KADIŞEHRİ 1977…

Sarıkaya’dan geçiyorum.

Terzili Kaplıcası…47 Santigrat derce sularıyla müthiş bir kaynarca. Saniyede 28 litre su çıkıyor…

Oligometalik sınıfa giriyor bu sular. Flüor içeriyor . Ilıcanın ötesinde… Madensuyunun çok üstünde değerli… Sakinleştirici…Ağrı kesici…Romatizmal , siyatik ağrıları önlüyor. Eklem kireçlenmelerini durduruyor. Daha sayılamayacak denli çok yararı var. Sıralamak zaman alır.

Yörede demir içeren cevherler de bulunuyor. Suların mineralli olması boşuna değil.

Demek, derinlerde magma ocağı da var ; sular oradan ısınıp çıkıyorlar yeryüzüne…Kozaklı hamamı da fazla uzak değil buraya…

Her dönemde yararlanmış insanlar bu sulardan. Kalıntılara bakıyorum da…Eski kaplıca yıkıntıları görkemli…

Hitit…Frigler…Kimmerler…Lidyalılar…Pers…Makedonya…Selevkos…Galat …Roma…Bizans…

Bu dönemde Kharsianon Theması sınırları içinde kalmış.

Danişmendliler, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Eretna Beyliği, Gazi – Kadı Burhan Beyliği, Osmanlı, Timur dönemi ve yeniden Osmanlı…

………………….

Ve Kadışehri…

1977’de Bucak merkezi. Erimiş kerpiç evleriyle yoksul mu yoksul…Düşkün mü düşkün…Kamu kurumu olarak sadece Karakol var. Trakyalı bir jandarma uzman çavuş ; komutan.

Sağlık Ocağı yapılmış. Birçok lojmanıyla…Doktor atanmamış. Tek bir ebe var. Diger daireler boş duruyor. Biz kalabilir miyiz? Ne mümkün ! Bakanlıklarımız farklı…

1930’larda bir ara Kaza Merkezi imiş. Sonra ne olduysa Nahiyeliğe düşürülüp Çekerek’e bağlanmış. Ekonomik ilişkileri Zile ile canlı…Canlı derken her gün bir minibüs gidiyor oraya. O kadar…

30 yaşındayım.

Orta,Doğu, batı,kuzey,güney Anadolu’yu gezmişim.

Gördüğüm beldeler arasında en ilkeli, en geri kalmışı, en perişanı…

Yağmur düşer; balçığı söküp çıkamazsın.

Güneş vurur kurutur evlerin arasındaki yolakları; bu kez  de toz olur ki, çölde bir köy  sanılır.

Eskiden çevrede ormanlar varmış. 1977’de bu fakir oradayken Deveci Dağları’na çekilmişti seyrekleşmiş meşeler…

Sarıkaya’yı anlatarak   giriş yaptım.

Bir karşılaştırma…Ne sıcak su var Kadışehri’nde  ne doğru dürüst çeşmeden akan sağlıklı soğuk su…

Tek bir bakkalı var. Her gün Zile’ye gidip gelen minibüstekilere ekmek sipariş veriliyor. Fırın bile yok.

Gazete mi istiyorsun ? Kimsenin aradığı yok da…Okumaya düşkünsen sürücüye para vereceksin, eğer unutmazsa alıp getirecek akşamleyin.

Peki, neden buradayım ?

Danıştay’da  Eğitim Bakanlığı’nın sürgün işlemi reddedildi.

Sen misin Bakanlık’ı dava eden ?

Demek kazandın ha! Biz de sana bunun sevincini yaşama fırsatı vermeyeceğiz.

Bir daha sürgün…Nerden nereye ? Ürgüp’e değil.

Bir daha eski okulunu rüyanda bile göremezsin. Zara’dan Kadışehri’ne…

Yeni görev yeri…

Aştık yolları yolları…Geçtik belleri belleri…

Yeni doğmuş çocuğum kulaklarından rahatsız. Uyku dünek yok.

