Serteser gezdim bütün cihanı

Nevşehir resmince şehir görmedim

Emsali var ise göster bir, hani

Nevşehir resmince şehir görmedim.

Yiğit olmayanda perde ar olmaz

Sözünde durmayan adam er olmaz

Avanos, Ürgüp, Arapsun üçü bir olmaz

Nevşehir gibi şehir görmedim.

Severim Nevşehir'i ezelden candan

Nere varsak destan isterler benden

Yahya der; Vatan sevgisi imandan

Nevşehir gibi şehir görmedim (*)

1962...

Göre'den gelecek babamı bekliyorum.

Cumartesi günü saat 13'e değin ders yapılırdı okullarda.

Babam, okuldan çıkıp eve gitmiş, yemeğini yemiştir.

Olağan durumda saat 14 gibi Nevşehir'e ulaşır. Ben de onu bulurum.

Bulup da ne yapacağım !

Göre-Nevşehir arası git-gel; günde 9 km eder; ayakkabım yıpranmış.

Yeni bir çift pabuç alacağız.Hazırından...

Bayramda, ele güne karşı ayıp olmasın !

Evet, ertesi gün bayram...

Kurşunlu Cami önünde giriş kapısı yakınındayım.

Nevşehir'i seyrediyorum.

Arefe günü canlılığı...Niğde caddesi işlek...Kalabalık...Motorlu araçlar, at arabaları...

Hemen aşağıda, köylerine gitmek için bir traktör, dolmuş, minibüs bekleyen insanlar var.

Belediye'nin beri yanında bir duvar, yüksek değil, insanların oturup beklemesine uygun...

Bir anda oraya dikkat ediyorum.

Arkadaşım Nami Aras'ın babası Hasan Ağa'nın bakkal dükkanının tam karşısı.

Bir çocuk, 12-13 yaşlarında olmalı; elinde kağıda sarılı bir paketi duvarın üzerine koydu.

Çevrede koşuşturan, birbirini itip kakan diger çocukları seyretmeğe başladı.

Belki sinemadan çıktı çocuklar, seyrettikleri filmdeki artistlere öykünüyorlar.

Çocuk, paketi kucağına aldı, belli ki tenbihli, seyrederken seyrederken, çocuklara bakıp güldüğünü gördüm.

Onlara imrenmiş olmalı ki, paketi duvarın üstüne koydu, çocukların arasına karıştı.

Oyuna daldı.

Bu arada, çocukların oyunu taa Belediye'nin merdivenlerine, 

                                               Göreli bakkal İsmail Sucu'nun ,

                                               kunduracı Ömer Ağa'nın dükkanının önüne değin uzadı, yayıldı.

Paket orada savunmasız kaldı. Yapayalnız... Çocuk gözden yitti gitti.

O da ne !

Gözlerime inanamadım.

Üstü başı dökülen, yoksul görünüşlü uzun boylu ,tırsık gövdeli bir adam, 

kamburunu gizlemek istercesine yavaşça yürüyüp paketi aldı, kucağına bastırdı.

 Uzaklaştı sinsi, tilkice adımlarla. Giderek hızlandı yürüyüşü. İvecen...Suçluların telaşı içinde...

                        Bezirhane sokağında kalabalığın arasına daldı; yitti gitti.

İzledim adamı o kalabalık içinde de olsa.

Hani, basireti bağlanır ya insanın.

Anladım o anda. Adam çaldı o paketi. 

Ve ben hiç bir şey yapmadım, yapamadım...

Biraz sonra çocuk geldi, baktı, gördü: paket yok.

Birden panikledi...Sağa sola koşturmağa başladı:

Gözyaşı dökerek ağladığını, bağıra bağıra...Duyuyorum yukardan.

'' Abiii, burda bi paket varıdı, gördün mü ?''

'' Emmiii, şurda duruyordu, babamın takım elbisesi varıdı içinde, gördün mü, kim aldı ?''

Bazıları çocukla ilgileniyor,

Kimileri gülüp geçiyor:

'' Get lan ! Ben senin paketinin bekçisi miyim  ? Nirden bileceam ?'

Feryat figan ağlıyor çocuk, döğünüyor zari zari...

Yukardan izliyorum, elimden bir şey gelmiyor. Özümü suçluyorum. Ama donup kalmışım.

Bir belediye zabıtasına haber verseydim, çalan kişiyi bulabilir miydik ?

'' Bu paket senin değil. Çocuğun dalgınlığından istifade ettin, aldın. Ver hemen onu!''

'' Belediye'ye gideceğiz, hakkında zabıt tutacağız,''

Sanırım, adam korkar ve hemen teslim ederdi paketi...

.....................

Aradan 56 yıl geçti.

Az önce olmuş gibi gözümde canlanıyor olay.

Paketin içinde bayramlık giysi vardı, baba, bayramı yepyeni takımını giyemeden geçirdi.

Oysa, nasıl da hazırlamıştı kendini.

Bayram namazına, utanarak, eski giysileriyle gitmiş olmalı. 

Evine gelenleri karşılamağa , bayramlaşmağa nasıl çıkmıştır?

Ya o paketin yeni sahibi (!)..

Çalan kişiye uydu mu, uymadı mı o çalıntı giysi, elbet bilemeyiz.

Belki de değeri-o zamana göre-100 TL olan giysiyi 50 TL'ye satıp bayram harçlığını (!)  çıkarmıştır.

Fakat en acısı da şudur, beni en çok rahatsız eden, gözlerimi yaşartan:

'' Lan, sen aptal mısın? Niye çaldırdın, salak mısın bire oğlum? '' 

                                  diye bağırarak üzerine yürüyen babayı düşünüyorum.

Öfkesi derin, can sıkıntısını, para yitimini düşündükçe çocuğunu tekme tokat döğen...

Ve feryat figan ağlarken, dayak yerken, özüne güvenini yitiren o çocuk...

Ertesi gün bayram...

Arkadaşları , yaşıtları sevinç içinde bayramlaşmağa gelende, yüzündeki yara izlerini, morlukları ,

ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini göstermemek için tenhalara kaçan o çocuk...

Ana, önlemeğe çalışmış olmalı oğluna atılan dayağı...

O da ağlamıştır;kanatları altına alıp korumağa çalışarak.

'' Arefe günü yapılır mı bu! Niye döğüyorsun oğlumu ?''

'' Sağlık olsun, öbür bayrama gendin alıp getirirsin urbanı.''

Ya bacıları var mıydı oğlanın ? Onlar ne yaptılar, ne düşündüler?

Bayrama girişte buruk bir akşam, acılarla dolu bir gece...

Adı Ömer miydi,  Cemal mi, Mehmet mi, Menderes mi, Muzaffer mi, Orhan mı ?

Nereliydi? Güvercinlik, Çardak, Kaymaklı, Bahçeli, Mazı, Til, Zile ?

....................

Aradan 56 yıl geçti.

Unutamadım bayram öncesi o  olayı, o çocuğu...

Hala, derin bir suçluluk...

Bu, anlatılmaz, anlatılamaz bir duygu...

                                                              .............Ürgüp. 28 Nisan 2018

( *) Aşık Yahya Sertbakan.