Açıklamada; “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan ve darbecilere yönelik olduğu açıklanan kapsamlı “açığa alma” uygulamaları giderek yaygınlaşmış, darbe girişimi ile hiç ilgisi olmayanlara doğru genişletilmiştir.  Darbe girişimi soruşturması kapsamında kamuda açığa alınanların sayısı 70 bini aşarken, Milli Eğitim Bakanlığı’nda 33 binin üzerinde eğitim çalışanı açığa alınmıştır. Kısa süre içinde bu kadar geniş bir kitlenin açığa alınması, darbe girişimi öncesinde “siyasi fişleme” üzerinden kapsamlı bir hazırlık yapıldığını göstermektedir. Diğer taraftan açığa alma süreçlerinde, sosyal medya eleştirisi ya da banka işlemleri gibi darbeci olmakla ilişkilendirilemeyecek ve aralarında sendika üyelerimizin de olduğu çok sayıda eğitimci açığa alınmıştır. Bu süreçte barış için imzacı kimi akademisyenler de darbe süreciyle ilgili olmamalarına rağmen, rektörlerin durumdan vazife çıkaran yaklaşımları nedeniyleaçığa alınmıştı.Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde durum hızla düzeltilmiş ve akademisyenler görevlerine dönmüşlerdi. Buna rağmen bu durumu görmezden gelen rektörler; Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde 21 ve Gazi Üniversitesi'nde 3 akademisyen üyemizi açığa almıştır. Hangi siyasi görüşten ya da düşünceden olursa olsun, kamuda yürütülen darbe soruşturmalarının hukuk kuralları içinde titizlikle yapılmasına dikkat edilmeli, darbe girişimi ile somut bağlantısı olmayan kamu personelinin en kısa sürede görevlerine başlamaları sağlanmalıdır.
Kamuda Güvencesiz İstihdamın Kapısı Aralanıyor
Siyasi iktidar 15 Temmuz darbe girişimini kendisi için fırsata çevirerek, kamu personelinin istihdam biçimini serbest piyasa koşullarına uygun olarak güvencesizlik temelinde yeniden düzenlemek için düğmeye basmıştır. Yıllardır gündemde olan 657 sayılı yasa değişiklikleri ve anayasada yapılacak düzenleme ile birlikte, kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesine göz dikilmiş, sözleşmeli istihdam ve “sözlü sınav”ın ön plana çıkarıldığı, hükümetin memuru olmayanların kolayca kapı önüne konulabileceği bir sistem üzerinde çalışılmaktadır. Darbe girişimi süreci etkisiyle de olsa “gri memurluk” gibi kamusal ve kişisel hakların ihlali anlamına gelecek düzenlemelerin gündeme getirilmesi hukuksal çerçeveden uzak ve kabul edilemez bir yaklaşımdır. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, bundan sonra öğretmen alımlarının sözleşmeli ve sözlü sınav üzerinden yapılacağını açıklayarak, kamuda temel istihdam biçiminin sözleşmeli, güvencesiz istihdam olacağının ilk işaretlerini vermiştir. 
Yıllardır genelde kamu istihdamında, özelde ise eğitimde güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını hayata geçirmek isteyen hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında eğitimde “sözleşmeli istihdam” uygulamasını yeniden gündeme getirmiş ve ilk etapta “sözlü sınav” üzerinden 15 bin “sözleşmeli öğretmen” alınacağını açıklamıştır.
Eğitimde daha önce 2007-2011 yılları arasında başvurulan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması eğitim-öğretim ortamında ve eğitimin niteliğinde bozulmaya neden olmuş, eğitim emekçileri arasında statü farkı oluşmuş ve ekonomik ve sosyal hak kayıpları yaşanmıştır. MEB’in darbe girişimi sonrasında çalışma koşullarını daha da ağırlaştırarak sözleşmeli öğretmenliği yeniden gündeme getirmiş olması düşündürücüdür.
“Sözlü Sınav” Siyasal KadrolaşmayıKolaylaştırmaktadır
Yakın geçmişe baktığımızda, özellikle 2010 yılından itibaren birçok bakanlıkta merkezi sınavlara ek olarak uygulanan sözlü sınav (mülakat) şartı getirildiği, bunun üzerinden başta “paralel yapı” olmak üzere, kamuda ciddi anlamda siyasal kadrolaşma yaşandığı, yönetici kadroların büyük bölümünün “hükümet memurluğu” anlayışı üzerinden yeniden belirlendiği görülmüştür. Türkiye’de sözlü sınava dayalı tüm uygulamaların “siyasal kadrolaşma”nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne uygun olanlar sürekli başarılı olurken, iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da “saf dışı” bırakıldığı çok iyi bilinmektedir. Benzer bir tespiti yüksek yargı da yapmış, kamuda sadece sözlü sınav ile yapılan atamaların büyük bölümünü iptal etmiştir. 14 yıllık AKP iktidarı döneminde “torpil” kelimesi ile eş anlamlı hale gelen ve yüksek yargı tarafından “objektif olmama”, “taraflılık” gibi gerekçelerle defalarca iptal edilen “sözlü sınav” uygulamasının sözleşmeli öğretmen istihdamında ısrarla uygulanmak istenmesi kabul edilemez.