Büyük oğlum da 4 yaşında. Artık anlıyor , babanın evde olmaması ne demek: duygulu…

Baş denetmen anlı şanlı Nevşehirli muhacir Faysal Duruöz’ün intikamıdır bu.

Ürgüp, Avanos… Devebağırtan Geçidi.. Himmetdede… Boğazlıyan…Şehid Kaymakam Kemal Bey’in anıtında saygı duruşu…Sarıkaya…Şubat ayındayız, kaplıcanın mevsimi değil. Buraya bir işaret koyalım. Yola devam. Ankara-Sıvas asfaltı canlı… Uygarlığın sınırı gibi bu yol. Kuzey artık elektriksiz, yolsuz, geri…

Karamağara’dan kuzeye…Çamı bitmiş, kavağı azalmış. Pırçık pırçık bir vatan köşesi…Perişan. Göze gözel görünen tek bir dağ, tepe, dere, köy yok. Çamurlar  içinde bir yaşam. Roma yolları belki daha düzgün, sert zeminliydi. Birçok kez Murat 124 çamura saplanıyor. Zor çıkarıyorum. Bir traktör, bir minibüs geçip gidiyor. Yardım eden yok. Merak da etmiyorlar. Kimdir bu 50 plakalı otomobildeki genç adam ?

Sulusepken kar yağıyor. Arabamın ısıtma düzeneği iyi değil; ısıtmıyor. Yakası kürklü gocuğum var. Soğuktan böyle korunuyorum.

……………………….

Kiraladığım evin tek odasını kullanıyorum.

Bir tahta sedire kilim seriyorum, üstüne yatağımı, yorganımı, battaniyemi yayıyorum.

Duvara çivi çakıp gaz lambasını asıyorum.

Masa yok. Yatağıma girip daktilomu kucağıma alıp yazı yazıyorum.

Tahta bavulumda duruyor fotoğraf makinalarım, yedek giysilerim, çamaşırlarım.

Göre’den anamın verdiği bir çuval patatesi, soğanı odama çıkarıp duvara dayıyorum. Bir büyük çömlek sızgıt ( yağıyla kavrulmuş et ). Tüp gazlı ocağım var. Tava, tencere, çaydanlık…Her şeyim var. Arabayla gelmenin sağladığı avantajlar…Çeşit çeşit bisküviler getirmişim Ürgüp’ten. Bitki çayları. Çömlek peyniri, bal, reçel, turşu…Tandır ekmekleri, bazlama, yufka…

Görev yapacağım Ortaokulun müdürü Refik Kavut, Konya Pınarbaşılı. Selçuk Eğitim Enstitüsü Fen Bölümü çıkışlı. Mümin bir muallim. İlk gece konuğu oluyorum. Kerpiç bir ev kiralamış. Hanımı da başı örtülü bir mümine. Gurbete düşmüş eğitimciyi ellerinden geldiğince iyi ağırlıyorlar. Akşam bağdaş kurarak oturmuşuz yere, aynı tastaki çorbaya kaşık sallıyoruz. Yufka ekmeği var kalaylı bakır sinide. Yorucu bir yolculuk yapmışım. Gözlerim kapanıyor. Söyleşi ortamı yok. Temiz bir yatakta güzel bir uyku.

Sabah kahvaltısından sonra okula gidiyoruz.

İlk derslerim…Tanışma… Başka Ortaokul öğretmeni  yok…İlkokuldan destek geliyor. O gün gelenlerle de tanışıyoruz.

O gece artık konuk olmak istemiyorum. Bir ev bulalım. Nerde? Öyle düzgün apartman dairesi nerde? Yok.

