Sözleşmenin, Hz.Muhammed’in (s.a.v) önderliğinde Müslümanlar, Yahudiler ve Müşrikler tarafından kabul edildiği biliniyor. 622’de imzalanan sözleşme, bütün Ortadoğu için değil, tabi ki Medineliler için yapılmıştı. Fakat, Medine’de yaşanan çatışmalar bugünkü Ortadoğu’da yaşanan çatışmaların minyatürü sayılabilirdi. Eskiden beri gelen çatışmalar, kabileler arasında ve Yahudilerle diğer kabileler arasında devam ediyordu. Bir de Medine’de Müslüman sayısının artmasıyla Müslüman, Müşrik ve Yahudiler arası çatışma ihtimali beliriyordu. Bu yönüyle sözleşmeyi bir barış ve toplumsal sözleşme gibi değerlendirenler de oluyor. Değerlendirmelerin özetini birkaç maddede şöyle özetleyebiliriz:

1-Sözleşme, Medine’de yaşayan herkese tek tip vatandaşlık statüsü getiriyordu. Yani, vatandaşlık statüsü açısından bir Müslümanın, bir Müşrik veya bir Yahudi’nin farkı kalmıyor.

2-Sözleşmeyi imza edenler sözleşmede Müslümanlar, Yahudiler ve Müşrikler olarak tek tek sıralanıyordu. Bu bir çeşit çoğulculuğu benimseme manasına gelir. Çoğulculuk günümüz demokratik sistemlerin olmazsa olmazıdır.

3- Sözleşme, kamu alanı ile özel alanı birbirinden ayırıyor. Mesela, suçluların cezalandırılması, savaş kararı alma veya Medine’nin savunulması gibi konular Medinelilerin ortak sorumluluğu sayılıyor. Fakat, kültür, bilim, sanat, ekonomi, eğitim, sağlık gibi konular özel alan sayılıyor.

4-Sözleşmeye imza koyanların makul bir şekilde bir araya gelmesini öneriyor. Böyle bir öneri, sözleşmenin görüş alış verişine ve diyaloga önem verdiğini gösteriyor.

5- Sözleşme ile ilgili düşüncelerden biri de, sözleşmenin köleliği benimsemediği yönündedir. Sözleşmede geçen ‘himaye altındaki kimse, himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne kendisi zulmedebilir’ ifadesinden böyle bir sonuca varılıyor.

6- Kabilecilik anlayışı ile suçluların korunamayacağını belirtirken; suçlunun yargılanmasını Medine yönetimine veriyordu. Diğer bir yönü de; biri suç işlediği zaman kabilesinin bütün fertleri değil, suçu işleyen sorumlu tutulması isteniyordu. Bunun manası, sözleşme suçun şahsileştirilmesini istiyor, diyebiliriz.

7- “Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir” ifadesinin; sözleşmenin din özgürlüğünü önemsediği manasına geliyor. Bir bakıma, ‘kişi neyse o olmalıdır’, anlamı gibi bir şeydir.

Sözleşmeyi, toplumsal sözleşme tipi dışında ele alanlar da bulunuyor. Mesela, 1215 tarihli Magna Carta veya 1808 tarihli Sened-İttifaka benzetenler bulunuyor. Mesela, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde geçen insan haklarına benzetenler bulunuyor. Siyasi bir cemaat teşebbüsü, İlk İslam devletinin kurucu belgesi veya yazılı ilk anayasa şeklinde tarif edenler de var. Gerçi hangi yönden bakılırsa bakılsın gerçek şu ki; Ortadoğu coğrafyasında günümüzde yaşanan çatışmalar izlenirse, Medine Sözleşmesi’nin ileri bir düşünce ürünü olduğu görülür.