Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, TRT Haber’de canlı yayın konuğu oldu.
TRT Haber ekranlarında Gazeteci Yaşar Taşkın Koç’un sorularını cevaplandıran Başkan Görmez, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimiyle ilgili olarak “Cenab-ı Hak, tarih boyunca mazlumların umudu olmuş bu milleti her türlü beladan korusun. Millet uğruna, milletin hukukunu korumak için canlarını siper ederek hayatlarını kaybeden bütün kardeşlerimize Cenab-ı Haktan rahmet diliyorum. Yaralı olanlara acil şifalar diliyorum. Cenab-ı Hak bir daha milletimize bu tür kötülükleri göstermesin” duasıyla başladı.
“Kendimizi bu kötülüklerden koruyarak, millet olarak yolumuza devam edeceğiz” diyen Başkan Görmez, “Bizim bu kabusu geride bırakarak birlikte geleceği ve istikbali inşa etmeye yönelmemiz gerekiyor” dedi.
Başkan Görmez’in, 15 Temmuz gecesi yurdun dört bir yanında okunan salalar, FETÖ’nün gerçekleştirdiği darbe girişimine karşı Diyanet’in üstlendiği vazifeler başta olmak üzere yaptığı önemli açıklamalardan bazı başlıklar şöyle:
“Kıbrıs Harekatı’nda minarelerden salalar verildi.”
O gece evlerin üzerinden alçak uçuş yaparak, binaların hemen üstünden geçen savaş uçaklarını, tanklar ile köprülerin kapatılmasını izledik. Bu sahneleri izledikten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bize düşen nedir? diye düşündüm. 120 bin personel olan ve Türkiye'nin en ücra köşesinde görevlisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi sadece camileri yönetmek, namaz kıldırmak mıdır? Bugün zor zamanlarda milletimizin maneviyatını ayakta tutmak gibi bir görevimiz yok mu? Anayasa, Diyanet’e milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi sağlama görevi veriyor. Biz böyle zor bir zamanda Diyanet olarak ne yapabiliriz? İhanet şebekesinin milletin kalbine korku salmak için evlerin üzerinden alçak uçuş yaparak millete verdiği korkuya karşı ne yapabiliriz? Benim aklıma Resul-i Ekrem’in (S.A.S) Hz. Bilal'e okuttuğu ezanlar geldi. Ben, Kıbrıs Harekatı'nda bütün minarelerden sala verildiğini hatırlıyorum. 120 bin Diyanet personeline “Bugün hep birlikte milletin yanında olmamız gerektiğini, milletin hukukunu korumamız gerektiğini” ifade eden bir metin kaleme alarak yolladım. Onlar da seferber oldular. Diyanet teşkilatının bütün mensuplarına en kalbi şükranlarımı ifade etmek istiyorum.
“Ezanları susturan darbelerden darbeleri susturan salalara”
Ezanlar susturan darbelerden darbeleri susturan sala seslerini bize lütfettiği için Allah’a hamd ediyorum. Diyanet'in kayıtlarına göre, bu ülkede 1960 İhtilalinde 10 gün ezan okunamadı. 12 Eylül sabahında hiçbir imam gidip ezan okuyamadı. O darbelerde ezanları susturdular. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın darbelerle ilgili çok acı hatıraları vardır. 60 İhtilalinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na Ömer Nasuhi Bilmen getirilecektir. Ömer Nasuhi Bilmen’e bütün minberlerde “Menderes ve arkadaşlarının bağy olduğunu söyleyeceksiniz” diye baskı yapılmıştır. O da reddederek 8 ay sonra görevinden istifa etmiştir. Sonra getirilen Diyanet İşleri Başkanına bunu yaptıramamışlardır. 71 muhtırasında bir muvazzaf Albay Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı yapılmıştır. 1980 İhtilalinde, 28 Şubat'ta yine bu kurum üzerinde baskılar olmuştur. Diyanet’in hafızasında ihtilallerin çok kötü izler vardır. Bu kurum ve din üzerinde baskı kurmak için ortaya koyduğu kumpasları ben şahsen biliyorum.
