BİR ETKİNLİĞİN ARDINDAN

KAGEM (Kadın Aile ve Gençlik Merkezi) gene düzeyli bir etkinliğe imza attı. “Ustalara Saygı” etkinlikleri kapsamında Nuri PAKDİL ve Fethi GEMUHLUOĞLU’nun ardından bugün de Türkiye’nin en seçkin ilim adamlarından Prof. Dr. Mehmed Said HATİBOĞLU’nu arkadaşları ve talebeleri anlattılar. Yapılan panelin moderatörlüğünü Hoca’nın talebesi ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmed GÖRMEZ yaptı. Diğer panalistler; Prof. Dr. Süleyman ATEŞ, Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI ve Prof. Dr. Ali BİRİNCİ’ydi.
MEHMET GÖRMEZ
Panelistlere söz vermeden önce Mehmet GÖRMEZ bir takım açıklamalarda bulundu. Açıklamalarına âlim tasnifiyle başladı. İki çeşit âlimin olduğunu söyledi. Bunlardan biri kendi başına ‘âlim’ olanlar. Diğeri de ‘mektep âlim’ olanlardır. Said hocam da mektep âlim olanlardandır. Hocama asistanlık yaptığım müddetçe bizlere daha bir günde bir gün emir kipiyle bir istekte bulunmadı. Fakültede Hocamın odası beşinci, bizim odamız ise birinci kattaydı. Görüşeceğimiz bir mevzu olduğunda dâhili telefondan; ‘Bir mevzu vardı onu nasıl görüşebiliriz’ derdi. Biz bunun ‘gelin’ demek olduğunu anlardık.
Asistanlar genellikle hocalarının ardından konuşur. Diğer arkadaşlarla konuştuğumuzda bize gıpta ederlerdi. Asistan deyimiyle biz ‘çanta taşımadık.’ Hocam oldukça anlayışlıdır. Bir defasında birkaç arkadaşla evinde çalıştık. Geçen zamanın farkına dahi varamadık. Saat gecenin 12’si olmuş. Tam kalkacaktık ki, “Çocuklar, bu saatte araç olmaz ben sizi evinize götüreyim” dedi ve hepimizi tek tek evlerimize bıraktı.
Hocamız tenkit ve tartışma konusunda bize çok güzel usul öğretti. Bize “ihtilafın” insanların her hangi fikrî bir konuda tartışması olduğunu; “Hılaf”ın ise bir kaynağa dayanmadan kuru kuruya tartışmadan ibaret olduğunu söylerdi. 
GÖRMEZ aktardığı bir hatırasında; Suudi Arabistan’da karşılaştığımız Abdülfettah Ebu Gudde’ye hadis konusunda bir soru sordum. Bana; “Türkiye’de Mehmed Said Hoca varken bu konuyu niye bana soruyorsun ki?” dedi.
Hocam kitap aşığıdır. Bulduğu bir kitap eğer ciltsiz veya cildi bozuksa onu kendi ciltler. O iyi bir mücellittir. Eğer bulduğu bir kitabın eksik olan veya silinen yazıları varsa onu tamamlar. O aynı zamanda iyi bir hattattır. Aynı zamanda çok güzel kitap okur. Okuduğu kitabın yanına mutlaka şerh ve haşiye yapar.
Bir defasında eline yeni geçen bir kitabı göstererek; “Mehmet senin Arapçan iyidir. Bunu yarına kadar oku ve bize tanıt” dedi. Ben de okudum ve etraflıca tanıttım. Ardından “Yazarı hakkında da bizi bilgilendir.” dedi. Onu da öğrendim ve tanıttım. Anladık ki, kitabın yazarı Musa Carullah’ın ilim yolundaki mücadelesini bize öğretmek istiyormuş. Bunu kavli olarak anlatmaktan ziyade bu şekilde fiili olarak öğretiyordu.
Gene bir gün; “Mehmet, cennette kitap var mı ki?” dedi ardından da, kitapların yazarları orda olacaktır. Bırak yazarları Efendimiz orada olacaktır. İhtilafa düştüğümüz konuları bizzat O’na sorarız.“ dedi.
Ardından da ilmin üç karış olduğunu söyledi.
  • Birinci karış, kişi birkaç kitap okur onunla kibirlenir.
  • İkinci karış, okudukça mütevazı olmayı öğrenir.
  • Üçüncü karış, daha çok okudukça bir şey bilmediğini anlar.  

