Hüzünlerin Ayı; EYLÜL

Eylül ayı geriye dönük baktığımızda taze yaşanılanlar açısından milletimize hep hüzün, ihanet örnekleri sunmuştur.

Bayrağı, devleti ve milletin koruyanların idam edildiği,

Devletimizi ve milletimizin birliğine kastedenlerin yollara bomba döşediği, şehirlere silah stoku yaptıklarında gördükleri halde ses etmeyenlerin bu ülkeyi yönettikleri ay,

Bugünkü gibi dünde milletine iktidarda kalmak için ihanet edenlerin hikayesi;

 

Boraltan Köprüsü;
İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin yönetiminin acımasız baskılarına dayanamayan bir grup Türk, "öz kardeş" saydıkları Türkiye'ye sığınmaya karar verip yola çıkıyorlar.
Yolda uğradıkları baskınlar sebebiyle arkaları sıra mezar taşlarından izler bırakarak, nihayet Aras Nehri'nin üzerinde bulunan Boraltan Köprüsü'nü (Iğdır) geçiyorlar ve Türk sınır karakoluna sığınıyorlar.
Artık kurtulduklarını, özgürlüğe kavuştuklarını düşünen 146 Türk son derece mutludur, sevinçlidir.
Karakoldaki Mehmetçikler, başta Karakol Komutanı olmak üzere, kardeşlerini bağırlarına basıyor, ekmeklerini onlarla bölüşüyor, yataklarını ikram ediyorlar. 146 soydaşın hayatlarını kurtardıklarını düşünerek onlar da mutlu oluyor.
Sevinmekte acele ettikleri kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Zira Karakol Komutanı'nın üstlerine yazdığı mektuba gelen şifreli cevap, tamı tamına bir "kara haber"dir:
"Karakolunuza sığınan Soydaşlarımızın derhal Sovyet yetkililerine teslim edin!"
Komutan bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünüyor. İnsan, öldürüleceğini bile bile kardeşini düşmana teslim eder mi? Buna vicdan dayanabilir mi?
Daha tafsilatlı olarak durumu bir kez daha bildiriyor, fakat gelen cevap aynıdır:
"Derhal teslim edin!"
Hâlâ inanamıyorlar. Ama Ankara'nın emri kesindir. Karakol Komutanı'nın ve karakoldaki askerlerin tüm itirazları, Soydaşların tüm yalvarışları, Ankara'daki sağır sultanları yumuşatamıyor: "Derhal teslim edin, yoksa vatana ihanetle yargılanacaksınız."
Hangisi "vatana ihanet" acaba?.. Mazlum insanları ölüme göndermek mi, yoksa göndermemek mi? Soydaşların lideri Karakol Komutanı'na yalvarıyor:
"Bizi siz kurşuna dizin, ama Moskof'a teslim etmeyin. Öleceksek, ay yıldızlı bayrağımızın dalgalandığı Anadolu topraklarında ölelim."
Komutan ağlıyor, askerler ağlıyor, soydaşlar ağlıyor... Ankara'daki yöneticiler ise, Stalin'le aralarında bir pürüz olmaması için soydaşlarını kurban etmeye çoktan karar vermişlerdir.
O günkü Türkiye’yi yöneten diyor ki; "Sovyetler Birliği ile aramızda bir pürüz istemiyorum. Bir daha böyle küçük meselelerle beni meşgul etmeyin."
146 kardeşin göz göre göre, hem de en kalleş biçimde, sırf Stalin'in otoritesini sarsmamak için ölüme gönderilmesi "küçük mesele" ise "büyük mesele" nedir? Ne pahasına olursa olsun, iktidarda kalmak mı? Dün Bugüne nasıl benziyor…
Hiçbir şey Ankara'yı kararından döndüremiyor. Çaresiz kalan Karakol Komutanı, "Bizi siz kurşuna dizin" diye yalvararak ağlayan 146 Türkmen gözyaşları içinde Kızılordu görevlilerine teslim ediyor.
Boraltan Köprüsü'nün bir ucu Türk toprağında, bir ucu Sovyet toprağındadır. Türkmen kafilesi, Boraltan Köprüsü'nü yarıladıkları sırada, karşıdan yaylım ateşe tutuluyorlar. Buna rağmen, çoğunun son sözleri, "Yaşasın Türkiye" oluyor. Hepsi ölüyor. Ve diyorlar ki;

Canlar alınan çarşıda

Gardaşım sattı bizi

Not; karakolun genç subayı bu olaya dayanamayarak intihar eder.

Bu millet, bu din, bu vatan adına şehit olanları cennetinde, ihanet edenleri de cehenneminde ağırlamasını alemlerin rabbından dilerim.

                                                                     Saygılarımla    Yrd. Doç. Dr. Özden TAŞĞIN