BU KASIMPAŞALI ÖFKESİ DEĞİL
Gezi Parkı eylemleri bugün ikinci haftasını dolduruyor. Bu sürede ikisi sivil, birisi polis olmak üzere üç kişi hayatını kaybetmiş; çoğunluğu sivillerden oluşan, binlerce kişi de yaralanmıştır. Olayların maddi bilançosu on milyonlarca lira ile ifade ediliyor.
Başbakan Erdoğan’ın başından beri Gezi Parkı eylemlerine yönelik sert üslubu ve tavrında hiçbir değişiklik gözlenmiyor. Başbakanın Kuzey Afrika gezisi için yurtdışında bulunduğu sırada, gerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, gerekse Başbakanlığa vekâlet eden Bülent Arınç’ın mutedil açıklamaları ve girişimleri olumlu sonuçlar vermişti. Ancak Başbakan’ın yurtdışı gezisi dönüşünde İstanbul, Ankara ve diğer illerdeki konuşmaları, üslubu ve verdiği mesajlar önümüzdeki günlerde tansiyonu yeniden yükselteceğe benziyor.
Başbakanın Gezi Parkı eylemleri için başlarda kullandığı “çapulcular”, “tencere tava hep aynı hava”, “Onun 100 bin topladığı yerde, ben partim olarak 1 milyon insan toplarım” tarzı tepkiyi her zamanki klasik “Kasımpaşalı” tavrı olarak yorumlayanlar kısa sürede yanıldıklarını anlamış olmalılar. Bir önceki yazımda “eylemlerin kontrolden çıkmadığını, aksine iktidarın hâlâ inisiyatif ve oyun kurma gücünü elinde bulundurduğunu” ifade etmiştim. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye döndükten sonra kamuoyuna ve kendi parti tabanına verdiği mesajlar bu tespitimizi destekler niteliktedir.
Başbakan, Gezi Parkı eylemleriyle başlayan toplumsal ve siyasi gerilimin ürettiği enerjiyi kendi tabanını yeniden derleyip toparlamak, motive etmek ve tıpkı 2002 seçimlerindeki heyecanla meydanlara indirmek için altın bir fırsata dönüştürmek istemektedir. Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkardığı enerji, AKP tabanında da adeta bir enerji içeceği etkisi uyandıracağa benziyor.
Başbakan, Gezi Parkı eylemlerini doğuran temel sosyolojik, psikolojik ve ekonomik etkenleri, verilen mesajları bilinçli bir biçimde görmezden gelmektedir. Başbakan, üslup ve mesajlarıyla olayı klasik AKP-CHP kayıkçı kavgası içinde tutmaya; olayın üzerine çeşni olarak biraz da “dış güçler”, “yerli işbirlikçiler” ve “faiz lobisi” sosları dökerek seçmenlerine servis etmeye çalışmaktadır.
AKP’nin önümüzdeki hafta sonu İstanbul ve Ankara’da düzenleyeceği mitingler, Başbakanın üst perdeden meydan okuyucu tavrını zirveye taşıyacağa benziyor. Bir ülkenin başbakanının dış mihraklar, gizli güçler, fazi lobisi gibi argümanları kullanarak, kendi halkından yükselen demokrasi, özgürlük, hak ve adalet taleplerini bastırmaya çalışması; üstelik de bunu bir seçim yatırımına dönüştürme gayretine girmesi anlaşılır sağlıklı bir tutum değildir.
Kendi halkının bir kesimine karşı gerilim stratejisi uygulayarak, meydan okuyarak ülke idare edilmez. Başbakanın bu tavrını ani öfke patlaması ya da “Kasımpaşalı” tavrı ile izah etmek mümkün değildir. Bilinçli, planlı ve uzun zamana yayılmış; sosyal, siyasi ve ekonomik maliyeti son derece yüksek; barış ve kardeşlik adına son derece riskli bir gerilim stratejisi yürütülmektedir.
Başbakanın “faiz lobisi”ne meydan okuyucu tavrı kendi tabanında etkili olsa da, erbabı bu konuda Başbakan’ın hiç de samimi olmadığını çok iyi bilir. Daha iktidarının ikinci yılında
(2004) “Faiz dünyanın gerçeğidir, bu gerçeği reddedemeyiz” diyen Başbakan ve başında bulunduğu AKP hükümeti 2003-2013 yılları arasında faiz lobisine tam 567,2 milyar TL ödemiştir. Niçin? Uyguladığı kapitalist Pazar ekonomisi sebebiyle. IMF’ye borcu sıfırlamakla övünen AKP hükümeti, her sene millettin alın teri olan ortalama 50 milyar TL’yi faiz lobisine altın tepsi içinde sunmaktadır.