“Sadece Türkiye’de değil, Kerkük’te ve Bosna’da da salalar okundu”
Özgürlüğümüzün simgesi olan minarelerden yükselecek sala seslerinin milletimizin maneviyatının yükselteceğini, F-16 uçaklarının seslerini bastıracağını biliyordum. Bütün illerimizde minarelerimizden salalar yükseldi. Milletimiz anında bu mesajı aldı. Milletimiz kendi hukukuna sahip çıkmak için evlerinden çıktı. Kerkük müftüsü beni aradı. Dedi ki “Biz de emri aldık. Bütün minarelerimizde sala okuyoruz. Sabaha doğru Bosna Hersek Diyanet İşleri Başkanı bana mesaj attı. “Bana bir emrin var mı?” dedi. “Biz gece emri aldık. Halkımız camilere doldu ve size dua ediyorlar.” dedi.
“Bu darbeyi yapanlar sadece darbe yapmakla görevlendirilmemişler, aynı zamanda katliamlar yapmakta görevlendirilmişler.”
Bu darbeyi yapanlar sadece darbe yapmakla görevlendirilmemişler, aynı zamanda katliamlar yapmakta görevlendirilmişler. Milletin bütün kurumlarını yerle yeksan etmek için görevlendirilmişler. Tarih boyunca mazlumların umudu olmuş bu milleti, umut olmaktan çıkarmak, belini kırmak, milletimizi tarih sahnesinden silecek derecede katliama tabi tutmakla, milletin tamamına suikast düzenlemekle görevlendirilmiş izanını, vicdanını, aklını, kiralamış oldukları ortaya çıkıyor. Kur’an-ı Kerim “Onların bir tuzağı varsa Cenab-ı Hakkın da o tuzakları bozan gücü ve kudreti var” diye ifade eder. “Siz sakın üzülmeyin ve gevşemeyin. Eğer inanıyorsanız siz üstünsünüz, yücesiniz” der.
“O kurşunlar 78 milyon kardeşimize sıkılmış kurşunlardır.”
Şehitlerimize sıkılan kurşunlar sadece onlara sıkılmadı. Her birimiz onların yerinde olabilirdik. O kurşunlar 78 milyon kardeşimize sıkılmış kurşunlardır. Cansiperane bir şekilde milletimizin gösterdiği direnç, kendi hukukuna sahip çıkma iradesi her birimiz için, bu topraklarda yaşayan her bir Müslüman için iftihar vesilesidir. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale'de o kadar büyük şühedayı görünce “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” diyor. Ben de bu zor gecede milletin hukukuna sahip çıkarak canını siper eden bu insanları gördüğümde “Çanakkale'nin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” diyorum. Allah hepsine rahmet eylesin. Onlar artık bütün bu milletin kalbinde yaşayacak olan insanlardır. Cenab-ı Hak milletimize bütün kötülüklerden korusun diye dua ediyorum.
“Salalar, F-16 ve tankların seslerine galip geldi.”
Milletimizin çoğu salalardan çok büyük bir mutluluk ve heyecan duydu. Gerçekten milletimiz sala ile özdeşleşti, sala millet ile özdeşleşti. O gece sala, F-16 uçakları ve tankların seslerine galip geldi. Diyanet'in görevi sadece namaz kıldırmak, camileri yönetmek, cenazeleri kaldırmak değildir. Diyanet’in görevi zor ve kolay zamanlarda milletin maneviyatını yüksek tutmaktır. Milletin iradesinin cebren gasp edildiği bir durumda geri duran bir din görevlisinin arkasında namaz kılmak bile sorunludur.
“40 yıl muhabbet fedaileri adı altında husumet fedailerinin yetiştiğine şahit olduk.”
