Kitaplarımız Değerini Buluyor (!)
'' Hocam, kitaplarınızın gerçek değerini kimse hesaplayamaz. Milyon, milyar...Fakat, bir sahaf olarak biz de buradan ekmek yiyeceğiz. Toplam 100 TL verebilirim.''
'' Çok cömertsin yahu! Sağol, vaar ol!''
'' Anladım. Az buldun . İstanbul'dan uçakla geldim. Gece pahalı bir otelde kaldım. Masraf çok. Hadi 10 TL daha vereyim.''
'' Yahu, sen alay mı ediyorsun. Öyle takımlar var ki 1000 TL eder her biri.''
'' Geçti hocam, geçti. Bizim gibi enayiler gidiyor artık kitapların peşinde.''
'' Teşekkür ederim. Zahmet etmişsin. Kitaplarım satılık değil.''
'' Peki, biraz daha yükseltelim. 150 TL olsun.''
'' Bu ne cömertlik yahu! Yapma, iflas edeceksin.''
2016' nın Eylül ayında Diyarbakır'daki evimde geçiyor bu görüşme.
................................
Köşe başında camekanlı dükkan gazete satış yeri. Ahmet Ağa derler. İri yarı ... Halkçıyla halkçı; demokratla demokrat olur. Herkesin sevdiği insan. Yakaladığını güçlü elleriyle kavrar, ''kulunç kırar.''
İçerde cama tutturulmuş bir kitap var. Siyasi Dargınlıklar...50 kuruş imiş ederi.
Hava sıcak mı sıcak. Dayanmak zor. Parası olan gazoz içerek serinlemeğe çalışıyor.
Kromajlı musluğu göz kamaştırıyor. Temiz bir önlük giymiş adam, tekerlekli meşrubat sunuyor insanlara. Ucuz da değil bir bardak limonata. 50 kuruş. Bir ekmeğin 30 kuruş olduğu 1958 Nevşehir'inde bir bardak serinletici şurup pahalı geliyor insanlara.
Tam taşacak derken, köpük köpük limonata insanlara susuzluklarını anımsatıyor. Ceplerindeki parayı yoklayanlar, durumları uygunsa 50 kuruşu çıkarıp veriyorlar adama. İşi iyi. Para kazandığı için mutlu ; gülümsüyor.
Fakat, hemen adam hakkında değişik görüşler ardardına sıralanıyor.
'' Başvekalet göndermiş adamı. Halkçıları izlemesi için. Her gece Ankara'ya rapor edermiş telsizle. Sabaha kadar evinde ışık yandığını komşusu görmüş.''
'' Solcu öğretmenleri tesbit için gelmiş diyorlar.''
'' Sakın şerbetçi diyerekten, yanında hökümeti neyi tenkid etmeyin ha! Tehlikeli bi adam bu.''
'' Dikkatle bakın, hiç öyle esnaf havası yok adamda. Kisvesi, elbisesi, önlüğü apak, temiz.''
Bir dükkandaki kitaba bakıyorum, bir adamın doldurduğu limonata bardaklarına.
Açlığım önemli değil de, susuzluğa dayanmak zor. Canım öyle istiyor ki. Sıcaktan bayılacak gibiyim. Bir bardak şurup beni kendime getirecek.
Fakat o kitabı da almak istiyorum. 1 TL param olsaydı sorun olmayacaktı. Ya limonata, ya kitap.
İkircikliyim. Sonra kitap ağır basıyor. Kararım kitaptan yana. Girip gazete satış dükkanına, 50 kuruşu verip kitabı alıyorum. Tozlanmış. Elimle temizliyorum. Gözlerimdeki sevinç Ahmet Ağa'yı sevindiriyor.
'' Limonata satan adama baktığını gördüm. İstersen bu 50 kuruşu al, yarın verirsin kitap parasını, git limonatanı iç,'' diyor.
'' Sağol,'' diyorum.'' Evimize varınca ayran içerim.''
'' Peki, madem öyle istiyorsun.Tamam.''
