Edebiyatı Sevmek
 
Edebiyat nedir?
İlköğretimde “edebiyat” sözü kullanılmadan, edebiyat konuları işlenir.
Türkçe okuma, yazma…
Fakat, biz edebiyatı hep yanlış kullanırız.
Birisi sözü uzattı mı “Edebiyat yapma! Lügat parçalama” diye uyarılır.Bu, argodur.
Oysa, edebiyat güzel sanatların bir koludur. Söz olarak da “edep”ten gelir.
 
Liselerimizde edebiyat eğitimi ne durumdadır?
En son söylenmesi gerekeni, en başta diyeyim ki “iflas etmiştir”.
Neden?
İşlenen konular “edebi” midir?
Yetkililer gerçekten “edebiyat eğitimcisi” midir?
Eğitimin en önemli ögelerinden kitaplar gerçekten “edebi” midir?
 
1961-64 arasında öğrencisi olduğumuz Nevşehir Lisesi’nde Edebiyat derslerinde
Nihad Sami Banarlı’nın ders kitaplarını izledik. Eğitim Enstitüsü çıkışlı öğretmenler kurallara bağlı olmaksızın, değişik kitaplardan yararlanarak ders işlerdi. Fakat, Edebiyat Fakültesi çıkışlı öğretmenler Divan Edebiyatı üzerinde  daha fazla dururlar; şiirleri failatün, mefulün gibi inceletmekle, öğrenciye zulmederlerdi. Sanki bizi birer Divan Edebiyatı Mütehassısı yapacaklar… Böyle bir yöntemle edebiyat sevdirilebilir mi? Divan edebiyatı benimsetilebilir mi? Baki, Nedim, Nabi, Nefi… Divan edebiyatının ulu şairleri, acaba 3 yıl içinde gerçekten öğrenilebilir mi?
 
Türk edebiyatı alanında , akademik unvanı olmasa da Edebiyat tarihçisi, kitap yazarı Banarlı’nın bir üstad olduğu  ileri sürülmüştür. Yıllar ve yıllar boyu tüm liselerde üstadın kitapları okutulmuştur. Bu, ona, rahmetli olduktan sonra da ailesine  büyük bir maddi refah getirmiş olmalı. Fakat, acaba, öğrenci açısından durum nedir? “Ben, edebiyatı Nihad Sami Banarlı’nın kitaplarını okuyarak sevdim,” diyen tek bir kişiyle karşılaşmadım bugüne değin.  Gerçekten de, niteliksiz kağıda basılmış, hiçbir fotografın, çizginin yer almadığı bu kitaplar , konuyu sevdirmek değil, insanı edebiyattan , ancak “soğutur.”
 
1985’den başlayarak 7 yıl süreyle iki oğlum da Diyarbakır Anadolu Lisesi’nde okurken aynı yazarın edebiyat kitaplarını izlediler. Okuldan gelince, bazı ödevlerini birlikte yapardık. Edebiyat sevgisi verilemiyordu. Bu dersi, gençler “angarya” olarak görüyorlardı. Çocuklarım ne Divan edebiyatını, ne Tekke edebiyatını, ne Halk edebiyatını ne de çağdaş Türk edebiyatını gerçek anlamda öğrenebildiler. Kitaplığımızda her konuda eser olmasına karşın… Kitaplarını tarıyordum. Kitabın boşluklarına yazdıklarına, karalamalarına  bakıyordum. O sayfalar tam bir aynadır; dersin nasıl işlendiğini gösterir. Can sıkıntısı… Oysa Dedem Korkut, Yunus Emre, Karacoğlan, Şeyh Galip, Gevheri, Seyrani, Dertli  öğretilmeliydi.
 