17. Asırda bir ‘Kadızadeler’ tecrübemiz vardır.  ‘Kadızadeler’ sarayın tamamına sızmıştır. Öyle ki; daha sonra şiddete başvurmuştur. O tarihlerde, oturup Sultanahmet’in minarelerinin yıkılmasını dahi konuşmuşlardır. Bugüne geldiğimizde etrafımızı kuşatan, şu anda İslam coğrafyasını kana bulayan hareketler var. DAİŞ, Boko Haram, El Kaide var. Bütün bunlar kendi ideolojilerini İslamileştirerek, kendi ideolojilerine İslam’dan mesnet arayarak ne büyük cinayetler işlemektedirler. Bu hareket, Paralel yapı, diğerlerinden farklılık gösterdi. Bir sır cemiyeti, bir barış hareketi gibi kendisini göstererek, tamamen bir ahlak hareketi olarak kendisini göstererek yoluna devam etti. Biz işin bu kısmını belki de en ağır yönünü 15 Temmuz gecesi hep birlikte gördük, yaşadık. Milletimiz, 40 yıl muhabbet fedaileri adı altında aslında husumet fedailerinin yetiştiğine şahit oldu. Ben her fırsatta Anadolu’nun en ücra köşesinde, tamamen samimi dindarane bir takım düşüncelerle sevgi besleyen kardeşlerimize sürekli kalbimdekini paylaşarak, kendilerini bu noktada sorgulamaları gerektiğini, bizim bir şahsı veya şahısları hakikatin yerine koymamızın doğru olmadığını, aksi takdirde bunun bizi dalalete götüreceğini her fırsatta ifade etmeye çalıştım. Ama bu büyük kâbusu gördükten sonra, milletin tamamına bir suikast hareketini gördükten sonra inanıyorum ki artık hiç kimsede şüphe kalmamıştır.
“Sakın aldatanlar sizi Allah’la aldatmasın.”
Kur’an’da yüce Rabbimiz: “Ey insanlar! Allah’ın vadi haktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın aldatanlar sizi Allah’la aldatmasın” diyor. Bu dinin bir kitabı var ve bu kitabın bir harfi değişmedi. Biz hiçbir şahsı o kitabın yerine koyamayız. Bu dinin bir Peygamberi var, o peygamberin muhteşem bir hayatı var. O Peygamberin bize bıraktığı muhteşem bir sünnet mirası var, bir örnek hayatı var. Allah’ın bize verdiği bir akıl var. Allah’ın bize verdiği bir kalp var. İslam dini bugün doğmadı. 14 asırlık bir tecrübe var, bir medeniyet var. Bizim bunları okuyarak, görerek, kâinatı da doğru okuyarak kendi dinimizi öğrenmemiz ve yaşamamız lazım. Bunu ben bütün cemaatler, bütün tarikatlar bütün herkes için söylüyorum. Biz şahısları kitabın, Peygamberin, topyekun 14 asır İslam Medeniyetinde yaşadığımız büyük tecrübelerin yerine koyamayız. Kıyasımız var, icmamız var. Bizim Edille-i Şer’iyyemiz var. Bizim imanı sabitelerimiz var. Bunları bir tarafa bırakıp biz her şeyimizi bir şahsa bağladığımız zaman, şeytan o şahsa musallat olur ve o şahıs Allah’ın dini yerine başka bir din uydurur ve bizi de o dine davet etmeye devam eder. Bizim kitabımız aracı kabul eden bir kitap değildir. Biz her birimiz kitabımızı okuyoruz. Rabbimizle mülaki oluyor. Günde beş vakit onunla konuşuyoruz, sohbet ediyoruz.
“Sulh adı altında millete yönelik bir harp, bir mefsedet hareketi bütün yönleriyle ortaya çıktı.”
