(15 TEMMUZ 2016)
Annem-babam beni gökten yere indirdi.
Hocam beni göğe yükseltti.
Gandi
Öğretmenlik çok yüce ve kutsal bir meslek. Tamı tamına yirmi yıl bu yücelik ve kutsallığı doya doya yaşadım. Sayısını bilemediğim kadar talebem oldu. Onlara güzel şeyler öğretmeye çalıştım. Onlardan güzel şeyler öğrendim. Tüm derslerimi form niteliğinde yaptım. Onlara kalbimi açtım. Olabildiğince güzel örnek olmaya çalıştım. Öğretimden ziyade eğitimin önemini vurgulamaya çalıştım.

O talebelerimdenbiri de yıllar önce Nevşehir Anadolu Lisesi’nden mezun olan, şimdi ise komiserlik yapan, okul döneminde iken birbirimize çok takıldığımız ve kendine değer verdiğim bir öğrencim. (Ağzından anlatacağım olaydan dolayı ismini vermeyeceğim). Şekerpare yavrusu NESLİHAN ve hayat arkadaşıyla bir gün çalıştığım kurumda ziyaretime geldiler.

Onu yıllar sonra ilk defa ADAM (Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi)’da verdiğim konferansta dinleyiciler arasında gördüm. Yıllar geçmiş olmasına rağmen,  aynı okul dönemindeki gibi gene onu neşeli ve keyifli buldum. O şimdi görevine dikkatli iyi bir polis. Zaten babası da polisti. Değerli bir de eşi var. O da ASKİ’de müfettiş olarak çalışıyor.

Ramazan ayında bir iftar yemeği vermek istediğini söyledi. Kırmadım. Ailece gittik. Mutlu bir ailesi var. Allah mutluluklarını daim eylesin.

Yemek sonrası muhabbet esnasında hemen her sohbette olduğu gibi gene konu 15 Temmuz’a, o karanlık geceye geldi. Yaşanmışlıklar ve belirli yorumlar yapıldıktan sonra o gece yaşadıklarıolayı şöyle anlattı:
“Her zamanki gibi akşam mesai bitimi eve geldim. Üniformamı çıkardım, yemeğimizi yedik, tam istirahat ediyordum ki, telefonum çaldı. Telefonun ucundaki sesin sahibi amirimdi. Fakat sesi bir tuhaftı. “… Derhal Emniyet Müdürlüğüne gel.”dedi. Hemen hazırlanarak gidiyordum ki, eşim yalınız gitmeme razı olmadı. Arabayla doğruca Ankara Emniyet Müdürlüğüne gittik. Gittik ama oraya vardığımız da Müdürlük ateş altındaydı. Bir müddet arabadan inemedik. Daha sonra ateşin kesilmesiyle beraber ben indim ve doğruca içeri girdim. Fakat kocam arabayla beraber orada kaldı. Ne arabadan dışarı çıkabildi ne de arabayla oradan ayrılabildi. Daha sonra polislerin yardımıyla bir şekilde oradan ayrılmış.  Ayrılmış ayrılmasına ama bu sefer de onun bende benim de onda aklım kaldı. Telefonla bir iki kez konuştuktan sonra biz yapacağımız işe koyulduk.

İki aylık hamile olduğumdan amirim kurşungeçirmez yeleklerden birini benim giymemi istedi. Yaklaşık yirmi kg olan yeleği giydim ve silahımı kuşandım.

Pozisyon alarak beklemeye başladık. Derken uçaktan atılan bir bombayla ASKİ’nin su isale hattı patladı. Elektrikler kesildi. Bir anda müdürlüğü su bastı. Önce dizlerimize sonra boğazımıza kadar su yükseldi. O anda iki seçenekten birine karar vermeliydik. Ya suda boğulacak yahut da dışarı çıkıp bomba ve kurşunların hedefi olacaktık. Nitekim dışarı çıkmaya karar verdik. Çok zor şartlarda dışarı çıkmayı başardık.

Tam bu esnada yapılan bir anonsla hepimizin avluya çıkmamız istendi. Amirim bunun bir hile olduğunu anlayarak emre muhalefet ederek“Hiç kimse dışarı çıkmasın!” dedi.

Öğrendik ki, dışarı çıkmamızı isteyen kişi bizim dışarı çıkarak avluda kurşuna dizilmemizi istiyormuş.
Biz ölüm kalım arasında gidip gelirken müdürlüğün avlusunda tanımadığımız ellerinde bayrak dillerinde tekbir birçok sivil insanı gördük. Derin bir oh çektik. Artık emniyet mensupları olarak emniyetteydik. Onlar tankların üstüne çıkarak hem tanktaki hem de yerdeki askerleri esir aldılar. Kısaca biz o kardeşlerimiz sayesinde kurtulduk.
Bu arada bazı askerler (erler hariç) zarar görmüş olabilir…

Çok daha enteresan olan bir başka hususta bir büyüğümüzün ifadesine göre ANKAmall’ın önünde bekleyen 300-400 civarındaki darbe yanlısı polis, darbenin başarılı olması halinde emniyet müdürlüğüne gelerek sağ kalanları o anda orada, olmayanları da evlerinden getirerek veya evlerinde infaz edeceklermiş.”
Görgü tanığı komiser bir talebemin 15 Temmuz akşamı yaşadığı olayı az ve öz olarak böyle anlattı.

