İmparatorluğu yıkan, Osmanlı Eğitim Sisteminin Çöküşü;  Torpil ve Bugün Düşündürdükleri.

 Eğitim; toplumdaki ahlaki ve kültürel davranışları erdem düşüncesi ile veren, birey ve toplum arasındaki uyumu sağlayan faaliyetler bütünüdür. İnsanlar hak ve adalet kavramlarını eğitim sayesinde özümser, vicdani değerleri veya vicdansızlığın boyutunu eğitim sayesinde kavrayarak uygularlar.  Kul hakkını, ahlaki değerleri bilirler ve eğitim aracılığıyla paylaşırlar.

 Osmanlıyı bir cihan devleti haline getiren en önemli unsur İlmiye Sınıfı idi. Osmanlıyı çökertende İlmiye sınıfı olmuştur. Osmanlı Eğitimi, kuruluşundan XVIII. yy’a kadar ileri bir düzeydeydi.  XVIII. yy’dan itibaren Osmanlı eğitim kurumu olan medreselerin asıl meseleleri İlim olması gerekirken,  Medreselerin siyaset merkezi haline gelmesi, Müderrislerin liyakat yerine torpille alınması, Medreselerde siyasi ayrımların ve düşmanlığın başlaması, Ulema sınıfının siyasetle gelip, siyasetle gitmesi, ulema sınıfının maddi ve şahsi hesaplarının peşine düşerek, Medreseleri şahsi kazanç ve hesapları için kullanmaya başlaması, iç denetimin zayıflaması, rüşvet ve adam kayırmanın ön plana çıkması  sonucunda halkın medreseye, hocaya, müderrise olan güveni sarsıldı. Medreselerde hak etmeyen birçok kişiye ilmi rütbeler, unvanlar verilmiş daha da ileri boyuta taşınarak Beşik uleması sistemi ile torpil hat safhaya ulaşmıştı. III. Mehmet, “Dünyada sözü doğru ve hak tanır bir adam bulamadım” mealindeki ifadesini şöyle açıklamaktadır: “Şeyhülislâm Bostan-zâde Efendi’ye iltifat eyledim; derhal bir cahil kardeşini Rumeli Kazaskeri yaptı ve yine bir cahil gence Selanik Kadılığını verdi. Sonra babamın hocası Sa’deddin’de doğruluk ve hak bilirlik ümit eyledim; derhal o da bir genç oğlunu Anadolu Kazaskerliğine ve birini de Edirne Kadılığına arz edip mevali ve ulema arasında beni bednam ve kendisini rüsvay eyledi.” Bu bozulma karşısında Medreseleri düzene sokamayan, Islahatçı Osmanlı yöneticileri  medreselere alternatif, paralel Avrupai tarz eğitim kurumları açtılar. Ancak bu eğitim kurumları da eğitimde yeni sorunların ortaya çıkmasını, eğitimde ikilik sorununu beraberinde getirdi.  Çağın üniversiteleri Medreseler bu yandaşçılık, torpil ve adam kayırma sonucunda koskoca cihan imparatorluğunun çöküşünü hızlandıracak, bu anlayış “sülük” gibi Osmanlıyı içten yiyerek adeta eritecekti.

