NEVŞEHİR(MHA) 1967 yılında, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Kemal Balkan başkanlığındaki bir heyet tarafından, Hacıbektaş ilçe merkezinde bulunan Karahöyük'te yapılan kazı çalışmalarında, çeşitli kültür kalıntıları bulundu. Elde edilen arkeolojik buluntuların bir kısmının milattan önceki yıllara ait olduğu saptanmıştır. 1967-1976 Yılları arasında yapılan arkeolojik kazılarda, aşağıdan yukarıya doğru şu uygarlık katlarının varlığı tespit edilmiş: I.Eski Tunç Çağı: M.Ö.3200-M.Ö.1200, 
II.Asur Ticaret Kolonileri Çağı: M.Ö.1950-M.Ö.1800, III.Eski Hitit Devleti: M.Ö.1650-M.Ö.1500, IV.Hitit Orta Krallık Dönemi: M.Ö.1500-M.Ö.1380, V.Büyük Hitit İmparatorluğu Devri: M.Ö.1380-M.Ö.1200, VI.Geç Hitit ve Frig Dönemi: M.Ö.1200-M.Ö.700, VII.Asur-Med ve Pers Egemenliği Dönemi: M.Ö.700-M.Ö.330, VIII.Hellenistik Devir: M.Ö.330-M.Ö.30, IX.Roma Devri: M.Ö.30-M.S.395
Hacıbektaş ilçe merkezinde bulunan Karahöyük’te yapılan arkeolojik kazılarda, Eski Tunç Çağına ait eserler de bulunmuştu. Kazılarda çıkan eserler, Eski Tunç Çağı içinde yaşanmış olan Asur Ticaret Kolonileri Uygarlık Döneminin, Sulucaharahöyük'teki yaşamı da etkilediğini göstermekte. 
M.Ö.2000 yılı başlarında Kafkaslar üzerinden gelen Hititler, Orta Anadolu’da Kızılırmak havzasına yerleştiler. Hititler’in, buradaki yerli halkla kaynaşarak M.Ö.1650 li yıllarda kurdukları Hitit Devleti, çocuğu bulunmayan kralın M.Ö.1200 yıllarında ölümü üzerine, kardeşi II.Şuppiluliuma’nın tahta geçme çabasının yarattığı kargaşayı yaşamıştır. Bu döneme rastlayan, Ege ve Kuzeyden gelen kavimlerin saldırıları neticesinde, bölgedeki Hitit hakimiyeti sona ermiştir.
Hitit İmparatorluğu yıkılsa da, bütünüyle yok olmamıştır. Daha sonraları “Geç Hitit” denilen “Beylikler” dönemi yaşanmıştır. Hacıbektaş - Karaburna, Topada (Acıgöl), Gülşehir – Sıvasa (Gökçetoprak) da bulunan hiyeroglif kaya yazıtları, küçük beyliklerin oluşturduğu “Tabal Krallığının” Kapadokya bölgesine hakim olduğu Geç Hitit dönemine aittir.
Hitit İmparatorluğunun yıkılışa geçtiği yıllarda Anadolu, Ege ve Kuzeyden göç eden kavimlerin etkisine girmeye başlamıştır. Kafkaslar üzerinden gelenlere Muşki deniliyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Hitit İmparatorluğu yıkılırken, Anadoluda ilk varlık gösterenler Muşkiler olmuştur. Batıdan gelenler ise Brig adını taşıyorlardı. Yavaş yavaş Orta Anadolu’ya geçen bu boylardan Balkan kökenli olan Frigler, Polatlı yöresine ulaştılar. M.Ö. 8. yüzyılda krallık durumuna gelerek siyasal bir topluluk olan Frigler, Hellen ve Geç Hitit etkilerine rağmen, Anadolu'ya gelen diğer kavimlerle kaynaşarak kendine özgü bir Anadolu kültürü oluşturmuşlardır.
