GAZETE

1956-57 Ders yılı.

Göre İlkokulu son sınıfa geçmişim.

Televizyon yok daha. Radyo var ama pil-batarya pek pahalı ve ancak karaborsadan sağlanıyor. Yalnızca ajans haberlerini dinleyerek tutumlu olmağa çalışıyoruz.

Ağustos ortalarında Yukarı Yazı'nın ekeneklerindeki tahıllar biçiliyor. Arpa erken olgunlaştığından daha temmuz içinde harmanlanıyor. Buğday, çavdar daha geç olgunlaşıyor. Köylünün gözü gökyüzünde. Bir kara bulut içindeki ağartı kaygıları artırıyor. Köylü kendi meteoroloji takvimini belirlemiştir. Bu görüntü dolu afetinin belirtisidir. Tahılın bir an önce harmana getirilmesi, döğülmesi, çuvallara doldurulup ambara taşınması gerekmektedir.

Bilen bilir. Orakla, tırpanla ekinini biçilmesi dünyanın en zor işlerindendir. Sonra destelenmesi...Destelerin at arabasına, traktör vagonuna taşınması, dengeli yüklenmesi...Sonra bozuk, sellerin yırttığı kır yollarından harmana ulaştırılması...Yolda denge bozulabilir, araba, vagonet devrilebilir, tahıl-sap yola dökülebilir.

Biz 2.Dünya Savaşı sonrası doğanlar öküzün, kağnının son günlerini gördük. At arabası vardı. 1948-50'de Marshall Yardımıyla (!) da Massey Harris traktörler kullanılmağa başlanmıştı.

Öküzün ardından atla çekilen döğenin döne dödürüle, aktarıla çevrile harmanlanmmış ekinin çeç yapılması kolay mıdır ? Nasıl tekdüze bir iştir. Kent çocukları köye geldiklerinde bunu eğlence olarak görürlerdi. Oysa bıktırıcı bir işti.

Saman tozları kaşındırırdı. Evler uzakta. Harmana getirilen çömlek içindeki yemek soğumuş da olsa iştahla yenirdi. Hepimiz kurt gibi acıkmış olurduk. Göre'nin ağ paklası ünlü ya. Yanında hıyar turşusu...Taze sulanmış yufka...Kendimizi sanki bir şölendeymiş gibi duyumsardık.

Bir akşam yorgun argın serildik çeçlerin üzerine. Güneş batmıştı. Yarı uykulu...Testideki ılımış suyu severek içecek değildik. Ama, zorunluyduk. Tam o sırada birisi bir sepet içinde zerdali getirdi. Çölde bir vahada soğuk besin maddesi gibi geldi bize. Daha tam olgunlaşmmamış Ballıkaya üstü bağlarının zerdalilerine saldırdık. Gerelmiş,allı gökçe meyvecikler bir anda bitti. Ekşili, tadlı...Ağzımızın tadı yerine gelmiş, dirilmiş, yorgunluğumuzu unutmuştuk.

Osman Emmim o gün bir işi için Nevşehir'e gitmişti. Geldi, cebinden bir Ulus gazetesi çıkardı. O günün tarihini biliyordum. Baktım,aynı günün gazetesi. Bu, bende sevinç uyandırdı. Demek 310 km uzaktaki Ankara'dan günübirlik gazete gelebiliyordu ve biz okuyabiliyorduk onu.

.................

Osman Emmim zamanında muhtarlık da yapmış aydın, pek ileri düşünceli bir çiftçiydi.

Babam Şükrü Bey her gün Nevşehir'den gelirken Cumhuriyet getiriyordu.

Dayım öğretmen Ahmet Bey de her gün, düzenli olarak Hürriyet getiriyordu.

3 gazete...Her gün Göre'de okuyabilmek. Kolay kolay köy çocuklarının bulamayacağı bir üstünlük idi. Öğretmenlerim darılmasın ama, bilirdik ki, bizi yetiştirenler, değil 3 gazete, günde bir gazete bile alıp okumuyorlardı. Çünkü 17 bin nüfuslu Nevşehir'de kim ne okur, ne okumaz bilinirdi.

Neden böyleydi ? Gazeteler pahalı mıydı ? Belki. Geçim zorluğu memurları eziyordu. DP 1957 seçimlerinden sonra sertleşmişti. Gazete okumak tehlikeliydi. Cumhuriyet, Ulus okuyanlar mimleniyordu. Gazete satıcısı Ahmet Ağa'nın köşedeki barakamsı dükkanının karşısındaki sıra sıra pabuş boyayanlardan biri kimin hangi gazeteyi okuduğunu dikkatlice izlermiş. Zaten pek de öyle boyacı tipi yokmuş genç adamda; havalı,artist gibi bir gençmiş. Bunu bana değil de, babama bir tanıdık eğitmen söylemiş, ben de duymuştum. Babam gülüp geçmişti.

Dahiliye Vekili Dr Namık Gedik'in valilere buyruk gönderdiğini duyuyorduk. Yurttaşlık Bilgisi kitabımızda Dahiliye Vekaleti bölümünü iyi okuyup bellemiştim. Vekilin böyle bir görevi olduğunu yazmıyordu. Fakat DP valileri ''Görülen Lüzum Üzerine'' diyerek bir devlet memurunu sorgusuz, soruşturmasız bir yerden alıp başka bir yere, uzak bir ilçeye atayabiliyordu. Sanırım o yıllarda kimsenin aklına Danıştay'a başvurmak da gelmiyordu.

'' Şurada kurmuşuz düzenimizi. Köylerde yıllarca çalışmışız. Çocuklarımız ortaokulda okumağa başlamışlar. Aman başımız derde girmesin,'' diye, özellikle öğretmenler ''muhalif'' damgası yemek istemiyorlardı.

Elbet tüm gazeteler sakıncalı değildi. DP İktidarını savunan Zafer'i okumakla öğretmenler, memurlar tehikeleri savuşturmuş oluyorlardı. Yalnız pabuç boyacısı sivil polis değil, Vatan Cephesi (VC) yetkilileri, DP Ocak ve Buzak Teşkilatı reisleri de muhbirlik görevlerini yapıyorlar ve karşılığında ''taltif'' alıyorlardı.