Soldan sağa; Ethem Ruhi FIĞLALI, Ali BİRİNCİ, Mehmet GÖRMEZ, Süleyman ATEŞ
SÜLEYMAN ATEŞ
Süleyman ATEŞ, kendisi gibi Mehmed Said Bey’in de Tayyip OKİÇ’in asistanı olduğunu söyledi. Tayyip OKİÇ Boşnak’tı. Halim selim ve mütevazı yönüyle tüm talebelerin sevdiği bir hocaydı. Hiç evlenmedi. Nedendir bilmiyoruz idareciler ona asistanlık kadrosu vermezlerdi. OKİÇ Hoca, Mehmed Said’i asistan olarak almak istiyordu. Fakat kadro olmadığı için alamıyordu. Alman şarkiyatçı AnnemarieSCHIMMEL’in de asistan kadrosu vardı. SCHIMMEL Hoca asistanlık kadrosunu Tayyip hocaya verdi. O da Mehmed Said’i asistan olarak aldı. Ben de Tayyip Hoca’nın asistanı oldum. Benim asistanlık kadromu da İbrahim Agâh ÇUBUKÇU vermişti.
Arada bir Mehmed Hoca’dan bahsetse de Süleyman Hoca daha çok kendini anlattı. Rüyasında gördüğü bir kitabı ertesi gün kütüphanede bulduğunu anlattı. Ben de onu doktora tezi olarak çalıştım. Üzerinde çalıştığım, “Hakaiku’s-Sülemi” (Sülemi ve Tasavvufi Tefsir) kitabı idi.
Ardından Süleyman ATEŞ, Tayyip Hoca’nın “benim üç oğlum var: Mehmed Said, Talat ve Süleyman“derdi. 
Maalesef Tayyip Hoca’nın 1968 yılındaki başörtüsü hadisesinden sonra sözleşmesi yenilenmedi. O da ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. O “Kendim âlim değilim ama âlim yetiştiren biriyim.” derdi.
Mehmed Said Hoca’nın “İslam Kültürü” kitabını neşrettiğinde hakkında makale yazdığını söyledi ve o makaleyi okudu. Makalede Buhari ve Müslim kitaplarının da yanlış olabileceğini ifade etti. Ebu Hüreyre’nin Yemenli hemşerisi Kâb Bin Ahbar ile Efendimizin sözlerini karıştırdığını söyledi. HATİBOĞLU çok okur, az yazar dedi ve konuşmasını bitirdi.    

ETHEM RUHİ FIĞLALI
Ethem Ruhi FIĞLALI: 45 sene devlette çalıştım. Birçok konuşma yaptım fakat en zor konuşmamı burada yapacağım. Zira çok değer verdiğim, abim hatta hocam aynı zamanda hemşehrimMehmed Said’e karşı olacak. Mehmet GÖRMEZ, Said Hoca’nın tenkitçi yönünü babasından mı, Hocasından mı aldığını sordu. FIĞLALI, Said Hoca tenkitçi yönünü babasından almıştır.  Babası Burdur yöresinin tanınan ve bilinen bir âlimiydi. Said Hoca babasının kitaplarının heder olmaması ve ilmi mirasını devam ettirmek için sene kaybını da göze alarak, başladığı ortaokulu bırakarak İmam Hatip Okuluna kaydoldu.
‘İslam aktüel hale sokulmadan anlaşılmaz’ dedi. Dedi demesine ama ne kastettiğini doğrusu ben anlamadım… ‘Ataların değil, aklın izinden gidilmelidir.’ dedi.
‘70 ve 80’li yıllarda Buhari’nin rivayetlerinin tenkit edilmesi mümkün değildi. Ama Mehmed Hoca o tarihlerde dahi bunu yapmıştır.’ diyerek konuşmasını bitirdi.

Süleyman ATEŞ, Ahmet BELADA, Mehmed Said HATİBOĞLU
ALİ BİRİNCİ
İnsanın, insaniyeti kelamıyla belli olur diyen Ali BİRİNCİ Hoca, Mehmed Hoca’nın kitap aşkından bahsetti. Ardından, bir insanın Kelam, Kitap, Kadın ve Kanun konusundaki duruşuyla belli olur dedikten sonra, Mehmed Hoca’nın bu dört konuda da gerekli sınavı başarıyla verdiğini/vermekte olduğunu söyledi. Yazma konusunda Süleyman ATEŞ’in görüşüne katılmıyorum. Zira Said Hoca’nın eserleri ‘lübb’ül-lüb’ dür (özün özü). Eserlerinin her biri birbirinden değerli ve paha biçilemeyecek kıymettedir. Hoca’ya siyaset dâhil bir sürü üst düzey görev teklif edilmesine rağmen hiç birine rağbet etmedi. O ilmi ve kitabı seçti. Dedikten sonra; “Siyaset, dosta tavsiye edilmez, düşmana da bırakılmaz.” Diyerek ilmin önemine değinerek siyaseti de dışlamadı.