M.Ö.8.yüzyılın son on yılında Karadeniz kuzeyinde yaşayan Kimmerler, İskitlerin (Sakaların) baskısına dayanamayarak, Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yönelmişlerlerdir. M.Ö.676 da Kimmerler’e karşı koymak isteyen Frigya Kralı Midas’ın yenilmesi ile, Frigler Orta Anadolu’dan Batı’ya sürülmüşlerdir.
Kimmerler’in saldırıları karşısında ayakta kalmayı başaran Lidya devleti, M.Ö.6.yüzyılda Frigya’nın önemli bir kısmını zapt ederek Kapadokya’ya kadar genişlemiş ve bölgeye hakim olmuştur.
M.Ö.6.yüzyılın sonlarında Medlerin hakimiyetine geçen bölge, M.Ö.6.yüzyıl ortalarında Perslerin yönetimine girdi. Pers hakimiyetine giren Anadolu, İran’daki gibi “Satraplık” lara ayrılarak idare edilmiştir. Bu dönemde bölgemiz, Kapadokya Satraplığı’na bağlıydı. Persler bu bölgeye, “güzel atlar ülkesi” anlamına gelen “Katpatuka” diyorlardı ve “Katpatuka” bölgesinden vergi olarak at, katır ve koyun alıyorlardı. Anadolu insanı, İran kökenli bu yönetim anlayışına karşı fırsat buldukça isyan etmiştir. Pers hakimiyetinin zayıfladığı dönemde, Kapadokya satraplığının da isyan ederek bağımsızlık ilan etme girişimlerini görüyoruz. Bunlardan ilki M.Ö.372’de yaşanan, Kapadokya satrabı Datame’nin ayaklanmasıdır. Datame’nin başlattığı bu ayaklanma başarıya ulaşamadıysa da, başka satraplıkların ayaklanmasının önünü açarak, Anadolu’daki Pers hakimiyetinin sarsılmasına neden olmuştur.
Pers hakimiyetinin zayıfladığı dönemde, Kapadokya satraplığının yanı sıra, başka satraplıkların da Perslere karşı ayaklandığını ve bağımsızlıklarını ilan etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Makedonya’lı İskender’in, Persleri M.Ö.333’te yenilgiye uğratmasının ardından, “Ariarathes” Kapadokyas kralı ilan edilmiş ve Kapadokya Krallığı kurulmuştur.
Tarım arazilerinin verimli olması, gümüş ve kalay madeni zenginliği ve önemli geçiş yolları üzerinde bulunması bölgeyi önemli kılmakta idi. Büyük İskenderin oğlu Perdikkas, bu toprakların önemini görerek Kapadokya’ya saldırdı. M.Ö.322’de Kapadokya Kralı Ariarathes’i mağlup ederek öldürdü. Kapadokya bundan sonra, 20 yıl boyunca Makedonya İmparatorluğu hakimiyetine tabi olmuş; ancak Ariarathes’in yeğeni II. Ariarathes, 20 yıl sonra tekrar Kapadokya Krallığını kurmuştur.
M.Ö.280 yıllarında batıdan gelen Galatlar’ı ve Anodolu’nun içlerine kadar ilerleyen Roma Devleti’ni durdurabilmek için yapılan savaşlar neticesinde Kapadokya Krallığı zayıflamıştır. Pontus Krallığı ve Roma Devleti’nin bölgeye hakim olma mücadelesi başlamıştır. Roma Kralı Tiberius M.S.17 de, Kapadokya’yı Roma Devletine bağlayarak kargaşaya son vermiştir. Roma Devletine bağlanan bölge, merkezi Kayseri olan bir eyalet haline getirilmiştir. Roma Devletinin bölgedeki egemenliği sırasında, doğudan göç ederek bölgeye yerleşimler olduğu gibi, bölgeye yönelik saldırılarda olmuştur. Bölgeyi korumak için Lejyon adı verilen askeri birlikler kurulmuştur. Ege ile bölge arasında yapılan yeni yollar, eyaletin merkezi konumunda olan Kayseri’nin önemli bir ticari merkez olmasını sağlamıştır. Gordianus III, İran’dan gelen Sasani’lerin saldırılarına uğrayan Kayseri şehrinin etrafını surlarla çevirmiştir. Bu dönemde Anadolu’ya yayılmakta olan Hristiyanlar için, Kayseri ve Kapadokya bölgesi önemli bir yerleşim alanı olmuştur. Roma İmparatorluğunun M.S.395 yılında ikiye ayrılması ile, Kapadokya bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Bizans İmparatoru III.Leon’un ikonları yasaklaması ile başlayan İkonoklasm Döneminde (726-843), bölgedeki taşlardan oyulmuş manastır ve kliseler, ikona yanlılarının sığınağı olmuştur. Kapadokya bölgesinde 7.yüzyılın ilk yıllarında, Bizanslılar ve Sasaniler arasında yoğun savaşlar yaşanmış; bölge 6-7 yıl kadar Sasanilerin egemenliğine geçmiştir. M.S.651 yılında Halife Osman tarafından Sasani Devletinin yıkılması ile, bölge bu kez Arap-Emevi saldırılarına uğramıştır.