Soruşturuyoruz. 2 bin kadar nüfuslu bir büyükçe köy burası. Herkes birbirini biliyor. Bir evin tek odası…Anlaşıyoruz. Ayda 250 TL vereceğim. İlk ödemeyi yapıyorum. Tuvalet yok, ailenin kullandığı basit helayı kullanacağım, banyoyu artık hiç arama…

Soba veriyor Müdür. Okulun demirbaşına kayıtlı. Odunu da satın alıyorum. İlk akşam artık kendi evimdeyim. Tuhaf bir gurur. Mutluluk duyuyorum. Odunları öğrencilerim kırmış. Odama getirip köşeye yığmışlar. Gözüme girmek istiyorlar. Aferin ! Sobamı hazırlıyorum. Tatlı bir sıcaklık yayılıyor garip odama. Çaydanlık biraz sonra fıkır fıkır kaynıyor. Karanfilli çay içiyorum. Benle gelmiş olan Müdür’e de ikram ediyorum. O, evine gidiyor; daha yeni evli. Çocukları yok.

…………………….

Sosyal Bilgiler, Türkçe, İngilizce, Resim  derslerine giriyorum.

3 sınıfa da derslerim var.

Argolu, küfürlü konuşuyor erkek öğrenciler. Az sayıda kız öğrenci var; utanıyor, kızarıyorlar onların arasında.

Düzenli ders yapmam çocukları şaşırtıyor. Demek, alışmamışlar…

Her akşam evime dönünce ajandama yaşadıklarımı yazıyorum.

1919-20-21’de iç ayaklanmaların etkilediği bir alan burası…Çeteleri görenler, baskın yapanları bilip izleyenler var. Belediye Başkanı Hacı Amca ilgi çekici olaylar anlatıyor. Çocukluğunda duyduklarını aktarıyor. Kurunun arasında yaş da yanmış. Bölge zaten Bozoklu Celal’den beri ayaklanmaya yatkın…

………………………..

Yağışlı, soğuk bir cumartesi  günü odamda kitap okuyorum.

Kapım tıklandı. Açtım. İki kişi. Kasabadan daha kimseyi  tanımıyorum.

Sobam sıcaklık yayıyor. Üstünde ıhlamur var.

Gelen konukların elleri üşümüş.

Tokalaşıyoruz. Oturuyorlar kuru sedire ( Kilim yatağımın altında kalmış) .

Birer bardak ıhlamur ikram ediyorum. Öğerek içiyorlar.

Kimdir bunlar? Hala bilmiyorum.

Tanıtıyorlar özlerini…

Biri cami imamı …

Biri Meteoroloji Memuru …

Getirdiğim kitaplara alıcı gözle bakıyorlar. Bir beldeye gelen her eğitimci merak edilir. Kimdir, nedir? Düşüncesi nasıldır ? Yararlı mı, zararlı mı?

Biri günde 5 vakit namaz kıldırıyor; din hizmetlerini  yürüten bir imam.

Biri sıcaklığı, yağışı ölçen görevli.

Kadışehri Bucağında sıcaklık kaç santigrat derece? Yağışın mevsimlere dağılışı, güneşlenme, bulutluluk, fırtınalı günler sayısı…Kaç kişiyi ilgilendirir ? Bu bilgiler kimin işine yarar ?

Kaydettiği bilgileri Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne bildiriyormuş.

Söyleşi bir türlü ısınmadı, sıcak bir yola girmedi yarenlik.

Konukları uğurladıktan sonra düşündüm de…Prof Dr Mümtaz Soysal’ın Anayasa’nın Anlamı adlı yapıtını ( 100 Soruda ) sanki sınava girecekmiş gibi okuyorum. Notlar çıkarıyorum. Çünkü, Bakanlık’ı yine dava edeceğim. 24. Maddeye güveniyorum. ‘’ İdarenin hiçbir eylemi yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz.’

Ayrıca öğrencilerime yararlı olmak için Ürgüp’ten getirebildiğim kadar sözlük , tek cilt bir genel ansiklopedi, yedek kitap, dergi, bülten, İngilizce ders kaseti de getirmişim ( Elektrik olmadığından ses kayıt aygıtını kullanamıyorum ) . İstiyorum ki Türkçe, Sosyal Bilgiler, İngilizce derslerini iyi öğrensin çocuklar, ilerde girdikleri sınavlarda başarılı olsunlar.