Mehmed Hoca’nın bu kadar başarılı olmasının sebebi onu her halükarda destekleyen, çalışmalarında yalınız bırakmayan Fatma hanımdır (hanımı). Ali Hoca bu izahtan sonra şu tespiti zikretti. Hanımlar hiçbir zaman erkekler kadar başarılı olamaz, çünkü onların hanımı yoktur.” Bu arada Fatma yengeme ben de çok teşekkür ederim. Zira ne zaman eve varsam kek, pasta ve böreği hiç eksik etmedi. Çayı söylemiyorum çünkü onu Mehmed Hoca yapıyordu.
O bu dünyaya kitap okumak için geldi. Kitabı okurken de okumuş olmak için okumazdı.
MEHMED SAİD HATİBOĞLU
Ardından birkaç kelam etmesi için kürsüye davet edilen Mehmed Said Hoca, konuşmacı ve katılımcılara teşekkür ettikten sonra; ‘Ben arkadaşlarımın dediği gibi değilim’ dedi. Mütevazı bir tutum sergiledi. Salondan hayli olumlu tepki aldı. Yaptığı çalışmalardan bazı örnekler verdi. İslam’ın anlaşılması ve yayılmasının ancak bizler vasıtasıyla olacağını söyledi.
Ardından bir örnek verdi. Bu örneği M. Doğan’ın bir makalesinden aynen alıyorum. “…Hatiboğlu Hoca, İstanbul’un fethiyle ilgili hepimizin bildiği “Kostantiniye elbet feth olunacaktır. Onu fethedecek emir ne güzel emirdir ve o ordu ne güzel ordudur” hadisini şöyle yorumluyor: Peygamber efendimiz tebliğ ettiği cihanşümul dinin üstün geleceği inancı ile böyle bir hedefe ulaşılacağını bildirmiştir. İstanbul’un fethi ile ilgili teşebbüsler uzun süre başarılı olmayınca, fethin âhir zamanda, kıyamete yakın mümkün olabileceği düşüncesi yaygınlaşmış, Hz. Peygamber’e bu minval üzere sözler yakıştırılmaya başlanmış.
İstanbul fethedildiği halde, bu sözlere itibar edenlerin yakın dönemde bile bulunmasına ne demeli? Mesela, Mısırlı yazar Reşit Rıza hocası saydığı Neşşabe’ye atfen İstanbul’u Arapların eşkıya Türklerden aldıklarında fethedileceğini yazmış.
Hoca (M. Said) 1994’de haccederken, Medine Üniversitesi’nde yapılan bir teze rastlar. Bu kitapta da, her ne kadar İstanbul Türkler tarafından fethedilmişse de, asıl fethin kıyamete yakın gerçekleşeceğini okur. Hatiboğlu hoca, kitap ve sünnet gerçek ölçüleriyle kavranarak konuya yaklaşılmayınca, mahalle dedikodularının ağır basacağını belirtiyor.
Hatiboğlu Hoca’nın eserleri, Peygamber sözlerinin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda günümüzün düşünen, araştıran insanına ufuk açıcı metinler ihtiva ediyor…”
Benzeri bir ifadeyi bir başkasının yazdığını, Züheylî’nin de buna benzer yorumda bulunduğunu söyledi. Yine Züheylî ve Nizamülmülk’ün kadın konusunda da “Kadınla istişare et ama tersini yap” dediklerini söyleyerek bunların asla doğru olmadığını belirtti. Kadınlar kendi meselelerini sadece erkeklere bırakmayıp, kendileri dile getirmelidirler.
Ayrıca Said Hoca; “Müslümanların niçin dinlerini tatbik etmemiş oldukları sorusu İslam dünyasının önünde ciddi bir problem olarak durmaktadır. Müslümanlar, tatbik edecekleri İslam’ı bilmedikleri için mi yahut bildikleri İslam’ın geçerliliğini kaybettiği için mi başka sistemlerden medet umar hale gelmişlerdir?
Bugün Müslümanların İslam’ı yeniden tanımaya ve yorumlamaya ihtiyaçları var. Bunu sağlıklı biçimde başarmak da kaynaklarımızı tenkîdi bir yaklaşımla değerlendirmekle mümkün olacaktır.” Tespitinde bulundu.
Mehmed Said HATİBOĞLU Hoca’ya hayırlı uzun ömür dilerken, başta KAGEM’in değerli Müdürü Hicret K. TOPRAK hanımefendi olmak üzere tüm heyetine, böylesine düzeyli etkinlikler yapmalarından dolayı teşekkür ederim.  Daha nice hayırlı ve düzeyli etkinliklere.  
Ahmet BELADA