Alparslan yönetimindeki Selçuklu ordusunun 1071’de, Romanos Diogenes yönetiminde Bizans ordusunu Malazgirt’te yenilgiye uğratması ile, Bizans İmparatorluğu gerileme sürecine girmiştir. Bu tarihten sonra yaşanan göçler sonucunda, bölgede bulunan yerli Rum köyleri yanında, Türk yerleşimleri oluşmuştur. 1075 Yılında kurulan Anadolu Selçuklu Devletinin, 1082 yılında Kayseri’yi egemenlik sınırları içine katması ile, Kapadokya bölgesi Selçuklu hakimiyetine girmiştir. Kapadokya bölgesi bir süre,  kökeni Selçuklular ve Anadolu’ya göçen Türkmen topluluklarına dayanan Danişmendlilerin yönetiminde (1086-1175) kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti ve Danişmendlilerin birlikte karşı koydukları Haçlı Seferlerinde, Kapadokya bölgesi büyük zarar görmüştür. Melik Gazi’nin 1143 de ölümüyle, Danişmendliler taht kavgasına başlamışlar ve II.Kılıçarslan 1175 de, Kapadokya ve çevresini Selçuklu hakimiyeti altına sokmuştur. II.Gıyasettin Keyhüsrev (M.Ö.1237-1246) dönemindeki kötü yönetim, Anadolu Selçuklu Devletini dağılma ve parçalanma sürecine sokmuştur. Araştırma ve incelemeler neticesinde ulaşılan tarihsel veriler, Hacı Bektaş Veli’nin bu dönemde ve böyle bir ortamda Hacıbektaş’a geldiğini göstermektedir.

Hacı Bektaş Veli'nin Hacıbektaş'a Gelişi

Hacı Bektaş Veli'nin Anadolu'ya ve Sulucakarahöyük'e (Hacıbektaş'a) gelişine ilişkin sağlam ve somut bilgilere sahip değiliz. Döneme ait bilgiler içeren kaynaklar ve yapılan araştırmalar; Hacı Bektaş Veli'nin, Anadolu Selçuklu Devletinin kötü yönetildiği, Türk birlik ve beraberliğinin bozulduğu bir dönemde Anadolu'ya geldiğini göstermektedir. Döneme ait bilgiler aktaran Aşıkpaşazade (1478'de yazdığı "Tevarih-i Al-i Osman"), Eflâki (1318-1353 yılları arasında yazdığı "Menâkıbu'l-Ârîfin"), Elvan Çelebi (Baba İlyas'ın torunu - Baba İlyas ' ın söylencelere dayalı yaşamını anlatan "Menâkıbu'l-Kudsiyye fî Menâsıbı'l-Ünsiyye"), Oruc Bey ( "Tevarih-i Al-i Osman") gibi tarihçilerin kaleme aldıkları eserler ve değişik tarihli el yazmaları olan "Vilayetname" de, Hacı Bektaş Veli'ye ilişkin bilgi ve anlatımlar bulunmaktadır. Bu bilgi ve anlatımlar ışığında, bir kısım araştırmacılar şu sonuca ulaşmışlardır: Horasan Erenlerinden Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas'ın çevresinde ve yakınındadır. Babai ayaklanmasında ölen kardeşi Menteş'le yolları, Kırşehir ve Kayseri'ye gittikten sonra ayrılmıştır. Menteş, Sivas'a gitmiş ve Babailer ayaklanmasında ölmüştur. Hacı Bektaş Veli ise, II.Gıyasettin Keyhüsrev (M.Ö.1237-1246) dönemindeki kötü yönetim sonucunda, Baba İlyas'ın örgütlediği ve Baba İshak'ın yönettiği 1240'daki "Babailer Ayaklanması" na rastlayan tarihlerde, ölümüne kadar yaşayacağı Hacıbektaş'a gelmiştir. Bastırılan Babailer Ayaklanmasının sarsıcı etkileri ve Moğollar karşısında 1243'deki "Kösedağ Savaşında" alınan yenilgi, Anadolu Selçuklu Devletini dağılma ve parçalanma sürecine sokmuştur. 