Eğitimin Tarihten Ve Günümüzden Örneklemeleri

Yıl 2018 Yine Sonbahar geldi. Eminim ki, bu yılda kar yağışları gecikecek, soğuklar eskisi gibi günlerce sürmeyecek. Mevsim sonbahara dönse de okullar açılıyor. Yine heyecanlar, çocuklarımızın cıvıl cıvıl sesleri, güzel yüzleri ve başarıları tüm Nevşehir’i onurlandıracaktır. Eğitim yaşama sanatı olduğu için hem aileler hem de toplum için en önemli ödev ve vazifedir.

Eğitimin tarihine dair sizlere üç önemli oluşumdan bahsetmek istedim. Bunun yanında ulusların kendilerine özgü sistemleri de bulunmaktadır. Bunlardan GrigoryPetrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” Kitabı bu günkü Finlandiya’nın eğitimini anlatmaktadır. Yeri gelmişken; Atatürk bu kitabın askeri okullarda okutulmasını tavsiye etmişti. Japon Eğitim sistemi, İngilizler eğitimde disiplinin öne çıktığı milli sistemlerdir. Bir büyüğümün dediği gibi eğitim hayatın içinde olması gerekir.

Dünya tarihine isim yazdırmış ulusların kalkınma temellerinde eğitim vardır. Eğitimsiz medeniyetlerin de hayatları oldukça kısa olduğu ve tarihte yeteri kadar iz bırakamadığı da görülmektedir. İnsanoğlu binlerce yıl mağara devirleri yaşamış, bırakıtları fosiller, mağara resimleri ve ufak tefek kullanılan eşyalardan öteye gidememiştir. Günümüzde yaşanmış o binlerce yılın belgeleri olmuştur. Oysa cilalı taş çağından sonra yazı icat olanca medeniyetler aniden gelişmeye başlamıştır. Bu sayededir ki, 4-5 bin yılın belgesi daha önceden geçen binlerce yılın belgesinden çoktur. Bunu sağlayan eğitim ve yazıdır.

Eğitimi genel politikası yapıp olumlu belli bir sistematiğe oturtan toplumlar hem kendi medeniyetlerini akıl almaz bir hızla kalkındırırken, dünya medeniyetine de çok büyük katkılarda bulunmuşlardır. Tiranlar, istilacılar ve istismarcılar kendilerinden öte tüm dünya medeniyetlerine zarar vermişler ve vermektedirler.

Aristo’nun, Platon’un da dâhil olduğu Ege medeniyetlerinin felsefe okulları hayat bulduğunda; Akılcı ve bilimsel görüşleri dünya literatürüne armağan etmişlerdir. Bunun sonucu Aristo, Büyük İskender gibi bir insan yetiştirmiştir. Sokrates o günleri tarihin kaydına geçirmiştir. Tıp, felsefe, botanik ve birçok konuda pek çok eserler verirken bilim adamları da yetiştirilmiştir. Bu okullar başta dinsizlik ve çeşitli nedenlerle suçlanmış, Sokrates idam edilmiş, Aristo’nun başına gelmeyen kalmamıştır. Mirasa hazır oturan Roma batıya hâkim olmuş, Avrupa yüzlerce yıl uyanamayacağı karanlık bir döneme girmiştir.

Medeniyet ışığı bu sefer doğuda yanmaya başlamıştı. Peygamberimizin tüm insanlığa sunduğu medeniyetin meşalesi Abbasiler devrinde kurumsallaşmaya başlamış bunun sonucu medreseler, külliyeler kendilerini göstermiştir.

Burada konumuzun esasını oluşturan Nizamiye Medreseleri ve Köy Enstitüleridir. Felsefe okulları dâhil eğitimin, bilimin ve sanatın gelişmesi itibara alınmalıdır. Zira bu okulların kendilerine özgü bir sistematiği bulunmaktadır. Ayrıca eğitim tarihinde bir ulusun iki büyük çıkış yapması da insanı gururlandırmaktadır. Nizamiye medreseleriyle Köy enstitülerinin en büyük ortak özelliği iki bilge adamdır. Biri veziri azam Nizam-ül Mülk, diğeri sevgili atam Atatürk’tür.

İşlevsellikte benzerlikler ve farklılıklar görülse de kendi kanımca Köy enstitüleri, Nizamiye medreselerinden daha dinamikti ve akıcıydı.

Sultan Alparslan eğitime önem veren büyük bir sultandı. Nizam-ül Mülk, sultanın hem hocası hem de veziridir. Selçuklu döneminde bu eğitim ivmesi başladığında eğitime, bilime ve sanata çok büyük bir itibar verilmiştir. Öğrencilere iaşe, harçlık ve iyi bir barınma sağlanmıştır. Buluş yapanlar 1000 altına kadar ödülle onurlandırılmıştır. Bunun yanında eğitime ve eğitimciye teşvikler sağlanmıştır. Sistem meyvelerini vermişti. Çin Settinden, Akdeniz’e kadar Üniversitelerle (Medreselerle) donatılmıştı. Nizam-ülMülk’ün özelliklerinden biri de iyi bir hoca bulduğu yere medrese yaptırması ve hocayı o kurumun başına getirmesidir. Bu konuda tarihçi Ebu Şeme şöyle söyler; Bu medreselerin olmadığı hiçbir yer yoktur. Kuş uçmaz, kervan geçmez olan Cizre’de bile medrese vardı.

