Nevşehir Eczacılar Odası Başkanı Tansu Dörtkol, Adana’da düzenlenen 2. Bölgeler arası istişare toplantısına katıldı.

Toplantıya TEB Merkez Heyeti, Denetleme ve Haysiyet Divanı Üyeleri başta olmak üzere, bölge eczacı odası başkan ve yöneticileri ile delegeleri, eczacı kooperatifleri temsilcileri, milletvekilleri, siyasi parti temsilcileri, akademisyenler ve çok sayıda eczacı katıldı.

TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak, 6 yıl aradan sonra yine bir bölgelerarası toplantıya Adana’nın ev sahipliği yapıyor olmasından duyduğu memnuniyeti anlatarak başladığı konuşmasında özetle şunları söyledi; ‘Bu sene Meslek Birliğimizin ve 8 odamızın 60. yaşını kutluyoruz. Adana Eczacı Odamız işte bu 8 odadan biri. Adana Eczacı Odası birikimi, mesleğimize ve mesleki örgütlülüğümüze katkıları, yeniliğe-gelişime-değişime açık fikri üretimi ve gelecek vizyonuyla eczacılık tarihimizin hemen her sayfasında mührü olan odalarımızdan birisi. Toplantıya da böylesi bir tecrübeyle ev sahipliği yapacaklarından eminim. Bu vesileyle, kendileri ile tanışmak ve birlikte çalışmak onuruna eriştiğim uzun yıllar TEB Merkez Heyeti üyeliği yapmış, Balkan Eczacıları Birliği’nin kuruluşu için önayak olmuş, yöneticiliğini yapmış kıymetli abilerim Ecz. Adnan Ülkü ve Ali Aysan’ı huzurlarınızda sevgi, özlem, şükran ve rahmetle anmak istiyorum. Orhan Kemal’in deyimiyle “bereketli topraklar üzerinde” kurulmuş ak-altın diyarı Adana, tarihi boyunca farklı medeniyetlere beşiklik etmiş; Türkü, Kürdü, Arabı, Ermenisi, Yahudisi, Romanı ile tam bir halklar ve kültürler mozaiğidir. Toprakları gibi insanı da bereketli olan bu kent; şair, yazar, çizer, ressam, gazeteci, bilim insanı, müzisyen, oyuncu, sporcu, siyasetçi, işadamı ve kadını sayılmakla bitmeyecek insanı ülkemize armağan etmiştir. Ben bunlar arasında isimleri ve eserleri ile evrensel boyutlara ulaşmış olan Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Muzaffer İzgü, Demirtaş Ceyhun, Yılmaz Güney, Şener Şen Abidin Dino, Şahin Kaygun’u özellikle anmak istiyorum. Adana’da yetişmiş Turhan ve İlhan Selçuk’u da bu isimlere ekleyebiliriz. Yine bölgenin gelişmesine büyük katkılar yapmış, bir dünya devi haline gelmiş işadamlarımızdan, halkın Sakıp Ağa dediği, sayın Sakıp Sabancı’yı da yad etmeden geçemeyeceğim. Ülkemiz, 15 Temmuz’da tarihinin en uzun ve en kanlı gecelerinden birini yaşamıştır. Bizler, darbeler döneminin artık geride kaldığını düşünürken ordu ve devlet kurumları içerisinde büyük gizlilikle sinsice örgütlenmiş bir yapılanma seçilmiş cumhurbaşkanını ve meşru hükümeti devirmek, devleti ele geçirmek için hain bir darbe girişiminde bulunmuştur. Ancak halkımız darbe teşebbüsü karşısında sokaklara dökülmüş, kahramanca bir direnişle darbeye dur demiştir. Demokrasimize karşı yapılmış bu alçakça tezgâhı ve darbecileri bir kez daha lanetliyor, darbecilere geçit vermeyen demokrasi şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Demokratik meslek örgütleri olarak bizler; seçilmiş hükümete, demokrasiye ve parlamentoya yapılan saldırının toplumsal düzeyde ancak ve ancak daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve daha fazla hukuk ile çözüleceğine inanıyoruz. Bu çerçevede, darbecilere karşı mücadelenin, “Olağanüstü Hal”in daha fazla uzatılmadan parlamento çatısı altında, özgürlüklere, demokrasiye, hukuka ve adalete azami riayet gösterilerek yürütülmesi; bu süreçte ortaya çıkan mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi, darbecilerle mücadelenin yörüngesinden saptırılmaması en büyük temennimizdir. Değerli meslektaşlarım,
