Hakan GÖKSEL'in söyleşisi

Gezi Parkı protestoları ile ilgili merak edilen konulardan biri de yargı boyutu olacak. Gezi Parkı olaylarının kontrolden çıkması sonucu göstericiler çok sayıda toplu taşıma ve polis aracına zarar verdi. Polisle çatıştı, vitrinlere, bankamatiklere saldırdı. Diğer taraftan da polis orantısız güç kullanmak suretiyle kalabalığın direncinin artmasına neden oldu ve sevimsiz olaylar ortaya çıktı. Polis tarafından da yasal boyutu aşan sertlikler kendini gösterdi.

Yine aynı olaylar borsada ve turizm alanında büyük ekonomik kayıplara neden oldu. Göstericiler New York Times gibi gazetelerde Türkiye'nin imajına zarar verecek ilan hazırlığı yaparken diğer taraftan bazı odaklar dünya medyasına haber servis edip ülke itibarına zarar vermekle meşgul oluyor.

Haber7.com editörü Hakan Göksel, Gezi Parkı olaylarının kamu malına zarar veren veya halkı galeyana getiren göstericiler ile orantısız güç kullanan polisin nasıl yargılanacağını Ceza Hukuku Profesörü ve Haber 7 Yazarı Prof. Dr. Ersan Şen'e sordu.

İşte merak edilen sürecin yol haritası:   

Göstericiler yargılanırken nasıl bir yol izlenecek? Toplumsal olaylarda farklı yargılama usulleri mi vardır yoksa örneğin çete suçundan mı yargılanacaklar?

Ceza Muhakemesi Kanunu'nda öngörülen yargılama usulü uygulanacak, farklı bir usul yok. Toplanmak veya gösteri yürüyüşü düzenlemek izne bağlı değil. Polis, bildirimsiz yapılan toplantının dağılmasını ister ve insanlar dağılmazsa bu suç değil, fakat cana ve mala karşı şiddet kullanılırsa, bu tepki meşru savunma ve polisin haksız müdahalesine direnme hakkı sayılabilecek hukuka uygunluk nedeni olmadığı sürece, kastedilen suça ve ortaya çıkan sonuca göre değişen suç tiplerinin işlenmesi gündeme gelebilecektir.

Polisin orantısız güç kullanması yargılamalarda "suça tahrik sebebi" olarak görülebilir mi?

Bir fiilin suç sayılabilmesi için, o fiilin kanunda suç olarak tanımlanmış, cezasının da gösterilmiş olması gerekir. Polisin orantısız veya keyfi güç kullanımı, somut olayın özelliklerine göre hukuka uygunluk sebebi, yani fiili suç olmaktan tümü ile çıkarabileceği gibi, haksız tahrik sebebiyle suça verilecek cezanın indirimine de yol açabilecektir. Bu kapsamda, twitter hesabı veya yüze karşı yazılan ve söylenen hakaret içerikli sözler de karşılıklı hakaret nedeniyle cezasız kalabilecektir.

Türkiye'nin imajına yönelik ortaya çıkan olumsuz durumlar hangi usulde yargılanacak?

Türkiye'nin imajının zedelenmesi bir sonuç olsa da, bunun bir suç olduğunu, yani Türkiye'nin imajının zedelenmesi fiilin suç olarak tanımlandığını ve bundan dolayı insanların cezalandırılması gerektiğini söylemek mümkün değildir. Aksine uygulama, "suçta ve cezada kanunilik" ilkesine aykırıdır.

Olaylar meydana geldikten sonra internet üzerinden yapılan değerlendirme, eleştiri, mizahi yaklaşım ve tartışmaları suç saymak isabetli olmayacaktır. Ters bir yaklaşım, ifade hürriyetinin özüne aykırı olacaktır. Bununla birlikte, halkı cebir ve şiddet kullanmaya, suç işlemeye açıkça ve alenen tahrik eden, kışkırtan, yönlendiren, bu şekilde halkın huzur ve sükununu, kamu barışı ve güvenliğini tehlikeye düşürülenler, buna elverişli icra hareketlerinde bulunanlar ise, Türk Ceza Kanunu'nun 213, 214, 216,217 ve 218 maddelerinde düzenlenen kamu barışına karşı suçları işlemekten sorumlu tutulabileceklerdir.

