlk kez başları öne eğildi

  İlk kez yenildiler

  Bugün, bunların sesleri kısık çıkmakta, ağır ağır konuşmakta, inandıklarını (aslında inanmak zorunda kaldıklarını) savunmanın zorluğu içinde kıvranmaktalar…

  Hak yerini bulmuş

  ‘Zafer inananların olmuştur!’