Bugün Öğretmenler Günü. Bizim üzerimizde hakkı ödenemeyecek emekleri olan, elleri öpülesi öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor; 88 yıl önce halkın aydınlatılması yolunda millet mekteplerinde kara tahta önüne geçerek öğretmenlere öncülük eden Büyük Atatürk’ü saygı ve sevgiyle anıyorum. Yarın ise 25 Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bir Çin Atasözünde dediği gibi “Gökyüzünün yarısı kadınların.” Ancak kadınlar gerek dünyanın pek çok yerinde gerekse Türkiye’de şiddete ve ayrımcılığa uğruyor; taciz, tecavüz ve cinayetlerin kurbanı oluyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre Ekim ayında 35 kadın öldürüldü, 21 kadına cinsel şiddet uygulandı, 29 çocuk istismara uğradı, 3 nefret suçu işlendi. Öldürülenler arasında Manisa’nın Alaşehir ilçesinde cinsel istismar sonucu öldürülen 4 yaşındaki Irmak gibi kız çocukları da var. Öte yandan 14 yaşında evlendirilip, 15 yaşında doğum yapıp ölen çocuk gelin Derya da bir bakıma kadına yönelik şiddet ve baskının yüzlerinden birisi. 20. yüzyılın başlarında kadın hakları konusunda dev atımlar atmış Türkiye’nin 21. yüzyılda bu noktada olması hakikaten üzücüdür. Hepinizin bildiği gibi geçtiğimiz hafta Sağlık Bütçesi TBMM’ye geldi. 2017 Yılı Bütçesi’nde sağlık harcamaları kalemi içerisinde ilaca ayrılan rakamın 23,8 Milyar olarak belirlenmiş olduğu, ilaç harcamalarının son 5 yılda yüze 55 arttığı ifade ediliyor. Tek başına ele alındığında bütçeden ilaca ayrılan payın 24 milyara yaklaşmış olması elbette olumlu bir gelişmedir. Ancak çok uzak olmayan bir zaman önce, özellikle de 2009-2013 yılları arasında uygulanan global bütçe döneminde ilaca ayrılan payın genelde 15 Milyar civarında sabitlendiği, bunun ilaç ve eczacılık alanında daralmaya neden olduğu, eczane ekonomilerinin bu süreçte önemli ölçüde eridiği realitesi unutulmamalıdır. Türkiye’de sağlık ve sosyal güvenlik bütçesinde meydana gelen açıkları kapatmak adına uzun süredir sağlıkta tasarruf söylemine bağlı kamu ilaç politikaları devreye sokulmuştur. Sağlık harcamalarının azaltılması noktasında ilk akla gelen ise ilaç fiyatları olmaktadır. Yıllık nüfus artışı, yaşam süresinin uzaması ve yaşlanan nüfus, özel sağlık hizmetlerine sunucularından da hizmet alınması ile sağlık hizmetlerine erişimin eskiye nispetle çok daha kolay hale gelmesi, hekime gitme sıklığındaki artış ve artan tedavi harcamaları gibi temel parametreler göz önünde bulundurulmadan ilaç harcamaları uzun süre baskılanmıştır. Oysa aynı süreçte tedavi giderlerine ayrılan payın ilaca ayrılan payın iki katı olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim tedavi giderlerine 2017 sağlık bütçesinde 50,5 milyar TL ayrılmıştır. Tedavi harcamalarının bu kadar yüksek olmasının ana nedenlerinden biri Türkiye’nin sağlık politikalarında koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen perspektifden uzaklaşılmış olmasıdır. Diğer yandan tedavi harcamaları artışında özel hastane ve sağlık kuruluşu sayısındaki artışa paralel olarak söz konusu kurumlardan alınan hizmet üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. 