NEVŞEHİR(MHA) Nevşehir İl Müftülüğü tarafından belirlenen hutbesinde bu hafta İslam’da İtidal ve İstikamet konusu işlenecek.

Nevşehir’deki 400’ü aşkın cami’de Cuma namazına gelen cemaate dinimizde doğruluk ve bu yönde hayata istikamet vermenin önemi anlatılacak.

“Ebû Amr (ra) Peygamberimize (s), “Bana İslâm’ı tarif et” demiyor da, “Bana İslâmiyet’i öylesine özlü, açık ve kapsamlı tarif et ki, bir daha senden başkasına sorma ihtiyacı duymayayım” diyor. O da (s) bu soruya bir hayli kısa ama oldukça derin hikmet ve anlamlar yüklü bir cevap veriyor. Kendisine Kitab ve Hikmet verilen Peygamberimiz (s) cevâmiü’l-kelim (az sözle engin manalar dile getirme) özelliği ile bu zor soruyu, “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol” diye iki cümlecikle cevaplıyor. Hadisin diğer rivayetinde cevap, “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” şeklindedir. Rasûlüllah Efendimizin (s) bu kesin, net ve veciz cevabının, Ahkâf 46/13-14. âyete dayandığı açıktır: “Şüphesiz, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru/istikametli olanlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Onlar cennet ehlidirler ve yaptıklarına karşılık orada ebedi kalıcıdırlar.” 
Bu ilahi ifadelerin bir benzeri de Fussilet sûresinin 30-32.âyetlerinde yer alır:

“‘Rabbimiz Allah'tır’ deyip sonra da dosdoğru bir istikamet tutturanlara gelince, (ölüm anında) onların üzerine melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatında da, ahirette de size dostuz. Burada, canlarınızın çektiği, umduğunuz şeyler, bağışlayan ve acıyan Allah katından bir ziyafet olarak size sunulur’.” Sünnet-i seniyyenin, Kur’ân kaynaklı olduğu bu örnekte son derece net olarak görülmektedir. Hadis-i şerifteki “iman ve istikamet” formülasyonu, şu âyet-i celilede çok daha kısa ve nettir: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112). Hz. Muhammed (s), kendisine, "yaşlandınız ya Rasûlallah" de¬nilmesi üzerine, "Beni Hûd ve Şûrâ sûreleri yaşlandırdı" buyurmuştur. (Müslim) Çünkü her iki surede de ona "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" denilmiştir (Hûd 11/112; Şûra 26/15). Allah Elçisi'nin (s), gereğini yerine getirmek için bir ömür tükettiği "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" aye¬ti, müfessir Razî'nin beyanına göre, hem Hz. Peygamber'in şahsıyla ilgili, hem de vahyin tebliği, kanunların açıklanması gibi risaletiyle ilgili bütün görevleri kapsayan bir emirdir. Rasûlüllah’ın da bizim de emir ve talimatlarını uygulayıp dosdoğru olmakla emrolunduğumuz şey ise Kur’ân-ı Kerim’in tamamıdır ki, bu da saçları ağartacak bir sorumluluktur. Evet, İslâmiyet, kısaca “Tevhid ve istikamettir”. İstanbul’un işgali günlerinde Anglikan Kilisesi’nin “İslâmiyet, fikre ve hayata ne getirmiştir?” sorusuna, o zamanlar Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye âzası olan Bedîüzzaman Said Nursî’nin verdiği cevap da, bu hadisin bir başka şekilde ifadesidir: “İslâm, fikre tevhid, hayata istikamet vermiştir.” O halde, İslâm’ın iki asli kavramı olan tevhid ve istikamet’i ve aralarındaki ilişkiyi iyi kavramalıyız. Tevhid; Allah’ı birlemek ve O’nu bir olarak kabul etmektir. O’nun hiçbir şekilde ortağı, eşi, benzeri olmadığı gibi ezelî ve ebedî sıfatları yönünden ‘hiçbir şekilde dengi de olmadığına’ (İhlas 112/4) inanan ve Allah’tan başka ilâh ve rab kabul etmeyen müminlerin; bütün benlikleriyle O’na yönelip teslim olmaları, O’nun gösterdiği yolda yürüyüp, O’nun istediği gibi O’na kulluk yapmaları Tevhid’dir. Allah’ı bu anlamda birleyen Tevhid ehline muvahhid denir. İşte bu kapsamıyla Tevhid, İslâm’ın özüdür. İstikamet ise: sözlükte ‘kalkmak, ayakta durmak, düzeltmek, bir iş mutedil olmak, devam ve sebat etmek, bir işi üzerine almak, hak zuhur etmek, sabit olmak’ anlamla¬rındaki "k-v-m" kökünden gelir. Doğru ve mutedil olmak demektir. Eğri olmanın zıddıdır. Din ıstılahında istikâmet; hakka tabi olmak, adaleti yerine getirmek, doğru yola girmek, itaat olan şeyleri yapıp is¬yan olan şeylerden sakınmak, verdiği sö¬zü tutmak ve haktan meyletmemek de¬mektir. Bu kimseye ve hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru şeye müstakîm denir. Bu kelime Kur'ân'da; tartı¬nın (İsrâ 17/35), Allah yolunun (Şûra 42/52), bu yola giren insanın sıfatı ola¬rak kullanılmıştır. İbn Abbas'a göre İslâm Dini, ‘Sırâtı Müstakîm’ olarak da ifade edilmiştir. Sırât-ı Müstakîm: ‘inişi ve yokuşu olmayan, dümdüz, iş¬lek, açık, doğru ve büyük yola/caddeye’ denir. Temsili anlatımla ‘emir ve ya¬saklarında, helâl ve haramlarında, hüküm, öğüt ve tavsiyelerinde en doğru olan İslâm Dini’ne “Sırat-ı Müstakim” denmiştir. Demek ki; istikamet hâlis bir tevhid inancına dayanır. Temelinde tevhid bulunmayan istikametten söz edilemez. Hayata istikâmet veren Allah’ın birliği inancıdır. Zira gerek âyetlerde gerekse yukarıdaki hadiste “Rabbim Allah” dedikten sonra “dosdoğru olmak” emrediliyor. Ancak hemen söyleyelim ki, tevhid inancına sahip olan herkes, mutlaka doğru-dürüst ve müstakim bir kişidir de denilemez. Çünkü istikamet, tevhid’in zaruri neticesi değil, aksine tevhid, istikametin vazgeçilmez ön şartıdır. Kısaca denilelebilir ki, Tevhid inancını benimsemekle muvahhid olunur; ancak “muvahhid kalmak” için “müstakim” olmak yani istikamet üzere yaşamak gerekir ki, bu oldukça dikkat ve gayret ister. Tevhid ehline düşen görev, istikametini doğru tutmak ve Sırât-ı Müstakim üzre sabit-kadem olmaktır. Buradaki mağfiret dileme tavsiyesi, istikametteki kusurlarla ilgili olarak anlaşılmıştır. İnsan elbette hata ve kusur işler, zaman zaman ayaklar kayabilir; bu durumda hemen tevbe ve istiğfar ederek geri dönülür ve bir daha istikametten ayrılmamak için azami gayret gösterilir; hatalara mahkûm olunmaz. Bu konuda Hz. Peygamber (s) “Tam anlamıyla başaramazsınız ya, siz (yine de) dosdoğru olun!” (İbn Mace, Darimi) buyurarak, müstakim olmanın hem zorluğunu hem de vazgeçilmezliğini vurgulamıştır. 
Müstakim olmakta kalbin ve dilin doğruluğu da pek büyük öneme sahiptir. Rasûlüllah (s): “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” (Müsned) buyurur. Aşağıdaki hadis-i şerif, İslâm’ın iki esas kavramı olan tevhid ve istikamet’e bir de itidal’i ekler. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s) şöyle buyurdu: “Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler ki: 'Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?’ Buyurdu ki:
“Ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlarsa, o başka!” (Müslim). Bu hadis-i şerif, “müstakîm” olmanın ön şartı olarak “mutedil” olmayı getiriyor. Yani bütün iş ve ilişkilerinde müstakîm olmak isteyen, önce mutedil olmalıdır.  Demek; orta yolu tutmak, istikamettir. Zira hadisteki “gâribû” tavsiyesi “mutedil olunuz” demektir. Peşinden gelen “seddidû” emri de “müstakîm olunuz” anlamındadır. Söyleniş sırası, istikamet için itidalin gereğine işaret etmektedir. “İ’tidal” ise, adl’den gelir; sadece aşırılıklardan uzak durmayı değil, daha çok ‘ölçülülüğü’, ‘duygu, düşünce, inanç, ibadet ve davranışlarda dengeliliği’ ifade eder. İslâm’da i’tidal ise; ‘insanın yaratılış amacına uygun hareket etmesi, hayatının her anında Kur’ân ve sünnete uygun yaşaması’ demek olur. “Biliniz ki, hiçbiriniz amelleri ile kurtuluşu elde edemez” ifadesine gelince; bu, ‘yaptığınız ameller kurtuluşun bedeli değil, bahanesidir’ anlamına gelir. Kul ne kadar ibadet yaparsa yapsın, kurtuluşunu garanti edemez. Zira kurtuluş Allah Teâlâ’nın lütfu iledir. O halde yapılacak iş, itidal ve istikamet çizgisinde İslâm’ı yaşamak ve onun esaslarına hayatın tüm alanlarında bağlı kalmaktır, vesselâm. “Kurtuluşun amelle kazanılamayacağı” gerçeği, ashâbı son derece etkilemiş ve hayrete düşürmüş olmalı ki, bu konuda Hz. Peygamber’in (s) durumunu soruveriyorlar. O da (s) kendisinin dahi farklı olmadığını belirterek, ‘Allah’ın lütfu olmadan amellerinin kendisini kurtaramayacağını’ söylüyor. Özetle: Allah’ı yegâne ilâh ve rab kabul etmek (tevhid), Sırât-ı Müstakim’de sebat edip sabit-kadem olmakla (istikamet’le), o da ilahi emir ve yasaklara ölçü ve itidal üzre uymakla gerçekleşiyor.