Dinin sahibi Allah’tır. Kimse dinin sahibi değildir. Dini bize tebliğ eden Resulü Ekrem’dir, Muhammed Mustafa’dır. Muhteşem bir dinimiz var. Diyor ki Rabbimiz: “Gelin yeryüzünü ifsad etmeyin” dediğiniz zaman, ‘biz ıslah ediyoruz’ derler. Dikkat edin asıl müfsitler, asıl bozguncular onlardır.” Kur’anı Kerim’de en çok ‘mefsedet’ ve ‘maslahat’ kelimeleri hep yan yana kullanılır. Mefsedet, sadece şunu yıkıp bozmak değildir. ‘Mefsedet’, karada ve denizde, havada bütün kainatı bozmaktır. En büyük bozgunculuk ise ıslah adı altındaki bozgunculuktur. Biz tarihte çok mefsedet hareketiyle karşılaştık. Ama bugün biz millet olarak sulh ve maslahat görüntüsü altında bir küresel mefsedet hareketiyle karşı karşıyayız. Kendilerine TRT ekranlarında zorla okuttukları o paçavrada ne ad verdiler onlar? ‘Sulh hareketi’ adını verdiler. Tam da bu ayetle ilgilidir o. Allah da diyor ki, “Asıl müfsitler, asıl bozguncular onlardır.” Allah milletimizi bu mefsedet hareketinden korudu. Ama artık hepimiz biliyor ki, maslahat adı altında, sulh adı altında millete yönelik bir harp, bir mefsedet hareketi bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. Cenab-ı Hak milletimiz korudu, koruyacaktır.
Kafa kesilme iddiaları
Biz bir kötülüğü önlerken ondan daha kötü bir kötülük yapmamalıyız. Yani adalet, intikamla gerçekleşmez. Adalet, adaletle gerçekleşir. Ben bir lağımdan fare çıkarır gibi Kaddafi’yi çıkararak, taşlanarak öldürüldüğüne şahit olduğumda dedim ki, “Zalimi yargılamayı bilmeyen milletler, mazlumun hakkına sahip çıkamazlar.” Biz bütün olumsuzluklara rağmen haktan, adaletten asla vazgeçmemeliyiz. Bana verilen bilgi; bunun çok farklı bir zamanda, başka bir yerde meydana gelen hadisenin buraya sosyal medya marifetiyle uyarlanarak sahte olduğu yönünde oldu. Bu beni sevindirdi. Biz millet olarak o asil duruşumuzu devam ettirmeliyiz. “Bir kavme olan öfkeniz sizi adaletsizlikten sakın alıkoymasın” diyor Cenab-ı Hak. Merhum İzzetbegoviç’in savaşta bütün askerlerini toplayıp cephede söylediği bir şey vardır. Tarih onu altın harflerle yazsa sezadır. Diyor ki: “Askerlerim! Biliyorum nice evlatlarımızı keserek, doğrayarak öldürüyorlar. Ama siz kimseye işkence etmeyeceksiniz. Biz işkence edemeyiz. Biliyorum kadınlarımızı yakalıyorlar ve tecavüz ediyorlar. Ama biz düşmanların hiçbir kadınına elimizi uzatamayız. Biliyorum onlar camilerimize giriyorlar ve tahrip ediyorlar. Ama siz hiçbir kiliseyi tahrip edemezsiniz. Çünkü siz Muhammed ümmetisiniz.” Onlar daha büyük bir katliamla millete yönelmiş olabilirler. Biz onlara öfkeli olabiliriz. Ama biz millet olarak sağduyumuzu kaybetmemeliyiz. Biz bir kötülüğü daha başka bir kötülükle ortadan kaldıramayız.
“Gün, birlik günüdür. Gün dayanışma günüdür.”
Millet olarak kendi birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Gün, birlik günüdür. Gün dayanışma günüdür. Gün kardeşliğimizi pekiştirme günüdür. Birbirimize sahip çıkmak, birbirimizin yurdu olmak, birbirimizin gönlünü imar etmek, birbirimizin gönlünü yapmak, gönüllerimizi onarmak için seferber olmalıyız. İnsan dünyaya bir kez gelir. Birbirimizin dünyasını güzel etmek için uğraştığımızda o zaman hepimizin dünyası güzel olur. Allah güzel bir dünya kurmayı nasip etsin.
“Paralel yapıya gönül bağı olan bir görevlinin mihrapta yeri yoktur.”
Başkan Görmez konuşmasının son bölümünde “Milletçe yaşadığımız bu acılardan sonra zerre kadar paralel yapıya gönül bağı olan bir görevlinin mihrapta yeri yoktur” diyerek “Bu tür düşüncelere, bu tür yapılara gönül bağlamış birinin bu millete imamlık yapması mümkün değildir.” dedi.