Tayinim, Anadolu’nun küçük şehirlerden birinin ücra bir köyüne çıkmıştı.

Eşimle birlikte köye gittik

O köyde henüz büyük şehirlere göç salgını başlamadığı için boş ev bulmak mümkün değildi.

Köyü gezerken bunları düşünüyor, ev bulmanın çok zor olacağını hissediyor, ev bulamadan elimizin boş döneceğinden korkuyordum.

Şans bizden yana olsa gerek ki, tam köyün merkezinde, iki katlı tuğladan yapılmış bir evin boş olduğu haberi geldi.

Hemen heyecan içinde o eve doğru yöneldik

Bir süre yürüdükten sonra bize rehberlik eden köylü eliyle iki katlı bir evi göstererek; ‘İşte burası Hocam!’ dedi

Şaşırmıştık

Çünkü ev köydeki hiçbir eve benzemiyordu, şehir sitili ile yapılmış, inşaatında kullanılan kırmızı tuğlalarda eve ayrı bir hava vermişti.

Ev sahibi yoktu

Ev sahibinin annesi vardı, kadıncağız bize yol gösterdi, içeri girdik, merdivenlerden tırmandık, kadın evin kapısını açarak bizi içeri buyur etti.

Ev, bir giriş holü, bir mutfak ve iki odadan oluşuyordu, tek olumsuzluğu köyün diğer evlerinde olduğu gibi tuvaletinin dışarıda olmasıydı.

Evi gezdikten sonra, kadına evi tutacağımızı, kaç lira kira istediklerini sorduk. Kadın kendisine söylenenleri bize tekrarladı, ‘bundan aşağı olmaz!’ diyerek de kararlı olduğunu belirtti.

Bir köy evi için istenilen ücretin çok fazla olmasına karşılık evi tuttuk, anahtarı aldık, geleceğimiz günü belirterek köyden ayrıldık.

Birkaç hafta sonra o eve taşındık

Evin altında bir odunluk vardı, oraya da kış için aldığımız odunları koyduk, odunların yanına da yeni almış olduğum, hiç kullanmadığımız, keskin ağızlı, kısa saplı nacağı koyduk…

Dersler başladı

Birkaç ay sonra da havalar soğumaya başladı, sobalar kuruldu, artık akşamları sobayı yakıyorduk.

Bir gün hanım bana;

‘Odun nacağı yok, nereye koydun? Odunları kıramıyorum’ dedi.

Şaşırmıştım, ‘ben nacağı hiç görmedim’ dedim

‘Allah Allah bu nacak nereye gitti?' diye söylendi.

‘Komşulara mı verdik?’ diye sorduk soruşturduk, hayır hiçbir komşuda yoktu.

Yalnız komşu kadınlardan biri; ‘Geçenlerde ev sahibinin annesi sizin odunluktan çıkıyordu.’ diye söyledi.

Durum aydınlanmıştı

Zaten onda başka da kapısı kilitli olmayan odunluğa girmezdi.

Tabii ki gidip kadına; ‘bizim nacağı sen mi aldın?’ diye sormamıza imkânı yoktu.

‘Beni hırsız mı tutuyorsunuz?’ diyerek problem çıkarır, belki de oğlunu etkileyerek bizi evden bile çıkarttırabilirdi.

Hanıma;

‘Tamam, sakın sesini çıkarma, ben yenisini alırım’ diyerek hiç kullanmadığımız o nacağın çalınmasını mecburen kabullenmek zorunda kaldık,

Yapılan bir hırsızlığa göz yummuştuk