Aksiyon Dergisi 15 Ekim 2012 / ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ

Nevşehirli Naciye Hanım’ın başı şu günlerde, oturduğu evin taşını satmak isteyen ‘haramilerle’ büyük dertte. Çarşıya indiği gün, kapısını sökmek isteyen üç-beş talancıyı komşusu püskürtmüş. Fakat daha ürkütücü olan, kendisi evdeyken soyguncuların pencere demirlerini sökmeye kalkışması: “Akşam namazını kılmıştım, gürültüyü duyunca pencereye koştum. ‘Utanmıyor musunuz?’ diye bağırınca kaçtılar; ama cam kırılmıştı. Korkudan evde oturamaz oldum. Dışarı da çıkamıyorum, döndüğümde evimi yerinde bulamam yoksa!”

 

Naciye Şekerli’nin 27 yıldır huzur içinde oturduğu evi bazıları için bir kazanç kapısına dönüştü; çünkü en az yüz yıllık duvarlar, Kapadokya bölgesindeki restorasyonlar için elzem olan kıymetli Nevşehir taşıyla örülü. Hırsızlıkların son altı ayda artmasının da bir sebebi var elbet, kentsel dönüşüm sahası ilan edilen mahallelerde yapılan yıkımların oluşturduğu kaotik ortam… 

 

Nevşehir Kalesi etrafındaki, sanat tarihçisi Filiz Yüksel’in deyimiyle ‘şehrin nüvesi’ sayılan eski mahallelerin kaderi, hemen bütün köklü şehirlerdeki mahallelerin kaderiyle ortak. Bakımı yapılamayan tarihî evlerin, apartman karşısında gözden düşmesi, o evlere ‘dışarıdan’ gelen ve şehir kültürüne ayak uyduramayan yeni nüfusun niteliksiz yapılar inşa ederek yerleşmesi ve şehrin tarihî açıdan bu en kıymetli bölgesinin zaman içinde tekinsiz, yaşanmaz bir yere dönüşmesi… İşte bu noktada tek seçenek var aslında; tarihî dokuyu canlandırıp eski mahalleleri ayağa kaldırmak, Antep’te yapıldığı gibi…  Yapılmaması gereken şey de belli; eski şehri imara açmak, ayakta kalabilmiş tarihî evleri, çeşmeleri çok katlı binalar arasında boğmak.

 

Nevşehir’de yapılacak olan hangisi? Bugün bomba düşmüş ya da depremde yerle bir olmuş gibi görünen kale civarına insaflı bir gözle bakmak gerekirse, belediyenin niteliksiz yapıları yıktığı, tarihî değeri olan evleri ayakta bıraktığı görülebilir. Ancak bir sonraki adım eğer uygulansaydı, insafı asla hak etmeyecekti. Kale civarında bir yeraltı şehrine ve Damat İbrahim Paşa zamanından kalma su tünellerine rastlanmasaydı ve hâlihazırdaki kentsel dönüşüm projesi iptal edilmeseydi kale, merkezden başlayarak etrafa doğru giderek yükselen ve hatta 15 kata kadar çıkan ‘yeni kale’ler yüzünden görünmez olacaktı.

 

Kentsel dönüşümü beklerken…

 

