Avukat Hüsnü Güneş’in Ürgüp Çocuk Yuvası’ndan Harlem sokaklarına uzanan macerası…

“Metropolitan Müzesini’ni 
Neşet Ertaş dinleyerek gezdim”

Hüsnü Güneş Nevşehir Yetiştirme Yurdu’nda büyüdü. Yuva ve yurtlarda geçen kimi zaman zor, kimi zaman komik bir hayattan sonra çok az yurt çocugunun gerçekleştirebildiği bir hayali gerçekleştirdi, hukuk fakültesini kazandı. Onunla da yetinmeyen Güneş, ‘Amerikan rüyasını’ da gördü. O şimdilerde başarılı bir avukat. Şimdilerde başarılı bir avukat olan Güneş’le, bir çocuğun Nevşehir’ den Amerika’ya uzanan Macerasını konuştuk. Ha bir de siyaseti, bir de Türbe Sokak No: 9’u…

Ürgüp Çocuk Yuvası’ndan, harlem sokaklarına, İstanbul hukuk günlerinden Japonya demir yollarına kadar upuzun, macera dolu bir hikayen var. Tüm bu macerayı gözünün önüne getirdiğin vakit neler söylersin. Ne öğretti hayat sana, ne Öğreniyorsun?
Hocam hayat bana Allah’ın mükemmel bir adalet sistemi olduğunu öğretti. Zalimleri de gördüm, merhameti de. Geriye dönüp baktığımda, sadece merhamet olsaydı hayatımda dediğim oluyor. Şimdi ve hep gariplerin, öksüzün, yetimin yanında en yakınında olmak dışında bir derdim olsun istemem. Hiç hayalime aklıma gelmeyecek serveti olan insanları da tanımıyorum. Rabbim nasip etmedikçe hiçbir şey olmayacağını da öğrendim. Ama çalışmanın kıymetini de…

Niye bu kadar yakından ilgilisin gariplik yetimlik mevzusuyla?
Bir noktadan sonra her şeyi görüyorsunuz, sahteciliği,ikiyüzlülüğü… bazı şeyler anlamını yitiriyor, rakamlar da anlmını yitiriyor, annemin dediği gibi Allah’a, işte eve su getirdi, işte yok bu uçak kalktı, devletten razı olsun diye elini açıp dua etmesi olayı… Aslında olay o kadar basit ki… Evin içine su geliyor ve annem buna dua ediyor. Ama modern insana doğal gazın düğmesine basmak zahmetli geliyor. Köklerinden, aydınlık olandan, sahici olandan ne kadar ayrılıyorsan, kopuyorsan işte gerçeklik duygunu da aynı ölçüde kaybediyorsun. İişte annenin gönlü, yetimin gönlü hayattan, asıl gerçekden koparmıyor bizi.

O zaman köklere, geçmişe doğru biraz yolculuk yapalım. Ürgüp Çocuk Yuvası günlerini anlatır mısın biraz…
Otuz yıl önceki psikolojimizle şimdiki aynı değil tabi. Dünyanın en büyük acısını yaşıyorsunuz belki, ama farkında değilsiniz. Geriye dönüp baktığımda komik miydi hüzünlümüydü yaşadıklarım, ben de karıştırıyorum.

Valla süpermiş…
Şimdi Amerika’da tanıdığım bir çocuk vardı, onu aklıma düşürdünüz. Tek, güzel bir çocuk, milyon dolarlık bir evde kalıyor. Amerika’da yaşarken, çocuğu her gördüğümde, onunla hep yuvadaki günlerimi kıyaslardım. Bir milyon tane oyuncağı var ama oynayacak bir arkadaşı yok, canı sıkılıyor. Ben kendimi düşündüğüm zaman otuz kırk çocukla, cıvıl cıvıl bir hayattı bizimkisi. Bir çocuk için en önemli şey oyunsa mesela, dibini buluyorsun o muhabbetin.

Eksik olan bir şey var ama…
 Annesi babası… Annemi özlüyorum, babamı özlüyorum. Anne… O eksik olduğu zaman her şey eksik oluyor tabii. Şimdiki zihnimle gönlümle bunların Allah’ın bir eli varsa onun her zaman üzerimde olduğunu düşünüyorum, her dakika. Yanlış bir yere gidecekken ayağımı o uçurumun içinden çekip aldığını, yanlış bir yoldaysam oradan alıp buraya getirdiğini, buradan alıp daha hayırlı bir yere götürdüğünü. Yani O’nun şefkatini her zaman üzerimde hissettim. Ürgüp günlerininse her dakikasını an be hatırlıyorum.

Bizim millet de biraz uzaktan seviyor kimsesiz çocukları galiba?
Hocam sevmek ağır bir sorumluluk istiyor. Özellikle seninle hiç kan bağı olmayan bir insanı sevmek, ona sahip çıkmak… Yurt ve yuvalarda mesele çok derin tabii. Şimdi mesela yuvalara giden insanlar vardır ziyaret için, iki hafta üst üste gidip sonraki hafta gitmezse, çocukta büyük kırılmalara yol açar. Terk edilmişlik duygusunu ilk anne babadan başlayarak pek çok yerinde hayatın hisseder çocuk.

