İYİLİK ve V E F A

İyilikten iyi, kötülükten de kötü hiç bir şey yoktur. İyilik her yerde iyi. Kötülük her yerde kötüdür. İyi olmanın yolu iyilikle, kötü olmanın yolu kötülükledir. İyilik burada iyi olduğu gibi öbür tarafta da iyidir. Ahirette ki, karşılığı da iyidir. Kötülük burada yapılır, fakat öbür tarafta karşılığını kötü olarak görür. İyilik yapan her eyerde her zaman alnı açık başı dik dururken, kötülük sahibi burada da kasvetli, sinsi ve ürkek, öbür tarafta da mahcuptur. Bundan dolayıdır ki, “Akıllı insan iyilik ile kötülük karşı karşıya geldiğinde iyiliği tercih edendir” buyurulmuştur.

En büyük iyilik her zaman her yerde hakkı söylemek, zulme mani olmak ve mazlumlarla birlikte olmaktır. Bunun en güzel örneklerinden bir de aşağıda hakkında bilgi vereceğim Mut’imdir. Mut’im inanmamış olmasına rağmen, sadece insan olduğu için kötülüklere mani olmaya, iyileri himaye etmeye çalışmıştır.

Bizim inancımız o ki, insanların ahiretteki halini Allah’ın dışında hiç kimse bilemez. Bu durum Kuran’ın muhtelif ayetlerinde belirtildiği gibi, ciğerparesi Hz. Fatıma’ya Peygamberimizin söylediği şu mübarek sözünden de biliyoruz: "Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."

Bahsettiğim yani adı geçen şahısın konumuyla ilgili ne hüküm ne de fetva vermiyorum. Sadece hadis kitaplarında geçen, ehlince bilinen bir mevzuyu gündeme getiriyorum.

Ümmetine ve hatta tüm insanlığa ders niteliğindeki olay Bedir Savaş’ı sonrasında geçmiştir.

Bilindiği üzere Bedir Savaşı, Efendimizin de katılımıyla 324 civarında sahabenin, 950 civarında da müşrikin katılımıyla vuku bulmuştur. Bu savaş Müslümanlarla müşrikler arasında cereyan eden ilk savaştır. Bu savaşta baba-oğuldan tutun da dayı-yiyen ve akrabaya varıncaya kadar birçok kimse karşı karşıya gelmiştir.

Savaşın gerekçesi de sonucu da malumdur. Müslümanlar on dört şehit, müşrikler ise yetmiş ölü, yetmiş de esir vermiştir. Savaş sonrası Peygamberimizin ölen müşriklerin konduğu çukurun yanına gelerek; “Ey filan, ey filan biz Allah’ın bize vat ettiğini gerçek olarak bulduk. Siz de buldunuz mu?” demesi üzerine sahabeden biri; “Ya Resûlüllah; onlar sizi duyar mı?” demesi üzerine Efendimiz; “Duyar fakat cevap veremezler” buyurmuştur.

Cübeyr b. Mut’im (r.a.) Nebî (sav)’in Bedir maktulleri hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ey Cübeyr! Eğer (baban) Mut’im b. Adî sağ olsaydı, sonra şu kokuşmuş cifeler hakkında şefaat etseydi hiç şüphesiz ben bunları Mut’im’e (diri diri ve fidye-i necaât almaksızın) bağışlardım.” (I)

Doksan yaşlarında Müslüman bile olmadan Mekke’de ölen Mut’im b. Adî kimdir ki, müşrik olarak ölmesine rağmen Efendiler Efendisi bu vefayı gösteriyor?

Bu adam ne yaptı ki Allah’ın Kutlu Elçisi, İslam’ı ve Müslümanları yok etmek isteyen müşrikler topluluğunu, hem de beş kuruş fidye bile almadan onun ricasıyla bağışlayacağını söylüyor?

Bir defa Mut’im b. Adî İslam’ın ilk gelmeye başladığı andan itibaren zalimlerin ve zulmün karşısında durmaya çalışmıştır.

Bilindiği üzere altı yüz on yılı, son ilahi didinin ilk mesajıyla, Peygamberler halkasının sonuncusunun muştulandığı yıldır. O tarihe kadar kavmi tarafından her türlü üstün meziyetle vasfedilen hatta “Muhammed’ül-Emin” –güvenilir Muhammed-  denen o Yüce İnsana, bir anda her türlü kötülükleri izafe ettiklerini görüyoruz.  Müşrikler kavli, fili her türlü kötülüğü reva görmüşler, zorluk üstüne zorluk, sıkıntı üstüne sıkıntı yaşatmaya çalışmışlar.

Mekkeli müşriklerden istediği desteği/ yaklaşımı göremeyen Peygamberimiz, sıkıntılara son vermek ve İslam’a yeni bir kapı aralamak maksadıyla azatlısı Zeyd b. Harise (ra) ile birlikte akrabalarının da bulunduğu Taif’e gittiler. Yaklaşık on gün kaldılar. Bırakın insanların İslam’ı kabul ederek yeni kapı aralanması, toplumun sefihleriyle Sevgililer Sevgilisini taşlattılar. Kan revan içinde kalan Efendimiz gelirken yolda Gıdas’ın İslam’a girmesiyle mutlu oldu.

Fakat önünde zorlu bir sınav daha vardı. Mekke’nin örfü gereği doğup büyüdüğü şehre girememesi. Onun bu halini öğrenen Adî’nin oğlu Mut’im, dört oğlunu silahlandırıp Kâbe’nin dört bir rüknüna dikerek Resûlüllah’ı himayesine aldığını ilan etmiştir.

Mut’im’in bu tavrından dolayı Peygamberimiz yanına gelerek: “Sen, hakkı himayesi muteber olup, küçük görülmeyen bir kimsesin” diyerek himayeyi kabul ettiğini söylemiştir.

Aynı Mut’im müşriklerin zulümlerini dayanılmaz boyutlara götürüp, Müslüman olup olmamalarına bakmadan Hâşimîleri, Hâşimoğulları mahallesinde (Şib-i Ebi Talip) muhasara ettiklerinde mahsurlar hakkında bir metin yazmışlar, yazdıkları bu metni de Kâbe’nin duvarına asmışlardı. Aynı zamanda o mazlum ve bî-çare bu insanları/Müslümanları tutsak eden o metni parçalayan kimsedir.

Bu yüzdendir ki, Rahmet Peygamberinin müşrik bile olsa kendine yapılan iyiliği hiçbir zaman unutmamasıdır. Nefretin, ötekileştirmenin yaygınlaştığı günümüzde ‘Ezeli ve ebedi önderimiz ’in bu düsturu onun varisi olan bizlere ve hatta tüm insanlığa çok yakışmaz mı?

Ahmet BELADA             

  1. Tecrîd-i Sarih Tercümesi ve Şerhi H. No: 1574; Diyanet Yay. Cilt 7; S 409