Bir Müslüman olarak, çalışmak, helalinden kazanıp helal dairesinde harcamak en başta gelen görevlerimizdir. İnsanın huzuru, mutluluğu, kazancının bereketi, evladının hayırlı ve imanlı olması, hatta ibadet ve dualarının kabul olması kazancının helâl olmasına bağlıdır. Kur’an-i Kerimde helâl ve temiz olan şeylerin yenilip içilmesi emredilirken, necis olan şeyler ve her türlü batıl kazanç yolları yasaklanmıştır. Bakara Suresi 168. Ayette şöyle buyrulur.  “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. 
                                                                                                                                                                                                               
Evet, şeytan bizim düşmanımız ve bizi türlü türlü yollarla harama bulaştırmak istiyor. Bunu da daha ziyade şüpheli şeyleri nazara vererek yapabiliyor. Efendimiz şu ifadelerle asırlar öncesinden bizi uyarıyor: "Şüphesiz ki helal belli, haram da bellidir. Bu ikisi arasında çok kimselerin bilmedikleri şüpheli şeyler vardır. Her kim şüpheli şeylerden korunursa, dinini ve namusunu korumaya talip olmuş demektir." (Buhârî, İmân, 39)
 
Büyüklerimizin bu hadise dayanarak helal ve haram noktasında içinde şüpheli şeylerden olabildiğince kaçındıklarını görüyoruz.  Nisa suresi, 29. Âyette de “Ey İman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir” buyrulmaktadır. Yüce Rabbimiz insana faydalı olan şeyleri helal, zararlı olan şeyleri de haram kılmıştır. Bir şeyin helal olması için aynı zamanda kazanç yollarının da meşru olması gerekir. İslâm, hırsızlık, rüşvet ve gasp gibi her türlü haksız kazanç yollarını yasaklamış ve büyük günah olarak kabul etmiştir.
 
Haram ve helal lokma arasında, adeta ak ile kara kadar farklılık vardır. Mevlana (ks) meselenin önemine vurgu yaparak konuyu şöyle izah eder: “İnsandaki nûru, kemali artıran şey, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır. Haram lokma ise kandilimize konulunca kandili söndüren yağa benzer. Sen onun adına yağ bile deme su de. Çünkü gönlümüzdeki kandilimizi nûrumuzu söndürüyor. Bilgi, aşk, muhabbet, merhamet, helâl lokmadan doğar, meydana gelir. Yediğin bir lokmadan haset, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o yediğin lokmanın haram lokma olduğunu bil. Hiç buğday ekenin arpa biçtiğini gördün mü? Hiç atın eşek yavrusu doğurduğu görülmüş müdür? Yediğimiz içtiğimiz şeyler, aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helâl lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar. Haram lokmadan ise kin, haset, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar.” (Mesnevi, c.1. S.1642)
 
Abdulkâdir Geylâni Hazretleri de Sohbetler’ inde; “Ey oğul, haram lokma kalbi öldürür. Helâl yemek ise onu ihyâ eder. Lokma vardır kalbini nûrlandırır. Lokma vardır onu karartır. Lokma vardır sadece seni dünya işi ile iştigal eder bir hale getirir. Lokma vardır seni manaya yönlendirir…” “Dört şey vardır ki kalbin kurtuluşu huzuru onların vasıtasıyla olur. Bunların en önemlisi ve birinci şartı yediğine içtiğine çok dikkat etmek helâl lokma yemektir. Yiyip içtiklerin hep helâl olsun. İlaç niyetine bile haram edilen şeylerden yeme. Sonra sende mizaç değişikliği olur” demektedir.
 
Evet, insanın en zor değişen özelliği, huyunun suyunun değişmesidir. Fakat görüyoruz ki madden veya manen pis olan bir gıda, mizacımızı dahi değiştirebilmektedir. Farkında olmadan tüketiverdiğimiz şeyler, kim bilir bizden hangi güzel fıtri, insani duyguları alıp götürüyor!..
 
Helal yoldan kazanılmış olsa bile yemeği yemenin de maneviyatımıza tesir eden bazı incelikleri vardır. Bilelim ki; “Besmele ile başlanıp Elhamdülillah diyerek bitirilen yemekler, bir şifâ kaynağı olurken; besmelesiz ve şükürsüz yenilen gıdâlar, gaflet sebebi olurlar. İşte, yeme-içmede manevi temizliğe gösterilen bu riâyet, nîmetlerin bereketlenmesiyle birlikte, maddî-mânevî huzur ve sıhhate vesîle olmaktadır.” Ayrıca, yemek boyunca; Allahu Teala’nın üzerimizdeki nimetlerini düşünmek, nimetin bizim önümüze gelinceye kadar, nice emekler ve şartlar altında oluştuğunu ve bunların hepsinin Allah’ın lütfuyla olduğunu tefekkür etmek gerekiyor. İnsan, asıl yemeği göndereni unutur mu hiç!
 
Behlül-i Dânâ (ks) daha ileri düzeyde şöyle demiştir: “Allah ile ye, Allah ile uyu ve Allah ile konuş.” Bunun manası şudur; İnsan yemek yerken Allah'tan gafil olmamalı, Allah (cc)’nun huzurunda bulunduğunu bir an dahi aklından ve kalbinden çıkarmamalıdır. Böyle davrandığı zaman, bu yedikleri, kişiye, ibadet için büyük bir kuvvet ve muhabbet vesilesi olur.                               

Gülşen YENİ
Nevşehir İl Vaizi