“...Haydi, kızım dışarı çıkalım…”
O gece herkes gibi bende şaşkınlık içindeydim. Duyuyor görüyor ama ne yapacağımı bilmiyordum. Ev beni sıktıkça sıkıyordu. Ta ki, Reis’in “…dışarı çıkın…” anonsunu duyuncaya kadar. O saatten sonra elbette evde durmak olmazdı. Kızımla beraber derhal dışarı çıktık. Çıktık çıkmasına ama nereye nasıl gidecektik!
Kızılay’a mı?
Havaalanına mı?
Meclise mi?
Genelkurmaya mı?
TRT’ye mi? Bu sefer de serseri mayın gibi nereye gideceğimizi bilememenin şaşkınlığını yaşıyorduk. Etrafa baktım, kimileri yollarda, kimileri camdan sarkmış olup bitenleri izleyip yüksek sesle konuşuyorlar.  Bazıları da “Cihad-ı Ekber Fetvası” almış gibi;‘Haydin kardeşler gün bugündür…’ diye bağırıyordu. Gördüm ki, dışarda olanlarda kaygı ve endişe bakımından bizden çok farklı değillerdi. Onlarda bizim gibi aynı şaşkınlığı yaşıyordu. Bu arada yürüyerek Kasalar’a kadar gelmiş olduk.

Orada bulunan bir grup insanla yürüyerek Kızılay’a gitmeye karar verdik. GATA’ya yaklaşmıştık ki gelen bir minibüsçüye,bizi götürmesi için ricada bulunduk. Nezaket gösterdi. Minibüse binerek Tandoğan’a yakın bir yere kadar gittik. Oradan inip yürüyerek Maltepe üzerinden Kızılay’a oradan da Meclis ve Genelkurmay’a gittik. Bu gidiş ertesi gün yaklaşık saat 13’e kadar devam etti. Zaruri ihtiyaçlarımızın dışında kızımla beraber hep oradaydık.

Fikri ve fizikibelirsizliği gidermek ve Cumhurbaşkanımızın çağrısına uymak ve vatanım için dışarı çıkmalı ve oraya GİTMELİYDİM.
O gün hayatımın en uzun gecesini yaşadım. Hem de ölümle burun buruna gelerek… Orada Tunus, Libya, Tahrir (Mısır), Irak ve Suriye’de olanları hissettim. Hissetmenin dışında yaşadım… Yaşadım yaşamasına ama orada bulunmaktan en ufak bir nedamet duymadım. Çünkü ülkemizin bekası için oraya gitmeliydim.

Çünkü 27 Mayıs 1960 ihtilalinin olduğunda henüz yeni doğmuştum. Okuyarak ve dinleyerek epeyce bilgi edindim. 1971 muhtırasında bir şey anlamamıştım zira 10-11 yaşlarında bir çocuktum.1980 ihtilalinin olduğunda ise lise son sınıf talebesiydim. Yapılan ve söylenenleri anlıyordum. O günler, sağ-sol olaylarının zirve yaptığı, güvenlik ve asayişin dip yaptığı, iç güvenliğin ve huzurun kalmadığı bir dönemdi. 80 öncesi nâ-hak yere sağdan ve soldan birçok insan öldürüldü. İstisnasız her gün sağ-sol çatışmasının yaşandığı bir dönemdi. İhtilalin yapılabilmesi için olayların‘olgunlaşmasını’ bekleyenler ise, sadece olanları, hatta ölenleri izlemekle yetiniyordu. Bir türlü gerekli önlemi almıyorlardı. Siyasetçiler ise kişisel ikballeri için ülkenin uçuruma sürüklenmesine ses çıkarmıyorolanları adeta seyrediyordu.

Ülkeyi perişan eden gene birçok insanın ölmesine, güvenlik güçlerimizin şehit olmasına sebep olan, PKK terör olayının çıkmasına zemin hazırlayan 80 ihtilali olduğunda, herkes gibi ben de bir şey yapamamış ancak olanları seyretmiştim… O zaman gidemediğim/inemediğim alanlara bu defa inmeli GİTMELİYDİM,
Kitle iletişim haberlerinin yaygınlaştığı, sosyal medyanın çoğaldığı günümüzde o geceyle ilgili birçok hatırası olan insanların varlığı malumdur.

27 Mayıstan, 15 Temmuz’a kadar tüm bu olanların açıklığına/şeffaflığına rağmen;
27 Mayıs 1960’a çanak tutanihtilalden sonra sokaklarda sevinç çığlıkları atan, yıllarca 27 Mayıs’ı bayram olarak kutlayan, 28 Şubat’a seyirci kalıp gayr-ı demokratik uygulamaları alkışlayan, 15 Temmuz’a ‘kontrollü darbe’ diye tahfif eden, ülkenin güvenliği için alınan önlemleri yabancı yetkililere şikâyet eden, başarısız darbe girişimi gecesiİstanbul hava alanından kaçarak il başkanının Bakırköy’deki evinde sinsice bekleyen, CHP zihniyetini de bu millet asla affetmeyecektir. Demokratik yollarla cezasını kesecektir.

Kısaca, haber görmektir. Ben o geceyi gördüm. Yaşadım.
Çocuklarımız ve gelecek neslimizin böyle bir geceyi bir daha yaşamamaları için olanları görmeli, yaşamalı ve tepkimi koymalıydım.O gece ben de onu yaptım. Biliyordum ama o gece bir kez daha anladım ki, “El-haberu kel iyan” –haber görmektir-; duymak ve okumak asla görmek gibi olmuyor. Alçaktan uçan ve kulakları sağır edecek gibi ses çıkaran uçakları, kurşun yağdıran helikopterleri, bomba yağdıran F-16’ları görmek ve olanları temaşa edip yaşamak çok ama çok dramatikti. O gece o dramıyaşadım/hissettim.
Yapanlarcezasını çekmeli,
ogece bir daha asla yaşanmamalı.
Ahmet BELADA
[email protected]