1271'de öldüğü düşünülen Hacı Bektaş Veli'nin Sulucakarahöyük'teki yaşamı, bu tarihsel döneme denk düşmektedir. Selçukluların 1243 Kösedağ savaşında Moğollar'a yenilmesiyle birlikte, bölgede Moğol hakimiyeti başlamış ve bölge Moğolların atadığı valilerce idare edilmiştir. Moğolların baskısı, Bizans saldırıları, siyasal suikastlar, doğal afetler ve salgın hastalıklar, Anadolu Selçuklu Devleti'nin çöküşünü hazırlamıştır. Anadolu Selçuklu Devletinin bu çöküş döneminde, uç bölgelerdeki Türkmen boyları bağımsızlıklarını ilan ederek Beylikler kurdular. 1277 Tarihinden sonra tahta çıkan Anadolu Selçuklu Sultanları görünüşte hüküm sürseler de, aslında yönetim ve egemenlik İlhanlılar'ın kontrolündeydi. Anadolu Selçuklu Devleti 1318 de yok olmuş ve bölge tamamen İlhanlıların hakimiyetine geçmiştir. Sulucakarahöyük'ün bulunduğu bölgedeki Moğol baskısı ve hakimiyet dönemini; egemenliğin Beylikler arasında el değiştirdiği bir dönem takip etmiştir. İlhanlıların egemenliğini, sırasıyla Eretna Beyliği, Karamanlı ve Kadı Burhaneddin Devleti yönetimleri izledi. Tekrar Karamanlılar'ın yönetimine geçen bölge, Yıldırım Beyazıt tarafından 1398'de Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1402'de Ankara Savaşı'nı kazanan Timur, bölgeyi tekrar Karamanlılar'a verdi. Karamanlılar ve Osmanlı Devleti arasında uzun süren savaşlar sonunda bölge, 1466'da Karamanlı topraklarıyla birlikte Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. İlyas'ın örgütlediği ve Baba İshak'ın yönettiği 1240'daki "Babailer ayaklanması" na denk düşen bir tarihte Hacıbektaş'a geldiği düşünülen Hacı Bektaş Veli, burada olgunlaştırdığı öğretisi ile, ölümünden sonra kurulacak olan Bektaşi tarikatının temellerini atmıştır. Hacı Bektaş Veli'nin ölümünden sonra müridleri, O'nun öğretisini dört bir yana yaymışlardır. Aşıkpaşazade'nin Vekayinâmesinde; Abdal Musa'nın, Kadıncık'ın müridi ve Hacı Bektaş adını taşıyan Dervişler topluluğunun kurucusu olduğundan bahsedilmektedir. Hacı Bektaş Veli'den "el alan" ve "giz verilen ve yetiştirilen" Kadıncık Ana 1271'de ölen Hacı Bektaş Veli'nin öğretisini taşıma ve aktarma görevini üstlenir. (Alevi edebiyatında geçen Fatma Nuriye Hatun , Kutlu Melek, Fatma kavramlarının Kadıncık Ana olduğunu düşünenlerin yanı sıra, bunların farklı kimlikler olduğuda ileri sürülmektedir.) Beylikler döneminde, Hacı Bektaş Veli'nin öğretisini Anadolu'nun dört bir yanına yayacak olan "Dervişler Topluluğu", Hacı Bektaş Veli Dergahında yetişmiştir. Abdal Musa'nın Sulucakarahöyük'te, Bursa-Bergama-Denizli ve son olarakta Elmalı - Tekkeköy'deki yaşamını aktaran "Abdal Musa Vilayetnamesi" nin de Aşıkpaşazade'yi doğruladığı görülmektedir. Hacı Bektaş Veli'nin harcını kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu, Trakya ve Balkanları kapsayan çok geniş bir alanda kabul görmüş ve benimsenmiştir. İleride Osmanlı Devletini kuracak olan ve Oğuzların Kayı boyundan olup Anadolu'ya göç