Şehre ilk defa gelmiştir
Bir otele yerleşir
İlk defa geldiği bu şehri, işlerine başlamadan önce gezmek ve tanımak ister
Biraz dinlendikten sonra dışarı çıkar
Amaç, bu muazzam şehri enine boyuna gezmek ve görmektir
Yarım saat kadar yürür, birkaç sokak geçer, birden bire ortalığı bir sis tabakası kaplar.
Yavaşlar
Sisin geçmesini bekler
Fakat sisin geçmesi bir yana yoğunluğu daha da artar, neredeyse göz gözü görmez hale gelir.
Hayatında böyle bir şeye rastlamamıştır
Bir metre ilerisini bile göremez
Hiç bilmediği, tanımadığı bu şehirde kalakalır yolun ortasında
Otele dönmek, geziyi yarına ertelemek ister fakat ne mümkün, hangi tarafa gideceğini bilemez.
Önce bir ürperti, sonra da korku çöker içine
Kaybolmuştur
Ne yapacağını bilemez
Tereddüt eder
Önce “yardım eden yok mu?” diye seslenmeye sonra da bağırmaya başlar
Biraz sonra bu sese kayıtsız kalmayan biri yanına gelir;
“Bir şey mi istiyorsunuz, bir problem mi var?” diye sorar.
“Şey, sisten hiçbir şey göremiyorum, otelime dönmek istiyorum” der.
“Kaldığın otelin ismini biliyor musun?”
Otelin adını verir
“Şimdi elimi tut ve bırakma” der diğeri
Elini sıkıca tutar
Yavaş yavaş yürümeye, sokakları geçmeye başlarlar
Az sonra koyu sisin içinde kaldığı otelin silueti görünür
Otelin önüne varırlar
Teşekkür eder
“Bu yoğun siste yolu nasıl buldun, etrafını nasıl gördün?” diye sorar yardım eden adama
Adam, onu hayrete düşüren o cevabı verir;
“Benim görmeme gerek yok çünkü ben zaten körüm fakat bu yolları iyi bilirim” der ve oradan uzaklaşır.
Adam bakakalmıştır
Kendisine yardım eden bir âmâdır
Ona yolu bulan, oteline getiren bir kördür
‘Bu nasıl olabilir’ diye düşünmeye başlar
Kafası karışmıştır
İsteksizce oteldeki odasına döner
Bir âmâ gözleri gören birine yardım etmiştir
‘Gerçekte kim kördür, kim değildir?’ her şey birbirine karışmış
Bilinenler alt üst olmuş
Yaşam bilinen çizginin dışına çıkmıştır
Öyleyse ‘bu bilinmezlik içinde’ insanın katı olmaya hakkı var mıdır?
Bence hayır!