Dicle Üniversitesi için bir yerleşke oluşturulurken toplam 6 köyün arazisi kamulaştırılmış.
Böylece ortaya geniş bir yerleşke çıkmış.
Az sulu bir çayın koyağı da kapatılmış bir sututarla  ve bir gölcük oluşmuş.
Kuru, kurak Diyarbakır ortamında bir sığınak bu gölün kıyıları.
1990' lı yılların ortalarında bir yapı yükselmeğe başladı bu gölcüğün kıyısında.
Nedir, ne işe yarayacak bu yapı? Bir açıklama da yapılmıyordu.
Yoğun emek verildi, çok para harcandı. Sonunda süslü, bezekli arabesk bir yapı ortaya çıktı.
Adı '' sosyal tesis''...Fakat bir giren bir daha cesaret edemiyor.
Kentte en pahalı yerde bir bardak çay 1 TL iken, orada 10 TL.
Peki kimler yaşatıyor böyle bir yapıyı ?
Kara paranın bolca harcandığı bir bölge burası.Kolay kazanılıyor, kolay harcanıyor. Gün gece lüks otomobiller yollarda vızır vızır. Ve o zamana değin alışılmadık biçimde makyajlı hatunlar o lüks otomobillerde dikkati çekiyordu.
Canlı müzik eşliğinde yemekler veriliyormuş. Diyarbakır,Mardin,Siirt, Batman sosyetesinin (!) anlı şanlı üyeleri karşılama, uğurlama, yaş günü, yeni yıl kutlamaları  düzenliyorlarmış.
Biz gidemiyorduk elbet böyle bir yere. Bir aylık paramızı birkaç saat içinde harcamak gibi bir salaklığa da imreniyor değildik. Fakat, üniversitenin kimi üst düzey (!) memurları bu tesisin müdavimi olmuş. Bu değirmenin suyu nerden geliyormuş, bilen yoktu.
Bir haftasonu dinlence günü evden çıktım. Yürüyerek gölcük kıyılarına ulaştım. Önümüzdeki haftada vereceğim dersleri düşünüyordum. Öğrencinin ilgisinin zayıflığı beni üzüyordu. Ne yapmalı da derslerimi çekici, gelbanalı yapabilirdim. Güneşli, güzel bir gün...
Baktım, bir araba geliyor. Yanımda durdu. İçinden üniformalı bir genç indi.
'' Hocam,'' dedi.'' Rektör bey sizi dürbünle izlemiş. Diyor ki, oradan derhal ayrılsın !''
'' Rektör  Bey beni tanıyor mu? Siz tanıyor musunuz, ben kimim?''
'' Hocam, biz emir kuluyuz. Rektöre karşı duramayız ki. O en büyük amir.''
'' O rektöre deyin ki, müteahhit lüks arabasına atacak metresini, getirip bu tesiste eğlenecek, binbir rezalet çıkaracak, 10 yıldır  öğretim üyesi olduğum halde ben kendi üniversitemde istediğim yerde özgürce gezemeyeceğim, öyle mi? Benim adımı söyleyin o rektöre, emrine uymadığımı da ekleyin.''
Görevli bindi aracına, çekilip gitti.
Rektörün işi gücü yok. Demek bir üniversite böyle yönetiliyor. Adam dürbünle yerleşkeyi izliyor. Güvenlik biriminin yapacağı işi üstlenmiş.  Üniversite ne durumda, nitelikli eğitim veriliyor mu; umurunda değil. Atanan dekanlar fakültelerini nasıl yönetiyorlar, önemi yok. Öğretim elemanları ders veriyorlar mı, aldırmıyor.
Dürbünle seyrediyor çevreyi. Buyruklar veriyor. Üniversiteyi yönettiğini sanıyor.
O rektör bir emekli albay, tıp kökenli bir subay idi. Prof Dr Mehmet Özaydın idi.
............................................ 20 Ocak 2017. Diyarbakır...............