edenler, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından Ankara'nın batısındaki Karacadağ civarına yerleştirildiler. Ertuğrul Bey idaresindeki Kayı Boyu, 1231 yılında Söğüt ve Domaniç'i fethederek bu bölgeye yerleşti. Ertuğrul Bey'in 1281 yılında ölümü ile, Kayıların başına oğlu Osman Bey geçti ve 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Beyliği'ni kurdu. Osmanlı Devleti'nin temelleri bu tarihlerde atılmış oldu. Karamanlılar ve Osmanlı Devleti arasında uzun süren savaşlar sonunda, Hacıbektaş ve çevresi, Karamanlı topraklarıyla birlikte 1466 tarihinde Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. Osmanlı Devletinin Hacıbektaş ve bölgedeki egemenliği 1466 tarihinde başlamakla birlikte, Hacı Bektaş Veli Dergahında yetişen Dervişlerin, Osmanlıların devlet olma sürecine etkileri çok daha önceki tarihlere rastlamaktadır. Osmanlı Devletinin genişleme döneminde, yeni fethedilen topraklara yerleşen ve yerleştikleri yerler kendilerine verilmiş olan Derviş'lere rastlıyoruz. Sultan tarafından tanınan ayrıcalıklı konum ve bazı vergilerden muaf tutulmaları, yerleşecekleri yerin fethine katılan "Derviş Gazileri" yaratmıştır. Hacı Bektaş Veli'nin halifesi durumundaki Abdal Musa'nın, evlatlığı Seyit Ali Sultan'ın, Geyikli Baba'nın ve diğer dervişlerin Osmanlıların hakimiyetlerini genişletmesinde; Bursa, Trakya ve Balkanların fethinde rol oynadıkları görülmektedir. Abdal Musa, daha sonra bu ayrıcalıklı konumunu bırakarak, Bergama ve Denizli'ye, oradan da kendi tekkesini kurduğu Elmalı - Tekkeköy'e gitmiş; gittiği yörelerde Hacı Bektaş Veli'nin kutsanışını yaygınlaştırmıştır. Osmanlı Devleti'nin Sünni İslam anlayışını benimsemeye başladığı XV.yüzyılın sonlarına kadar, Şaman inançlı atalarından izler taşıyan bir İslam inanışı dönemi yaşanmıştır. Osmanlının yaşadığı bu dönem ve süreçte Hacı Bektaş Veli'nin, halkın gönlünde saygın bir yere sahip olduğunu gösteren anlatımlara rastlıyoruz. Yeniçeri Ocağının 1362’de I.Murat zamanında kurulduğu kabul edilmektedir. Osmanlı tarihi ve tarihi seyir incelendiğinde, Hacı Bektaş Veli'nin Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda doğrudan bir etkisinin olmadığı görülmektedir. Bu yıllarda Hacı Bektaş Veli yaşamamaktadır. Yeniçerilerin Hacı Bektaş Veli’yi "Pir" kabul etmeleri, Yeniçeri Ocağı ile Bektaşilik arasında bir bağ olduğunu düşündürtmektedir. Bu bağın, Hristiyan bir çevreden gelen ve devşirme genç askerlerin yetiştirilmesinde görev alan bir kısım Bektaşi Dervişleri vasıtası oluştuğu varsayımını akla getirmektedir. Hacı Bektaş Veli ile Yeniçeri Ocağının kuruluşunu ilişkilendiren Vilayetname'deki anlatımın, Anadolu ve Rumeli’de teşkilatlanmış, yaygın ve etkili Bektaşi tekkelerinin desteğini kazanmayı; Hacı Bektaş Veli’yi "Pir" sayan Yeniçerilerin hanedana bağlılıklarını pekiştirmeyi hedeflediğini akla getirmektedir. Osmanlı Sarayı, Sünni İslam anlayışına yöneldiği XV. yüzyılın sonlarına kadar, Hacıbektaş'taki Dergah'la ilgisini