Çocuklarımın bu derste zorlandığını gördükçe, çözüm önerileri geliştiriyordum. Ne yapmalı?
Düşündüm; 1965-66 yıllarında TRT Ankara Radyosu’nda Refik Ahmed Sevengil son derece nitelikli edebiyat programları yapıyordu. Kendine özgü sesiyle sunuyordu bunları. Eski Şiirimizin Ustaları’nda Divan şairlerini; Yüzyıllar boyunca halk şairleri’nde , Çağımız Halk Şairleri’nde büyük ustaların yaşamını dile getiriyor, eserlerinden örnekler veriyordu.
Ben bu programların tiryakisi olmuştum. Sonra öğrendim ki, bu programlar 3 ayrı kitap olarak yayımlanmış. Atlas Yayınevi büyük bir eğitim-kültür hizmetiyle bunları bize armağan etti.
Eğitim Bakanlığımıza bir dilekçeyle TRT’deki bu konuşma bantlarının çağdaş yöntemlerle işlenmesini, örneğin CD olarak ya da Video CD olarak çoğaltılmasını bütün liselerdeki edebiyat öğretmenlerine, ilköğretim okullarındaki Türkçe, sosyal bilgiler öğretmenlerine göndermelerini önerdim. Bunu, her bakan değiştikçe yineledim. Önerimin arkasında durdum.
Aradan yıllar geçti. Oğullarım okullarını bitirdiler. Edebiyat dersiyle ilişkileri kalmadı. Fakat, ben sınav yapmak için liselere gittikçe müdürlerle, edebiyat,Türkçe öğretmenleriyle konuşuyor, notlar alıyordum. Düşüncemi anlatıyordum onlara. Kimisi coşkuyla destekliyor, kimisi aldırmıyordu.
 
Son olarak , Doç Dr Hüseyin Çelik, Eğitim Bakanı iken bir rapor ( yazanak ) biçiminde
ilettim. Elbette hiç yanıt verilmedi. Çünkü, Bay Çelik, Eğitimden başka her şeyle ilgileniyordu. Eğitime sıra gelmiyordu bir türlü. Koskoca bakan! İşi gücü yok da böyle “basit” bir konuyla mı ilgilenecekti ! Benimkisi de “ham hayal.”
 
Hürriyet yazarı Doğan Hızlan’a yazıp gönderdim bu yazanağı. Olduğu gibi yayımladı. Bekledim ki, olumlu ya da olumsuz görüşler ortaya çıksın. Hiç kimseden ses çıkmadı. Demek ki, herkes, tüm veliler, eğitim ordumuzun emekçileri  Türkçe, edebiyat dersinden memnun idi. Ben edebiyatçı olmadığıma göre, yaptığım  “işgüzarlık” değil miydi?
 
Sınav için gittiğim liselerde, depolar dolusu kitap bulunuyordu. Artanları ne yapacaklarını bilemiyordu okul yöneticileri. Bana armağan edilen  edebiyat kitaplarını , sanki birincil görevim buymuş gibi inceliyor, notlar alıyordum. Görüyordum ki, kitaplar fiziksel anlamda nitelikli duruma gelmiş. Bol renkli. Bol resimli. Emek verilmiş. Yalnız Türkiye, batı edebiyatı değil, artık eski Sovyet ülkelerindeki Türk topluluklarının yazarlarının eserlerine de yer verilmekte. Azerbaycan’dan Uygur diyarına; Batı Trakya’dan Türkmenistan’a… Peki, sorunlar bitti mi? Acaba, lise öğrencileri edebiyat dersini seviyor mu? Güzelliklere erişmede, ince duyguda, hoş düşüncede edebiyatın etkisini anlamış durumdalar  mı? Bu dersi veren öğretmen, gerçekten seviyor mu edebiyatı? Başarılı, etkili  olduğuna inanıyor mu? Türkçemizi hakkını vererek kullanabiliyor mu?
Dil, kültür, edebiyat (ekin,yazın) dergilerini izleyebiliyor mu?
 
Evet…Yineliyorum. Refik Ahmed Sevengil…Eğitim ilgilileri bu adı unutmasınlar. TRT arşivlerindeki bantlar hala duruyorsa, sağlam ise, edebiyatı sevdirmede önemli bir etki yaratabilir. Çağdaş yöntemlerle işlenerek, görsel-işitsel bir gereç durumuna getirilerek, elbette kitabı da yanında olarak…değerlendirilebilir.
 
Adının başında “ulusal” sözü olan Eğitim Bakanlığı ilgililerine, yetkililerine duyurması bizden.