Yetkililer yeni projenin hazır olmasını beklerken, artık üç-beş tarihî evden ibaret kalmış eski mahallelerde hayat emaresi giderek kayboluyor. Camiler, bir enkazın orta yerinde yapayalnız, üzerine ‘Yıkılması yasaktır’ tabelası asılmış evlerin bir kısmı çoktan yıkılmış ve avlulu, damlı ferah ve ‘tarihî’ evlerini TOKİ dairelerine değişmek istemeyenler epeyce keyifsiz. Bir vakitler komşu evlerin olduğu yerlerde şimdi moloz yığınları yükseliyor ve yollar bu inşaat atıkları yüzünden sıklıkla kapanıyor. Kanser hastası Ali Rıza Bıkmaz, ara sıra çağırmak zorunda kaldığı ambulansa kendi elleriyle yol açmaktan yorgun düşmüş. Bir süre önce kesilen elektriğin ve suyun yeniden gelmesi ve sokak lambalarının yanması için de o kadar uğraşması gerekmiş ki “viranenin içinde terk edilmiş bir vatandaş” olduğuna hükmetmiş sonunda. O virane bazı tehlikeler barındırıyor üstelik. Yıkım sırasında kepçenin patlattığı su borularından biri, Zübeyde Yapar’ın kilerini havuza dönüştürmüş mesela ve aynı su kaçağı yüzünden tuvalet sifonundan gece gündüz tertemiz bir su akıyor. Zübeyde Hanım “Su israfına mı yanayım, kilerin toprak zeminine dolan suyu boşaltmak için harcadığım zamana mı bilmiyorum.” diyor. Evinin arka tarafındaki enkazdan dama atlayıp oradan avlusuna giren hırsızlar var bir de. Önceki gün ocağın üzerindeki bakır leğeni çalmışlar; ancak bu ufak bir hadise yine de. Avlusunun duvarını, taş hırsızlarının elinden kurtarmayı başarmış ne olsa! “Komşum Kayseri’ye gitti. Ertesi gün taşını satmak için evi indirdiler. Oğullarım kapısını ördü kaç defa; ama yine gelip yıktılar. Dönüşte bize sordu komşu, ‘Baş edemedik.’ dedik. Polisi görünce kaçıyorlar, sonra yine geliyorlar. En sonunda pazarlığa oturdum onlarla, ‘Kurban olayım benim duvarımı ellemeyin’ dedim. ‘Tamam, hacı anne’ dediler. Su istediler verdim, çay bile demledim korkumdan.”

 

Zübeyde Hanım’ın duvarına o günden sonra bir ‘Yıkılması yasaktır’ tabelası asılmış; ancak belediye yetkililerinin eski evlere iliştirdiği bu tabelaların bir çırpıda sökülüp duvarların alaşağı edilmesinin önünde bir engel görünmüyor şimdilik. Mahalle sakinleri, bölgede emniyet zaafı olduğu görüşünde hemfikir… Kargaşayı ve mahallelerin viraneye dönüşmesini fırsat bilen ‘haramiler’in gözü öyle dönmüş ki yıkıntılar içindeki kıymetli Nevşehir taşlarını toplayıp satmakla yetinmeyip ayakta kalabilmiş o eski evleri de yıkmaya ant içmişler sanki! Zübeyde Hanım her ne kadar “Müstakil eve alışkınım ben, çatıda mantı makarna keserim, bahçede acılı kaynatırım, asma altında oturmanın ferahlığını hiçbir şeye değişmem.” dese de böyle korku içinde yaşamaya daha fazla dayanamayacağının farkında. Ne var ki kalanlar bir pişman, gidenler iki…

 

Karton kutudaki civcivler

 

TOKİ’nin yaptığı evlere gidenler kendilerini işte böyle tanımlıyor: “Karton kutuya civciv koymuşlar.” Sebahat ve Mehmet Yıldız çifti ara sıra o kutudan çıkıp eski mahalledeki müstakil evlerinde hava alıyorlar. Ev artık kendilerine ait değil; ama kentsel dönüşüm tamamlanana kadar pekmez kaynatmak ya da sebze kurutmak için gelip gidecekler buraya. Gerçi damdaki asma küsmüş onlara, solmuş sararmış ama çıkmayıp da ne yapacaklardı burada, herkes gidip mahalle kaybolduktan sonra! Mehmet Yıldız’a kalırsa duvarına üç ay önce ‘Yıkılması yasaktır’ tabelası asılsa da çok sürmez yıkılır bu ev; çünkü civarda daha tarihî olan nice evin akıbeti böyle oldu. İşin doğrusu, kısa zaman önce bir adam, evin taşlarını satın almak için yalvardığında kıyıp da verebilseydi bu evi, duvarına tabela asılacak bir ev hiç olmayacaktı.

 

Son tahlilde görünen o ki tarihî evlerde oturanlar da kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde TOKİ konutlarına taşındığında, boşaltılan evlerin korunması epey zorlaşacak ve gerekli önlemler alınmazsa çalınan taşlar Uçhisar’da yahut Göreme’de restore edilen eski evlerin duvarını örecek. Ayakta kalmayı başaranlarsa, Anadolu’nun hemen her şehrinde olduğu gibi yaşanmalık değil, seyirlik olacak. Dokuz odalı evinin sofasında taze fasulye ayıklayan Naciye Şekerli’nin yerinde balmumu bir heykel göreceğiz o zaman.

 

Mimar Lütfü Altun’a ve sanat tarihçi Filiz Yüksel’e destekleri için teşekkürler...

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=33835