İşlenen suçlar şahsi suçlar kapsamında mı olacak?

Ancak bu konuda, ceza sorumluluğunun şahsiliği ve suçta ve cezada kanunilik ilkeleri uyarınca tespiti isabetli yapmak, sorumluluk ve kusurları olmayanlar ile sadece eyleme katılıp tepki gösterenleri, görüşlerini ortaya koyanları ve protesto edenleri ayırmak gerekir. Ceza Kanununun bu hükümleri, yakalama ve gözaltına alma tedbirleri baskı aracı olarak kullanılmamalı ve adli makamlar buna izin de vermemelidir.

Peki Gezi Parkı olayları nasıl görülmeli?

"Gezi Parkı" adı altında meydana gelen olayları, bir toplumsal tepki, demokratik hukuk toplumunun bir gereği olarak değerlendirmek mümkün olmakla birlikte, elbette bu tür eylemler, polise veya gösteri yapanlara suç işleme hak ve yetkisini de vermez. Eleştiri ve hatta ağır tarzda eleştir yapılabilir, hoşnutsuzluklar dile getirilebilir.

Kimsenin kimseye "yaşam biçimi" dayatamayacağı ve halkın bilgi ve izni olmaksızın ortak değer, kültür ve tabiat varlıklarına dokunulamayacağı söylenebilir. Ancak tepki dile getirilirken de, hem polis ve hem de etkinliğe katılanların başkalarının canına ve malına zarar vermeye yönelik eylemlerde bulunmamaları ve bu yönde alenen diğer insanları suç işlemeye tahrik ve teşvik etmemeleri gerekir. Aksi halde, sorumlu olacaklardır. Bu tür ani gelişen eylemleri hemen bir suç örgütü çatısı altında değerlendirmek ve incelemek de doğru değildir. Suç örgütü, zamana yayılmış bir hiyerarşik yapılanma, bilinçli şekilde oluşturulan emir-komuta zincirine sahip, suç işleyen organize bir teşkilattır.

Özetle değerlendirmenize göre yaşananlar bir demokrasi sorunu…  

Gösterilen tepkiden ve yapılan eylemler ile internette veya meydanlarda söylenen ve yazılardan memnun olmasak dahi, ifade özgürlüğünün kapsamını genişlettiğimiz bu zamanda birbirimize ve söylenenlere tahammül etmek zorundayız. Demokrasiyi sadece bir seçim ve oy verenler olarak görmemek, kamu otoritesinin tüm halktan gelen seslere kulak vermesi, haklı veya haksız olsunlar tepki gösterenleri de terk etmemesi ve onları kötü niyetli olanlara teslim etmemesi gerekir. Bununla birlikte, işlenen suçlar varsa da elbette gereğinin yapılması gerekir. Başka türlü de düzeni sağlamak, insanların hak ve hürriyetlerini korumak mümkün olamaz. Bunu yaparken de "hukuk devleti" ilkesi başta olmak üzere, hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalmak gerekir.

Bu tür olaylarda ihale genellikle polisin üzerine kalır. Sizce tüm suç polisin midir?

Türkiye'de kamu kudretini kullanmak ve memur olarak gerçekten zordur. Birden bire herkes bir kenara çekilir, memura emir verenler ortadan kaybolurlar ve tüm sorumluluk memurun üstüne kalır. Teorik olarak, memur konusu suç teşkil eden emri yerine getiremez. Amir bu emrinde ısrar etse bile memur, konusu suç teşkil eden emri yerine getirmemelidir. Aksi halde memur, kendisine kanunsuz emri veren amirle birlikte sorumlu olur. Bu iş böyledir.