kesmemiştir. Vilayetname'ye göre türbe, atası Gazi Osman ile yakınlıklarından dolayı, Hacı Bektaş'ın anısına içten bağlı olan Sultan Gazi Murat (Orhan Bey) (1326-1389) tarafından, Yanko Medyen adlı bir Mimara yaptırılmıştır. II. Murat (1451-1481), türbe aleminin yaldızı için bin altı yüz akçe altın döktürmüştür. II. Bayezıt (1448-1512) Dergahı ziyaret etmiş ve kubbesini kurşunla kaplattırmıştır. Sulucakarahöyük'te yaşayanlar avarız vergisinden (Avrupa'daki Hıristiyan ittifakına karşı açılan seferlerin masraflarını karşılamak amacıyla her evden 10 akçe alınması) muaf tutulmuşlar ve kadılar hariç, diğer devlet görevlilerinin müdahale edemiyor olmaları Sulucakarahöyük nüfusunu artırmıştır. Hacıbektaş'ta 1485 tarihinde 776 olan nüfusun, 1584 de 4000-4200'e ulaştığı tahmin edilmektedir. II.Beyazıt 1501 yılında, İkinci Pir olarak bilinen Balım Sultan’ı (1462-1516), Hacı Bektaş Veli Dergahının başına getirmiştir. Bütün söylentiler Balım Sultan'ın, Edirne'nin 40 kilometre güneyinde bulunan Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) tekkesinin bulunduğu Dimetoka'dan geldiğini göstermektedir. Bazı araştırmacılar, Alevi - Bektaşi düşüncesini ve teşkilatını kontrol altında tutmak isteyen Osmanlı idaresinin, Balım Sultan'ı Hacı Bektaş Veli Dergahının başına getirdiği düşüncesindedirler. Bektaşi Tarikatının biçimlenmesine ilişkin etkisi ve rolü yadsınamayacak olan Balım Sultan, 1462'de Dimetoka'da doğmuş ve 1516 yılında Hacıbektaş'ta ölmüştür. Osmanlı Padişahlarının “Dergah”a ilgisi, II. Bayezit’den sonra sona ermiştir. Osmanlı Sarayı, XV.yüzyıl sonlarında Sünni İslam anlayışına yönelmiş; 1517'de Abbasi Halifeliğini sona erdiren Yavuz Sultan Selim, ilk Halife Sultan olmuştur. Osmanlının Arap-Acem kültürünü benimsediği bu süreçte; baskı altındaki Alevi ve Bektaşiler, 1501'de kurulan Türk Safevi Devletine ve Şah İsmail'e yakınlık duymuşlardır. I.Selim (1495-1566) 1512 yılında hükümdar olmuş; 1514 yılında Safevi Devleti üzerine düzenlediği sefer öncesinde ve sonrasında, Alevi ve Bektaşilere yönelik büyük bir kıyım gerçekleştirmiştir. Resmi kaynaklara göre 40.000'in üzerinde Alevi ve Bektaşinin canına mal olacak kıyım, Müftü Hamza'nın 1512 yılında Alevilere karşı hazırladığı fetva ile başlatılmıştır. Bu dönemde, Hacıbektaş'taki Dergahın yeniden açılacağı 1551 yılına kadar kapatıldığını ileri sürenlerin yanı sıra; 1516 yılında ölen Balım Sultan'dan sonra, Dergah'ın başına Kalender Çelebi'nin geçtiğini ileri sürenler de bulunmaktadır. Kalender Çelebi'nin, Balım Sultan'ın kardeşi, oğlu yada torunu olduğuna ilişkin farklı değerlendirmeler olsa da, Bektaşi Dergahı ile bağını kimse yadsımamaktadır. I.Selim'den sonra, 1520 yılında tahta oturan Kanuni Sultan Süleyman'ın da Anadolu'da yaşayan halkın üzerindeki baskıcı yönetim anlayışını sürdürmesi isyanlara neden olmuştur. 