ABD macerası nasıl başladı, ne kadar yaşadın, sevdin mi?
Çocuk bakmak için gittim, para kazanmaya değil. İngilizcemi de ilerletirim diye düşündüm, üç sene kaldım. Amerika’ya şöyle, nasıl köyden Nevşehir’e, oradan İstanbul’a, büyük şehire geldiysem başka başka duygularla, hayallerle, Amerika da aynı psikoloji aslında. Ufkunu genişleten bir yer. Öyle ya da böyle Amerikan gerçeğini görüyorsunuz. Pek çok şey öğrendim, trafik kurallarından, para kazanmaya, Amerikalı aile hayatından insan ilişkilerine kadar… Çok şey kattı bana. Amerikalı olmadık ama. Bir de orada ister istemez Neşet Ertaş dinliyordum. Yapacak bir şey yok, bunu atma şansın yok içinden. Çalışmayı öğrendim. Günde 17 saat gaz basıyordum. Pompacılık yapıyorduk. İnşaatlarda lokantalarda çalıştım ayrıca. Sonra Japonya’ya ve pek çok ülkeye gittim, dostlar edindim. Şehirleri metroları dolaşarak dünyanın mantığını çözmeye çalışıyorum. Güven ve rahatlık duygusu aşılıyor dünya gezintileri. Müzeleri, dünya markalarını köyden çıkan bir çocuk olarak anlamaya çalışmak müthiş bir duygu.

Tüm bunları da Neşet Ertaş dinleyerek yapmak var ya acayip bir şey olsa gerek…
Amerikan rüyası varsa evet onu görüyorsun. Ama Amerikalı değilsin, olamazsın da. Genetik kodlarımız öyle düzenlenmemiş. Nevşehir, Yüksekli köyüm. Nereye gidersen git bu böyle. Eskiden bunu söylemeye utanıyordum. Bir de Metropolitan Müzesini’ni bir keresinde Neşet Ertaş dinleyerek gezdim hatta.

Gelelim İstanbul-Fatih’te, öğrenci evi cumhuriyetinize… Türbe sokak No9’u anlatsana biraz…
Fatih Sultan Mehmet’in en yakın komşusu olarak Türbe sokakta, hayatın ortasında, üç katlı bir evde beş ila on beş kişi arasında değişen sayıda arkadaşla bir evde kaldık ve dünyayı anlamaya çalıştık.

Amma uzun bir cümle ya hu.
Bizim orada kaldığımız üç sene de imparatorluk güzelliğinde, imparatorluk uzunluğunda bir dönemdi. Orada komün hayatı gördük. Sabah kalktın pantolonunu bulamıyorsun mesela, bu olağan bir şeydi, erken kalkanın üstüne geçmiştir o. Para kıymetli bir şey ama bir taraftan da en kıymetsiz. O gün kimde para varsa patron o, baba o. O doyuracak milleti. Kur’an okuyorduk, komünist bir hayat yaşıyorduk. Buradan Hakan Albayrak üstadımıza da selam gönderelim, hatta söyleyelim Türbe sokak’taki evde birlikte kaldığımızı. Onun hayatımıza, muhabbetimize kattıklarını anlatmak istemem.

Avukatlık yapıyorsun, zenginlerin dünyasını tanıdın, sen de zengin oldun. Var mı bize kodamanların dünyasından aktarabileceğin şeyler?
Yerimi biliyorum şimdi, hep yukarı bakmıyorum çünkü araba, uçak, tekne diye gidiyor istekler. Bir de servetini, bilmem nesini böbürlenerek anlatanları görüyorum. Servetini bizim hayal edemediğimiz insanlar var, tanıdım, vekilleri oldum. Bir tarafta da evinin sobasını yakamayacak durumda yoksullar var, içlerinden geldim, şimdi de görüyorum. Yokluğu görmek şüphem yok, şükrü artıran bir şey. İnsanın parayla imtihanı ise apayrı.

“Dönüp bakmaya tenezzül edilmeyen insanların yanında olmak istiyorum”
Nevşehir, New York, İstanbul… Türbe sokaktan zenginlerin dünyasına kadar uzanan eksen üstünde epey yekun tutan bir maceran var. Bir de siyaset mi olsun diyorsun, milletvekilliği ne getirecek hayatına?
Derdim, tanıdığım en yakından tanıdığım en dipte gördüğüm insanlara daha yakın olmak. Garibin, özürlünün, fakirin, dönüp bakmaya tenezzül edilmeyen insanların yanında olmak istiyorum. Siyasetle onlara hizmet etmek, onlarla hemhal olmak istiyorum. Bir de bu memlekete kendi adıma bir borcum olduğunu düşünüyorum. Yani devlet bize baktı, yağ verdi reçel verdi, kaban verdi, yani kitap verdi. Kömürü yak burada dedi, biz de devlete borcumuzu ödeyeceğiz yani Allah nasip ederse. Borcumuzu ödememiz lazım.

Sokaklara, gençlere öğrencilere söyleyecek bir şeyin var mı?
Gördüğüm şu, Allah adil, en adil Allah yani, Allah’ın ismi çok güzel. Bir de çalışmak çok güzel. Başarı da, mutluluk da, çalışmak da bence, pes etmeden.