ANDIMIZ, ADANMIŞLIKLARIMIZ VE ADAKLARIMIZ
 
Dünyada ve ülkemizde iktidarların ve siyasetin çok kötü bir huyu var. İktidardaki partiler ve ideolojiler değişse de halkına tepeden ve buyurgan bakışı genellikle hep aynı maalesef. İktidarı bir şekilde ele geçirenler, ihtilal dönemlerinde, post modern darbe dönemlerinde, tek parti dönemlerinde, koalisyon dönemlerinde, azınlık hükümeti dönemlerinde velhasıl her zaman ve her dönemde “halkını hizaya sokmanın” mücadelesini veriyor genellikle.
Olağanüstü antidemokratik dönemlere bir tepki olarak başımıza getirdiğimiz partiler ve liderler bile kısa bir süre sonra tüm kerameti kendilerinde görmeye, tüm güç ve yetkileri tekellerinde toplamaya, halkına ayar vermeye kalkıştı… 
Türkiye’de halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının başlangıç kısmındaki “Kutsal Türk Devleti” ibaresi 1995 yılında kaldırıldı ama bilinçaltımıza işlemiş “kutsal devlet” anlayışından ne iktidarlar ne de halk olarak kendimizi bir türlü kurtaramadık. Merhum Erbakan Hoca’nın “kutsal devlet” yerine “garson devlet” projesini de 28 Şubat sürecinin tozu dumanı arasında kaybettik.
İktidarıyla, muhalefeti ve halkıyla hayatı bizlere çekilmez kılan bu devlet anlayışının temelini tarihsel olarak binlerce yıl öncesinde aramak da mümkün. Ama bizim o kadar da geriye gitmemize gerek yok.
Bu ülkede hepimiz ilkokula başladığımız günden itibaren varlığımızı devletin resmi ideolojisine armağan ettiğimize dair ant içerek yetiştirildik. Henüz kendi varlığının bile farkına varamamış, kendisini oluşturacak, geliştirecek bir bilinçlenme sürecinin daha ilk basamağındaki körpe beyinleri henüz “var olmadan” kutsal bir “varlığa” armağan ettik. Kutsal varlık dediğimiz “devlet” aygıtını eline geçiren ve kendisini devletle özdeşleştiren, bizim gibi etten kemikten mamul faniler de varlığını kendisine/devlete armağan etmiş milyonlarca “adanmış” kitleler üzerinde her türlü sosyal, siyasi, ekonomik, dini, etnik, mezhepsel, askeri ve benzeri projelerini dilediklerince uyguladılar ve halen de uygulamaya devam ediyorlar.
Başbakan’ın açıkladığı Demokratikleşme Paketi kapsamında ilköğretim okullarında “Andımız” okutulmasından vazgeçilmiş olmasını bu anlamada olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum. Ancak, yukarıda açıkladığım gibi bizlerin ve çocuklarımızın “varlıklarının” başkaca “varlıklara” armağan edilmemesi kaydıyla.
Çünkü ülkemiz ve tüm insanlık, zoraki ya da boş ideolojik propagandalarla beyni iğdiş edilmiş, bir yerlere ve bir şeylere “adanmış” nesillerle değil, araştıran, sorgulayan, düşünen, çalışan, üreten, aklını kullanan, varlığının bilincinde olan özgür nesillerle barış ve huzur içinde bir dünya kurabilir. Aksi halde adandığımız değerlerin değişmesi, bizi “adak” olmaktan kurtaramaz.    
Bu kısırdöngüden kurtulmak için gerek kendimizin, gerekse çocuklarımızın varlığını, hayatını, bilincini peşin peşin bize gösterilen varlıklara ve hedeflere otomatik olarak armağan etmekten artık vazgeçmeliyiz.  Önce kendimizin ve çocuklarımızın varlığını, bilincini oluşturacak, geliştirecek adımları atmalı, engelleri ortadan kaldırmak için de mücadele etmeliyiz. Kendi özgün ve özgür varlığının ve bilincinin farkına varan insan, varoluş sürecinde edindiği bilgi, tecrübe ve donanım sayesinde ne zaman kime, neye, niçin ve ne kadar hizmet edeceğine, emek vereceğine ya da vermeyeceğine özgürce karar verir. Böylece gerçekten var olur, gerçekten özgür olur, gerçekten birey ve insan olur.
11.10.2013
Mehmet BİÇER