1526 yılındaki Süğlün Koca (Baba Zünnun) ve 1527 yılındaki Zünnunoğlu Halil isyanını, 1527 yılındaki Kalender Çelebi'nin önderlik ettiği "Şah Kalender" isyanı izlemiştir. Vergi toplayanların yolsuzluklarından yakınan ve Kanuni Sultan Süleyman'ın arazi tahririni yenilemesinden zarar görenlerin de katılımı ile isyan kısa sürede Kırşehir, Ankara, Çorum, Amasya, Tokat, Maraş, Sarız ve Elbistan'ı da kapsayan geniş bir alana yayılmıştır. I.Selim zamanında tımarları (TIMAR:Osmanlı toprak düzeninde, yıllık geliri üçbin akçeden yirmibin akçeye kadar olan,genellikle sipahi denen asker sınıfına hizmet karşılığı olarak verilen dirlik.) ellerinden alınan Dulkadiroğlu sipahilerininde katılımı ile, Kalender Çelebi'nin önderliğindeki isyancılar 30.000 kişiden fazla bir kuvvet haline geldiler. Mohaç seferinden dönen Kanuni, ayaklanmayı bastırması için Sadrazam İbrahim Paşa'yı görevlendirdi. İbrahim Paşa'nın, Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa komutasında gönderdiği öncü Osmanlı kuvvetleri, Kalender Çelebi önderliğindeki isyancılar tarafından bozguna uğratılır. Gittikçe büyüyen ve kuvvetlenen isyanın mevcut askeri güçle bastırılmasının zorluğunu gören Sadrazam İbrahim Paşa, Dulkadıroğlu sipahilerine tımarlarının geri verileceğini bildirerek isyancıların bölünmesini sağlar. Kalan kuvvetler arasında da çözülme başlayınca, Maraş'ın Nurhak Dağlarındaki Başsaz yaylasındaki çatışmada, isyancılar yenilgiye uğradı. Ayaklananların başında bulunan Kalender Çelebi ve Kalender Çelebi'yi sonuna kadar yalnız bırakmayan Dulkadiroğlu beylerinden Veli Dündar'ın başları kesildi. Kalender Çelebi'nin mezarı, Hacı Bektaş Veli Dergahı içerisindeki Balım Sultan Türbesi içerisindedir. Kalender Çelebi önderliğindeki isyanın, Pir Sultan Abdal'ın deyişlerine yansıdığına dair inceleme ve değerlendirmeler, her iki ismin aynı dönemde yaşadığını göstermektedir.
Hacıbektaş 1541 yılında, Niğde'ye bağlı bir nahiye merkezidir.
Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başladığı dönemde, Bektaşi Tekkelerinden aldıkları destekle isyanlara karışıp, keyfi hareket eden Yeniçeri Ocağına karşı tepkiler artmıştır. II.Mahmut (1808-1839) tarafından 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kapatılmış ve Bektaşilik yasaklanmıştır. Bektaşi Tekkeleri kapatılarak, Bektaşi Babalarının bir kısmı sürgüne gönderilmiş ya da idam edilmişlerdir. II. Mahmud, çıkardığı 11 Ocak 1827 tarihli fermanla, “Anadolu’daki bütün Bektaşi tekkelerinin türbe mahalleri hariç bütün binalarının yıktırılmasını eşya, emlak ve diğer gelirlerine el konulmasını” emretmiştir. Birçok Bektaşi tekkesi camiye dönüştürülmüş ve daha çok Nakşibendi tarikatına mensup şeyhlerin idaresine bırakılmıştır. Bu dönemde Hacıbektaş’taki merkez tekkeye de Nakşi Mehmed Said Efendi tayin edilmiştir. 1839'da tahta çıkan I.Abdülmecid (1823-1861) döneminde Bektaşi Tekkeleri yeniden canlanmış ve II. Meşrutiyet’ten sonra bu canlanma daha da artarak sürmüştür. Hacıbektaş 19.yüzyıl sonlarında, Ankara vilayetinin Kırşehir sancağına bağlı bir nahiye merkezidir.
