Canı sıkkındı

  Gitti erkenden yattı, uzun da sürmedi, hemen uykuya daldı. Ama bu normal bir uyku değildi. Uyuyor mu, uyanık mı belli değildi.

   Kafasının içinde Barış Pınarı Harekâtı’nda geçen şehirlerin ismi vardı. İsimler geliyor beynine yerleşiyor, orada fasit bir döngü yaratıyor, bir türlü gitmiyor, bu olumsuzluklar sanki bir karabasan gibi tüm benliğini kuşatıyordu.

   Acaba şehirler düşmüş müydü? Yiğit Mehmetçik şimdi ne yapıyordu? Zor durumda mı idi, kanlı katilleri yok etmiş miydi? Tüm bu kaygılar beynini zorluyor, zorlanan beyni zonkluyor, kötü düşüncelere yakalanıyor, kurtulmak istiyor, tam kurtulmak üzereyken tekrar başa dönüyor, aynı şeyleri yeniden yaşıyordu.

   Ne uyanık olduğu, ne de uyuduğunu biliyordu, yatağın içinde bir sağa bir sola dönerek bu kaygılardan kurtulmaya çalışıyor, bataklığa düşen birinin çırpındıkça batması gibi o da bu kaygılardan kurtulamıyor, adeta karanlık ve ucu bucağı olmayan dehlizlerde yol alıyor, bu da onun huzursuzluğunu daha da artırıyor, hiç olmayacak vehimlere düşmesini sağlıyordu.

   Bir türlü de uyanamıyordu

   Sanki bu korku ve vehimler hep devam edecek, bunlardan hiç kurtulamayacak gibi düşüncelere kapılıyor, dönüyor, inliyor, garip sesler çıkarıyor fakat bir türlü uyanamıyordu.

   Sanki uyansa her şey bitecekti, Mehmetçik galip gelecek, hiç birinin burnu kanamayacak, ayağına taş değmeyecekti, o da buna çok sevinecekti. Fakat olmuyor uyanamıyor, mütemadiyen o korkuları yaşıyor, korkular rüyasında bile olsa onu rahatsız ediyor, bunalıyor, sıkıntı basıyor, huzursuzluğu da artıkça artıyordu.

   Ne kadar yattı, neredeydi, buraya nereden gelmişti? Bunların hiç birini bilmiyordu, bir boşluğa düşmüş, sürekli düşüyor, nereye düştüğünü, bu düşüşün nerede biteceğini anlamıyor, hep düşüyor, düşüyordu…

   Tutunacak bir şey arıyor, bulamıyor, korkusu düşüşün hızını daha da artırıyor, müthiş bir hızla boşluğa doğru yuvarlanıyordu.

   Birden gözünü açtı, kalbi küt küt atıyordu. Derin bir nefes aldı fakat henüz kendinde değildi, şuursuzca sağa sola baktı, gözlerini kapadı, yeniden uykuya daldı.

   İşte gene başlıyordu, Resulayn düşmüştü, sıra Tel Abyad’daydı, o da düşecek miydi? İnşallah düşerdi, düşmesi gerekiyordu, bu katiller sürüsü yok edilmeliydi.

   Sabaha kadar bu düşünceler onu rahat bırakmadı, nihayet sabah olmuştu, bir karabasandan kurtulan birinin rahatlığı ile lavaboya gitti, ellini yüzünü yıkadı, mutfakta yemek hazırlayan hanımının ‘günaydın’ deyişini duydu.

   Oturma odasına geçti

   Televizyonu açtı

   Bir gece boyunca uğraştığı problemlerle ilgili son gelişmeleri dinledi…

   Sonra Yahya Kemal Beyatlı’nın o meşhur dizeleri gözlerinin önüne geldi;

   “Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın, galip et Yarabbi bu son ordusudur İslam’ın”