Bu yazdıklarımızı kuru bir iftira olarak nitelendirenler çıkabilir. Lütfen Başbakanın 9 Haziran 2013 Pazar günü Ankara Altınpark’taki konuşmasını tekrar dinlesinler. Ne diyor orada Başbakan: “Bu yıl en çok parayı faiz lobisi kazandı.” Peki nerden ve nasıl kazandı? AKP’nin kurduğu ekonomik düzen sayesinde, bir ahtapot gibi milleti esir alan ve borç sarmalı içine sokan “faiz lobisi” milletin kanını faiz yoluyla emerek kazandı. Şimdiye kadar bu sömürü düzenine çanak tutan, destek olan Başbakan, adeta “ey faiz lobisi, benim tekerime çomak sokmaya kalkmayın, ben de sizin tekerinize çomak sokarım” demeye getiriyor. Bu meydan okuma aynı zamanda bir büyük suçun ve vebalin itirafıdır. Ama anlayanlar için. Şakşakçılar ise düşünmek ve sorgulamak yerine körü körüne itaat etmeyi tercih ediyorlar; nasıl olsa liderleri onların yerine düşünüyor…
Gerilen ülke gündemine yaraşır, politik mesajlar içeren bir fıkra ile yazımı sonlandıracağım. Umarım hepimiz kıssadan hisse payımıza düşeni alırız. Ülkemiz, bölgemiz ve tüm dünya için güzel bir hafta olmasını Yüce Allah’tan diliyorum. 10.06.2013
Mehmet BİÇER
BU KÖR TAŞI DEĞİL
Zamanın padişahı, yanına İncili Çavuş’u da alarak, tebdili kıyafet sokağa çıkmış. Gezerken âmâ (iki gözü görmeyen) bir dilenciye rastlamışlar.
Padişah, İncili Çavuş’a “şu âmâya biraz takıl da eğlenelim” demiş. İncili Çavuş da adamın karşısına gidip, kendisi de âmâ imiş gibi dilenciye çarpmış. Dilenci:
-Be adam, ben körüm ya, sen de mi körsün? Deyince, İncili Çavuş:
-Evet, ben de körüm. Demiş. Âmâ da:
-Öyleyse arkadaşız. Haydi beraber gidelim. Demiş.
İncili Çavuş, âmâ dilenci ile beraber yürümeye başlamış. Biraz yürüdükten sonra:
-Arkadaşım, hayır sahibi biri bugün bana para verdi. Fakat bu paranın kaç lira olduğunu anlayamadım; şuna bir bak, diyerek âmâ dilenciye bir altın uzatmış. Dilenci bunu elinde yoklayıp altın olduğunu anlayınca hiç ses çıkarmadan, İncili Çavuş’un yanından sıvışmış. Orada bir duvarın dibine saklanmış. İncili Çavuş bir iki dakika bekledikten sonra:
-Yahu arkadaşım neredesin? Canım ne oldu, nereye gittin? Diye seslenmiş fakat âmâ dilenciden hiç ses çıkmamış.
Zaten bu fırsatı bekleyen İncili Çavuş, yerden bir taş alarak:
-Yarabbi, paramı alıp kaçan körün başına bu taşı getir, diye bağırarak taşı atmış. Tabii ki taş tam isabet dilencinin başına gelmiş. İlk anda bunun bir tesadüf olduğunu düşünen dilenci, saklandığı yerden biraz öteye gitmiş. İncili yerden bir taş daha alarak:
-Yarabbi, bu taşı paramı alıp emanete ihanet eden körün omzuna isabet ettir. Diyerek taşı atmış ve bu defa da omzundan vurmuş. Âmâ biraz daha öteye gidip sinmiş. İncili tekrar bir taş alıp:
-Yarabbi sen sırları ve gizlileri bilirsin. Bu taşı altınımı alanın sağ ayağına rast getir,
Diyerek atmış ve taş adamın sağ ayağına düşerek canını yakmışsa da yine ses çıkarmamış. İncili tekrara bir taş alarak:
-Yarabbi bu taşı o hırsızın göğsüne rast getir,
Diyerek atmış ve taş söylediği gibi âmânın göğsüne çarpmış. Olaydaki sıra dışı durumdan iyice şüphelenen âmâ bakmış ki olay gittikçe büyüyecek; bağırmış:
-Gel arkadaş; gel de paranı al! Çünkü attığın taşlar kör taşına benzemiyor.
Tüm bu olan biteni biraz öteden keyifle seyreden padişah, âmâ dilencinin yanına gelerek hatırını sormuş, helallik istemiş ve bir kese altın vererek gönlünü almış.