Kitap elimde, abone olduğumuz Cumhuriyet'i de alıp Göre yoluna düşüyorum.
...........................
1986 Ocak . Diyarbakır'da ilk aylarımız.
Soğuk mu soğuk bir gün. Günümüzdeki gibi kredi kartı yok daha. Öğlen olmuş, acıkmışım. Üşüyorum. Bir aşevine girip kebap yesem ısınırım. Fakat yanımda yeterli para yok.O sırada gazete satılan bir büfede dikkatimi çekti. Hürriyet Gösteri Dergisi Çağdaş Türk Şiiri kaseti veriyor. Olağanüstü bir armağan. Ses kaseti derginin ederinden daha yüksek o günlerde. Her an hevesli bir öğretmen, bir gazeteci, bir aydın satın alabilir bu dergiyi. Bir daha da o günlerin dağdağasında elde edemeyiz.
Gösteri, daha Elazığ'da iken izlediğim, beğendiğim bir dergiydi.
Midemle beynim arasında bir savaşım var.
Midem gurulduyor. Karnımı mı doyurayım, beynimi mi besleyeyim !
İkircikliyim.
Sonra terazide Dergi ağır basıyor. Cebimdeki son parayı verip Gösteri'yi alıyorum. Açlığım sürüyor. Eve giderken para harcamayacağım. Üniversite yerleşkesine giden otobüse bineceğim. Evime varınca yemeğimi yerim oğullarımla,eşimle.
Gösteri böylece kitaplığımda yerini alıyor. Şiir kaseti de koleksiyonumu varsıllaştırıyor.
...........................
İstanbul'a her gittiğimde ziyaret ettiğim sahaftır Kerim. Yarenliğine doyum olmaz. Dostluğumuz yıllardır sürer gelir. Fakat iş alışveriş olunca dostluğun önemi kalmıyor.
'' Ha , ne diyorsun, razı mısın ? Kabul edersen verdiğim parayı, daha bir kamyon tutacağım. Kim bilir kaç liradır? Hamallar gelecek. İstanbul'da yeni bir depo kiralamam da gerekecek. Herkes sanır ki sahaflar iyi para kazanır. Sahaflar kitap manyağıdır, o kadar. Hatta sürekli zarardadırlar da artık yapacak başka işleri olamayacağından sürdürürler bunu.''
Konuşuyor, konuşuyor. Hanım evde yok. Çay yapmışım. Pasta, börek, kek...Yiyoruz.
'' Bak Kerim, her kitabımın bir anısı var. Aç kalmışım ama lokantaya para vermek yerine kitap , dergi almışım. Artık o koleksiyonları da bir yerde bulamazsın. Benim için pek değerli onlar.''
'' Anlıyorum. Elbette değerli. Var,birçok evden haber veriyorlar, gidip almak o denli kolay ki. Fakat, taa İstanbul'dan seni sevdiğim için geldim Diyarbakır'a. Kitaplığını komple almak için.''
'' Yahu, prestij kitapları var ki, herbiri 5 bin TL eder.''
'' Hanımın, çocukların, torunların açıp da bir sayfasını okudular mı, okuyorlar mı, okuyacaklar mı?''
'' ........................''
'' Bak işte, cevap veremiyorsun. Ne oldu yahu! Gözlerin yaşardı.''
'' Kitaplarımı veremem Kerim. Zahmet edip gelmişsin. Kendi kitaplarımdan, üniversite yayınlarından birer tane al, tamam.''
'' Demek öyle ha! Ben arkadaşız sanıyordum.''
'' .........................''
'' Ürgüp'te hangi ay olacaksın.''
'' 2017 Mayıs gibi. Neden sordun ?''
'' Ordaki evinde olan kitaplığını Facebook'ta gördüm, tanıdım. Resimleri  paylaşmıştın ya. Onlara da aynı miktar para veririm. Yani 150 TL. Biz de para kazanacağız yahu ! Boru mu bu ! ''
                           ............................................... 19 Eylül 2017