Atatürk'ün Hacıbektaş'a Gelişi

Ulusun kurtuluşu için toplanan kongreler neticesinde bağımsızlık savaşının yürütüleceği merkez olarak Ankara seçilmişti. Sivas Kongresi sonrasında Ankara'ya gitmek üzere yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk'ün, Alevi ve Bektaşiler için mühim bir merkez olan Hacıbektaş'a uğrayarak, Çelebi Cemalettin Efendi ve Dedebaba Postu Vekili Niyazi Salih Baba'nın desteklerini almak istiyordu. 22 Aralık 1919 tarihinde Hacıbektaş'a gelen Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki heyet, bir gece Hacıbektaş'ta kalmış; varolan ilişki ve destek, daha detaylı olarak ele alınmıştır. Bu görüşmenin ardından, Anadolu'daki tüm Bektaşi tekkeleri milli mücadeleye tam destek vermişler ve birer karargah gibi çalışmışlardır.
Hacıbektaş'ın, Nevşehir'in İlçesi Olması

Bakanlar Kurulu'nun 12.12.1947 tarih ve 21454 sayılı kararı ile 01.01.1948 tarihinde ilçe yapılan Hacıbektaş, Kırşehir iline bağlanmıştır. 1953 Yılında Millet Partisinin kapatılması üzerine, 1954 yılında Cumhuriyetçi Millet Partisini kuran Osman Bölükbaşı, 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan seçimde Kırşehir ilindeki oyların çok büyük bir kısmını alarak tekrar TBMM’ne seçilir. Demokrat Parti, 20 Temmuz 1954 tarih ve 6429  sayılı  kanunla  Nevşehir’i  il, Kırşehir’i  de ona  bağlı  bir ilçe  haline  getirerek, Kırşehir'i cezalandırır. Kırşehir’e bağlı bir ilçe olan Hacıbektaş, Nevşehir’e bağlanır. 1 Temmuz  1957 de  çıkarılan  7001  sayılı  kanunla, Kırşehir  yeniden  il yapılmış, Hacıbektaş ise Nevşehir’e bağlı bir ilçe olarak kalmıştır. Hacı Bektaş Veli Külliyesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 1958-1964 yılları arasında restore edilmiştir. 30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair yasa ile Hacı Bektaş Veli Dergahı da kapatılmıştı. Hacı Bektaş Veli Dergahında bulunan eserler, Milli Eğitim Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü'nce gönderilen bir heyet tarafından saptanarak, önemli ve taşınabilir durumda olanlar önce Ankara Kalesindeki bir depoya, Ankara Etnografya Müzesinin kurulması ile söz konusu müzeye taşınmıştır. Külliyenin geniş kapsamlı onarımına 1958'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlanmış, 1959'dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından devam edilmiş; büyük ölçüde aslına uygun biçimde tamir edilen külliye, 16 Ağustos 1964 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. İlçenin bugün hala ayakta kalan tarihi yapılarından olan Hacı Bektaş Veli Dergahı, Kadıncık Ana Evi, Bektaş Efendi Türbesi Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindedir. Hacı Bektaş Veli Dergahı, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünce, Hacı Bektaş Veli Müzesi olarak ziyarete açık tutulmaktadır. Karahöyük kazılarından çıkan eski çağlara ait eserler ise, Hacıbektaş Arkeoloji ve Etnografya Müzesinde sergilenmektedir.