Sözleşmeli Öğretmenlik Kadrolaşmanın Aracı Yapılmak İsteniyor
15 bin sözleşmeli öğretmenin ataması, KPSS sonucu oluşan puan sıralamasına göre değil, sözlü sınava çağrılıp başarılı olanların puan sıralamasına göre yapılacak, sözlü sınavlar 18 merkezde kurulacak sözlü sınav komisyonlarınca yürütülecektir. Sözleşmeli öğretmenlere 4 yıl boyunca başka yere atanamayacakları, her yıl sözleşmelerinin yenilenerek süreyi doldurmaları, dört yılsonrasında iki yıl daha aynı yerde kalmayı kabul etmeleri halinde kadroya geçirilecekleri gibi ağır şartlar ileri sürülmesi kabul edilemez.Bu uygulama ile Bakanlık, kendi siyasal kadrosunu yaratma ve 6 yıl boyunca eğitim emekçilerinin yaşamını ipotek altına almak istemektedir. “Sözlü Sınav Komisyonu”nun hem sözleşmeli öğretmen adaylarını sözlü sınava tabi tutacak, hem de bu konuda yapılan itirazları karara bağlayacak olması büyük bir çelişkidir. Türkiye’de her zaman büyük bir kuşku ile yaklaşılan sözlü sınavlarda, sözlü sınav sorularını hazırlayan/hazırlatan ve sözlü sınavı gerçekleştiren komisyonun, sözlü sınavlara yapılacak itirazları da değerlendirip karar bağlayacak olması, eğitimde torpil mekanizmasının sözlü sınav üzerinden daha güçlü bir şekilde işletileceğine yönelik kaygıları arttırmaktadır.
Eğitim Politikaları Yeniden Gözden Geçirilmelidir
Türkiye’de eğitim sisteminin yıllardır siyasi iktidarın siyasal ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirildiği bilinmektedir. Özellikle son yıllarda daha da belirginleşen, eğitim biliminin temel ilkelerine ve laik-bilimsel eğitim anlayışına meydan okurcasına hayata geçirilen eğitimde dinselleştirme ve ticarileştirme uygulamaları üzerinden eğitim sistemi çürümeye terk edilmiştir. Bizzat siyasi iktidar ve cemaatler işbirliği ile eğitimin kamusal niteliği hızla tasfiye edilmeye çalışılırken, eğitim politikalarının oluşturulması ve uygulanması sürecinde dini vakıf ve cemaatlerin belirleyiciliği ve etkinliği arttırılmıştır. MEB, iktidarın ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atarak eğitimi dinselleştirme sürecinde siyasi nüfuzu olan cemaatlere özel görevler vermiştir. Bu süreçte eğitimin asli bileşenleri sürekli olarak görmezden gelinmiş, eğitim politikaları belirlenirken sadece yandaşların fikri alınmış, eğitimin diğer bileşenlerinin görüş, eleştiri ve önerileri hiç dikkate alınmamıştır. Türkiye’de darbe zemini gerçekten ortadan kaldırılmak isteniyorsa yapılması gereken, başta eğitim alanı olmak üzere, kamuda her türlü vesayete ve dışlayıcı yaklaşımlara son verilerek, demokratikleşme adımlarının atılması gerekmektedir. Bunun için öncelikle eğitimde bugüne kadar benimsenen dayatmacı, dışlayışı ve kendileri gibi düşünmeyen birey ve kurumların görüşlerini yok sayan anlayışa son verilmesi gerektiği açıktır. Eğitim Sen, eğitimde yaşanan çürümenin ve çöküşün durdurulması için eğitim sisteminin gerçek anlamda laik, bilimsel ve demokratik bir içerikte, eğitimin tüm bileşenlerinin katkılarıyla yeniden düzenlenmesini savunmakta ve bu konuda üzerine düşen her sorumluluğu yerine getirmeye hazırdır.  
Eğitim Sen olarak önerilerimiz; 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan açığa alma ve soruşturmalar fırsata dönüştürülmemeli, hukuk kuralları içinde yapılmalı ve darbe girişimi ile somut bağlantısı olmayan kamu personeli en kısa sürede görevine başlatılmalıdır. Eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitim sistemine hiçbir faydasının olmadığı geçmiş uygulamalarla somut bir şekilde görülmüştür. MEB, eğitimde esnek, güvencesiz ve performansa dayalı çalışma uygulamalarını yaygınlaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecek olan sözleşmeli öğretmen uygulamasından derhal vazgeçmelidir. Hükümet sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına geri dönüşün gerekçesi olarak, “kalkınmada öncelikli yerler” olarak ifade edilen bölge ve illerde öğretmenlerin uzun süre çalışmak istemediğini göstermektedir. Bu sorun çeşitli teşvik politikaları (yüksek hizmet puanı, ek ücret vb.) ile çözülebilir iken, MEB’in bu durumu sözleşmeli öğretmenliğe gerekçe yapması doğru değildir.Bölgede görev yapan öğretmenlerin sürekli batıya tayin istemlerinin temel nedeninin, yeniden başlatılan çatışmalı süreçten duyulan endişe olduğu gerçeğini görmeden atılacak hiçbir adım öğretmen açıklarını kapatmak için yeterli olmayacaktır.
Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır. Kamuda siyasi kadrolaşma uygulamalarına son verilmeli, kamu istihdamında torpil ile eş anlamlı hale gelen mülakat yerine, liyakat ilkesi benimsenmelidir. Kamu istihdamında hiç kimse siyasi düşünce, inanç ve etnik kimliği nedeniyle ayrımcı uygulamaya tabi tutulmamalıdır. Eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması sürecinde bugüne kadar benimsenen tekçi, dayatmacı ve dışlayıcı anlayıştan vazgeçilmeli, eğitim sistemi kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkını gözeten bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir” denildi.