Endişem, kaygım hiç bitmiyor. Sürekli bir tedirginliğim var.

Kara kaplı kitabı olan din görevlisi ne yapıyor? Sosyolojik,  tarihi bir araştırma mı yapıyor? Ne gereği var. İmam Hatip Orta Mektebi çıkışlı. Öğrendiği ayetleri hiç değiştirmeden tekrarlıyor, hiçbir ekleme yapmadan. Müftülük’ün gönderdiği Cuma hutbelerini de camaate okuyor.Tamamdır.

Ya ne yapacaktı başka ?

Evinin avlusunda ‘’Kutu’’ olan meteoroloji görevlisi ne yapıyor. Hava kütleleri klimatolojisi konusunda yüksek lisans tezi hazırlayacak, bilim uzmanı olacak  hali yok ya. Eğitimi nedir ?

Uyumlu iki kişi. Düzenin insanları… Bir eğitimcinin yaşadığı gerginliklerden uzak…Aile bütünlüğü yara almış değil. İşleri güçleri zor değil, rutin …

……………………..

Ertesi gün başka konuklar da geldi. İkişer, üçer, dörder…

Yedek bardaklarım var. Herkese birer bardak çay ya da ıhlamur ikram edebiliyorum.

İş yok, güç yok…Her yer çamur…Hava soğuk…Günler, geceler nasıl geçer ?

Dedikodu öyle sarıp sarmalıyor ki insanları.

Bir öğretmen arkadaş ilkokuldan, Silifkeli. Nişanlı. Kız babası alıp getiriyor .Onları evde yalnız bırakıp kahvehaneye gidiyor. Kötü suçlamalarla bu olayın dedikodusunu yapıyorlar. Kıs kıs gülerek…

Gün boyu yaptıkları başka bir şey yok.

Ergen insanlar da argolu, sövgülü konuşuyorlar.

Çocuklarının böyle konuşmasına artık şaşırmamaya başlıyorum.

Yoksulluk öyle derin ki.

Her gelen bir umarla … Acaba Ankara’da, Adana’da, İzmir’de, İstanbul’da bir tanıdığım var mı?

Bir mebusa bir yazı yazıp eline verebilir miyim.

‘’ Bu kötü melmekette geberip gideceyik yav hocam. Yardım it bize. Gurtulalım burdan .’’

Bir garip sürgün hoca ne yapabilir ki?

Hükümetin  takdir ettiği bir kamu görevlisi, memur değil ki. 

Demirel Hükümeti, Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem bu fakiri adam yerine koymuyor ki.

Umut işte…Bitli kaşınır; aç umsunurmuş…

Ve her gelen, merak ediyor, bir önce gelenler kimdi? Söylüyorum…

‘’ Dimek imamınan , metoroloci adamı geldi ziyaretine ha ! ‘’

Gülüyorlar çürük dişlerini  gizleyerek elleriyle.

‘’ Birinin gara gaplı kitabı var. Birinin evinin öğünde de gutu…Keyifleri gıcır…’’

Geçim öyle zor ki, düzenli geliri olan kamu görevlilerine imreniyorlar. Onları aşağılıyorlar, kıskanıyorlar, dedikodularını yapıyorlar.

Ziiyaretçilerim hiç eksilmiyor. Haziran ortalarına, dersler, sınavlar sona erinceye  değin.

Herkes birbirini aşağıladı. Küme küme gelenler, sürekli  kamu görevlilerini eleştirdi.

Haziranda Genel Seçim yapıldıktan sonra kısa ömürlü Ecevit Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ Danıştay kararlarını uyguladı. 1 Ağustos günü, Üstündağ’ın imzasını taşıyan Kararname ile yeniden Ürgüp Lisesi’ne atanmam çıktı.

Aileme kavuştum.

1977 yılı idi

………………………..

Ürgüp. 1977 Ağustos.