2002’de özel hastane sayısı 271 iken bu sayı 2014 itibariyle 556’dır. Diğer yandan sağlık göstergeleri dikkate alınırken OECD ülkeleri içerisinde Türkiye’nin sağlığa ve ilaca yaptığı harcamanın pek çok ülkeden daha az olduğu da gözlerden kaçmamalıdır. TÜİK’in 2015 Yılı Sağlık İstatistiklerine göre OECD Ülkelerinde toplam sağlık harcamalarının GSYİH içindeki payına bakıldığında Türkiye % 5,4’lik oranla pek çok ülkenin gerisindedir. İspanya 8,1, Yunanistan 9,2, Portekiz 9,1. OECD ortalaması ise 8,9’dur. Türkiye’de kişi başına sağlık harcaması Sağlık Bakanlığının 2017 Bütçe sunumuna göre 2014 yılı rakamlarıyla 821 Dolar, OECD ortalaması 2690 Dolar, Yunanistan’da 2360 Dolar, İspanya’da 2900 Dolardır. Türkiye’de kişi başına düşen ilaç harcaması 170 Dolar civarında, OECD ortalaması 530 Dolar. Şimdi bu rakamlara bakarak Türkiye’de ilaç ve sağlık harcamalarının yüksek olduğunu söylemek mümkün değildir. Değerli meslektaşlarım, Sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarını kontrol altına almaya yönelik stratejiler ile ilaç fiyatlandırma ve geri ödeme politikalarının eczane ekonomilerimizde nasıl tahribatlar yarattığını hep birlikte yaşayarak gördük. Öyle ki haklı olarak uzunca bir süre sadece ilacın ekonomisini konuşmaktan başka bir şey konuşamaz olduk. Ama kuşkusuz sorunlarımız yalnızca serbest eczanelerin ekonomik sürdürülebilirliğinden ibaret değil. Eczacı istihdamı, serbest eczacılık dışında istihdam alanlarının darlığı, plansız açılan ve sayıları sürekli artan Eczacılık Fakülteleri, eczacılık eğitiminin niteliği, kamu, kurum, hastane ve ilaç sanayinde çalışan eczacıların ücret, özlük hakları, iş sağlığı ve çalışma ortamlarına dair sorunları, eczacıya ve eczane çalışanlarına yönelik şiddet, eczanelerin çalışma düzenine ilişkin sorunlar, eczacı kooperatifçiliğinin gelişmesi ve arzu edilen seviyeye ulaşmasının önündeki engeller, reçetesiz ilaçların ve ona bağlı olarak ilaçta reklamın önünü açma girişimleri, eczane dışına çıkartılan ve halk sağlığı için risk oluşturan ürünler, yaldızlı paketler içerisinde sunulan ama aslında meslektaşlar arası rekabeti körükleyecek, bazı eczacıları ayrıcalıklı konuma getirirken bazılarını işçileştirip vasıfsızlaştıracak, sonuçta market eczane zincirlerine varacak projeler temel meselelerimiz olarak karşımızda duruyor. Söz konusu sorunların çözümü noktasında çok boyutlu perspektifler geliştirilmesi elzem. Bu bağlamda görev ve sorumluluk bir yandan eczacı meslek örgütlerine düşerken diğer yandan eczacılara, ilaç sektörüne, akademiye, karar alıcı ve politika yapıcı konumda bulunanlara, her şeyden öte tüm bunları ortak-katılımcı mekanizmaların süzgecinden geçirip bütüncül politikalar inşa edecek siyasal otoriteye düşmektedir. Şimdi ortak irade, diyalog ve işbirliği içerisinde bu hedefleri gerçekleştirme; geleneği gelecekle harmanlayarak mesleğimizin bayrağını daha yukarıya taşıma zamanıdır”.