Fırsat eşitliği bu üniversitelerin temel özelliklerinden biri olmuştur. Hepimizin tanıdığı İmam Gazali fakir bir çiftçinin oğlu iken, Bağdat Nizamiyesinde (medresesinde) yıllarca başkanlık yapmıştır. Matematikçi ve şair olan Ömer Hayyam, hâkani, büyük felsefe adamı ve şair Şeyh Sadi bu okullarda yetişmiştir. Sistem mühendisliğinin öncüsü kabul edilen Ahmet bin Musa, göz hastalıklarıyla ilgili ilk bilimsel eser veren Ali bin İsa, büyük coğrafyacıBeyruni, cüzamın tedavisi ile tanınan İbniCessar, İbniHaykal, optik biliminin kurucusu ünlü fizikçi İbniHeysem, İbni Sina, İbni Yusuf… Daha anlatamayacağımız nice bilim adamları birkaç çağa sığmış ve aynı eğitim silsilesinden geçmişlerdir.

İnsanın aklına bazen gelir; “Neden bu kadar bilim adamı ve tanınmış tarih koridorunda dar bir zamana sığdı.” Eğitim dostum… Eğitim… Eğitimin itibarı ve eğitimin sistematiği… Zira hiçbir oluşum itibar görmediği yerde barınamaz. Osmanlı’da bu sistemin temellerinde yükseldi. Bu yüzden dünya hâkimi oldu. 1800’lü yıllardan itibaren Avrupa ile Osmanlı’yı kıyaslayacak olursak çok enteresan sonuçlara ulaşırız. Mesela Osmanlı saray (Çırağan) yaptırmak için dışarıdan borç para almıştır. Damat İbrahim Paşa yenilikler getiriyor diye idam ettirildi. İbrahim Paşa’nın 3. Ahmet’e sunduğu raporlarda eğitim ve teknolojiden bahsetmiş, bir diriliş çağı başlatmaya çalışmıştı.

Gelelim Köy Enstitülerine, Atatürk’ün ölümünden kısa bir zaman sonra kurulmuştur. Bu yüzden Atatürk’ün bu konuda oldukça çalışması olduğu bir gerçek olarak çıkmaktadır. 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 Sayılı yasa ile kayıtlıdır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 Tarihinde milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bizzat yönetmiştir.

Okullar yeni kurulmaya tarihte savaşlardan yeni çıkmış ulusumuzun okuma-yazma oranı % 5 bile değildi. Bu hesapta okulların köylere yönelik olması oldukça akılcıydı. Okul binası dahi ders aracı olmuştu. Duvarcı, sıvacı, çatıcı öğrenciler ve öğretmenleri hem halkı eğitiyor hem de öğrenci yetiştiriyordu. Bu durum eğitim yanında istihdam da demekti. Nizamiye medreseleri binaları sultanın veya vezirin paralarıyla yapıyorlardı.

Bakın, 1940-1946 Yılları arası eğitim veren bu büyük sistem 6 yılda ülkemize neler kazandırmış bunları inceleyelim. 15 000 dönüm tarla tarıma elverişli bir hale gelmiştir. 750.000 fidan dikilmiştir.( O günlerde her şeyin kısıtlı ve bu okulların yeni kurulduğunu unutmayalım.)Oluşturulan bağlar 1.200 dönüme dayanmıştır. 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmenevi, 20 uygulama okulu, 36 ambar, 48 ahır, 12 elektrik santralı, 100 kilometre yol… Bu işler öğrencilerle, kıt bütçelerle, dışarıda dünya savaşı olurken yapılmıştır.

Tarımdan, sanata, inşaata, imalata birçok konuda eğitim alan öğrenciler her yıl 25 klasik eser okumuş olması bir mecburiyetti. Kalkınma köyden başlıyordu. Âşık Veysel, Köy Enstitülerinde çocuklara bağlama öğretiyordu. Elinde mala duvarda çalışan, elinde çap tarlada çalışan çocuk dersliklerinde eğitimini alıyor, konser verecek kadar müzik öğreniyor, sahne alacak kadar tiyatro yapabiliyordu.

Okullar yabancı ülkelerin kışkırtmasıyla iftiralara uğramaya başlamıştı. Hâlbuki o günkü hükümetlerin yetkileri olduğu kadar denetimleri de olması lazımdı. Mesnetsiz nedenlerden dolayı bu okullar kapatılmıştır. Bu kapatılmadan çok memnun olan Amerika Birleşik Devletleri aynı işlevi olan okulları kendi ülkesinde halkını yetiştirmek için uygulamaya soktuğunu duyunca gerçekten çok üzülmüştüm.

27 Ocak 1954 tarih ve 6234 Sayılı yasa ile tamamen kapatılan Köy Enstitüleri kapanmış olmasaydı ülkeye neler kazandıracağına bir göz atalım.

Köyden kente göç olmazdı. İşsizlik hiç olmazdı. Zira yetişen öğrenciler fen fikir ve pişkin oluyorlardı. Günümüzde tanıdığımız köy enstitüleri mezunları mutlaka bir sanatı var. Türkiye bir uygulama atölyesine dönüşür, ormanlar, yeşillikler ve güzellikler daha iyi olurdu. Atatürk zamanında yapmış olduğumuz tayyareleri uçaklara dönüştürür, kendi markamız olan arabamızı bile yapardık. Anarşi devrini belki de hiç yaşamamış olurduk. Bu okullar teknolojiyi ve diğer okulları da tetikler bu sayede kalkınma hızlanırdı. Eğitim günümüzdeki gibi ezberci olmazdı. Günümüzde okuyanın da işsiz gezdiğini görüyoruz. Üstelik bu insanımız okuyabilmek için yarış atı gibi çocukluğunu ve gençliğini de tam yaşayamıyor.

Efendim bu liste uzar gider. Bizde tutamayız. Hepsi bir yana çocuk işletme okumuş lâkin işsiz… Bunu gerçekten anlamış değilim. Saygılarımla.