 Eğitimi torpile bağlayan her devlet yıkılmaya mahkûmdur. İlimde yarışmak yerine cehalette yarışan,  kahvehanelerde siyasi nidalar atarak, halkı aydınlatma görevi bulunan hocaların, halkı cehalete sürüklemesi, Osmanlı devletinin yıkılışını hazırlayacaktır. Osmanlı Medreseleri, eğitim kurumları dünyanın değişik yerlerinden öğrencileri ülkesinde eğiten, cazibe merkezi eğitim kurumları iken başta medrese yöneticileri olmak üzere liyakatsiz ellere teslim edilmiş, sonuç olarak eğitime bağlı olarak İlmiyenin bozulmasını sağlamış. Eğitim, yargı, adalet, askeri, belediye hizmetlerinin de çökmesine neden olmuştur. Ve sonuç: Cihan devleti Osmanlı yıkılmıştır. Ancak Cumhuriyetin yeni eğitim modeli, milli eğitim anlayışıyla, genç nesilleri cahillikle savaşır, sorgulayan, eleştiren bireyler yetiştirme ülküsü ile hareket ederek Modern Türkiye’nin doğuşunu gerçekleştirmişti. Modern eğitim anlayışıyla genç cumhuriyet, ne Doğu’nun itaatkâr insanını,  ne de Batı’nın isyankâr gençlerini yetiştirmeyecek erdemli, ahlaklı, faziletli insanların toplumda eğitimin değişik kademelerinde yer almasını sağlayacaktı.
 
 Ya Bugün;
Bugünleri görerek ne güzel söylemiş Türk münevveri Peyami Safa; “Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya lüzum yoktur; tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevî değerlerini, ahlâkını yozlaştırmak kâfidir.”  Geriye ne kaldı?     
 
Siyasi Erk ve onun taşradaki tetikçileri, güruh çete yaptıklarınızın, Osmanlının son yüzyılında yaşananlardan bir farkı var mı? Vicdanlarınız rahat mı? Kul Hakkı nedir? Sizler bilir misiniz? Ben sizleri inançlı insanlar olarak, aynı secdeye baş koyduğumuz, aynı camilerde ibadetlerimizi gerçekleştirdiğimiz için Kul hakkını bilen vicdan sahibi bireyler olarak düşünürdüm. Bilgiyi ahlakla birlikte verme anlayışında olan eğitim kurumlarımıza, ahlaksızca atanan yöneticilerle bu iş nasıl yapılacaktır. Okullara ahlaksız bir değerlendirme, metot ve sistemiyle atanan bu yöneticiler hangi erdemi, öğretmene ve öğrenciye aktaracaklardır.  Toplumu hangi ahlaki değerlerle kucaklayacaktır.  Bu yöneticilerin hem öğretmenler odasında, hem sınıflarda, hem de toplumda saygınlığı olmayacak, makamın verdiği yapay bir gölgesi olacaktır. Devletin içinde oluşan bu gizli çete ne kadar daha bu yıpratıcı anlayışla ülke eğitimini uçuruma sürüklemeye devam edecektir.
 
 Gelinen bu nokta da okullarda yaşanan bu başıboşluk, veli ve toplumun okullara olan güven sarsılmasının temelinde partizan kadrolaşma, eğitime vurulan siyasi “sarı eğitim darbesi” bulunmaktadır.  Toplum çocuklarımızın/gençlerimizin geleceği ile ilgili çok büyük endişe taşımaktadır. Ey eğitimdeki güruh çete; Eğitim sistemindeki bu kadrolaşma hareketi bugün sizin duygularınızı okşayabilir, vatanseverlerden bir intikam alma duygusu olarak sizleri mutlu da edebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu ayrıştırma ve ötekileştirme politikaları bu ülkenin tüm evlatlarına zarar vermektedir. Veliler neler oluyor? diye bizlere sormaktadırlar. Çocuklarını okullara göndermekte tereddüt etmektedirler. Siyasi iktidar ve bu atamaları yapan milli eğitim yetkililerine, gizli çeteye sesleniyorum,  vicdanlarınız rahat mı? Benim inancımda bunun adı Kul Hakkı’dır,  sizlerin dini anlayışında bu yaşananların adı nedir? Velhasıl dostlarım; Eğitimde kendini iyiden iyiye hissettiren bu derin çete,  gerçek paralel yapılanma bir tiyatro/ komedi oyununu sergilemektedir, fütursuzca. 
         29.11.2014                                                                                                                     Tayfur URGENÇ
Nevşehir Türk Eğitim Sen
Başkan Yardımcısı (Şube Sekr.)