Polisin güç kullanmasının arka planında nasıl bir düşünce yapısı olmalı?

Kanunla sahip olduğunun yetkinizi doğru kullanmak zorundasınız. Vatandaşların hukuka uygun hareket etmesini söylediğinizde, hukuk devletinde öncelikle devletin memurları hukuk kurallarına uygun davranmak, insanlara eşit ve dürüst davranmak zorundadır. Kamu görevlisi, güç kullanma yetkisini intikam almak, tepki göstermek, tahrik ve bir düşüncenin lehine kullanmaz.

Meşru kuvvet olan, görevi insanların hak ve hürriyetlerini korumak olan polis ile diğer güç sahiplerini ayıran da budur. Polisin, kendisine kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emri veren veya emir hukuka uygun olmakla birlikte, sonradan emrin sınırlarını aşan polis bundan sorumlu tutulacaktır. Kanun karşısında, polis olsun kim olursa olsun eşittir ve herkes suçunun cezasını çekmelidir. Görmezden gelmek, yanlış yapan polisi korumak ve vatandaşı hemen yargılamak, eşit ve dürüst olmayacağı gibi, polis devleti anlayışına hizmet eder. Buna dikkat etmeliyiz. Geçmişin hatalarını tekrarlamamalıyız.

Müdahaleler sırasında çok sayıda gözaltı var. Bunları nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Gezi Parkı'na yapılan ilk müdahalelere bakmak lazım. O fotoğrafı kaçırıp da sadece sonradan veya bugün olanlara bakmakla yetinirsek, büyük resmi görememiş ve gerçek sorumluları gözardı etmiş oluruz.

Bir de yakalama ve gözaltı yanlışlığı var. Ortada suçüstü hali yoksa, yakalama ve gözaltı tedbirlerine başvurmamak, insanları bu yolla baskı altına almamak, davet usulünü, olmadığı takdirde zorla getirme yollarını denemek gerekir. Aksi halde, başlatılan soruşturmalar "gözdağı" olarak algılanabilecektir. Türkiye'nin bir yerinde yapılan daha ağır eylemlere ses çıkarmayıp, başka yerine icra edilenlere ses çıkardığınızda, bu da çifte standart olarak yorumlanabilecektir.

Orantısız güç kullanan polislerle ilgili başlatılacak soruşturmalarda failden amire yargılamalarda polisin toplumsal tepkilere kurban edilmesi doğru bir yargılama mıdır?

Kamu otoritesi meseleye sahip çıkmalı ve insanları itidalli olmaya davet etmeli, seslerine kulak vermelidir. Kışkırtma var, amaç farklı diyerek tüm eylemleri ve katılanları aynı kefeye koymak hatalı olacak ve geçmişin yanlışlarına ve dayatmacılığına bu zamanda da düşülecektir. İnatlaşmaya ve karşılıklı yaşam biçimi dayatmak yerine, Ülke ve Millet olarak birlikte yaşamayı, tahammülü, ayrı seslere kulak vermeyi ve düşünce açıklamalarına saygı göstermek ve birbirimiz dinlemek zorundayız. Aksi halde, deyim yerinde ise düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmüş oluruz.

Anladığım kadarıyla soru ve cevaplardan çıkan özet, aslında "masum değiliz hiçbirimiz!"

Sonuç olarak; herkes eşittir, kimse kimseden üstün değildir ve herkes; hukuka, demokrasiye, birbirinin hak ve özgürlüklerine saygı göstermelidir. Yaşanan bir haftalık süreçte herkesin hataları olmuştur, haber toplayıp bunu objektif şekilde kamuoyuna sunma yükümlülüğü bulunan basın dahil herkes öz eleştiri yapmak suretiyle kendisine düşen payı anlamalı ve hatalarından dersler çıkarmalıdır. Çünkü kimse hatasız olamaz. Güneş de balçıkla sıvanmaz.

Kaynak: Haber7 Sayın Hakan GÖKSEL'in söyleşisi