(13-14 Temmuz)

Diyanet İşleri Başkanlığının “Din İstismarı İle Mücadele Seminerleri” bağlamında Ankara Merkez vaizi Ömer Faruk Ünal, Trabzon Dini Yüksek İhtisas Merkezi Tefsir hocası Şevki Çelebi ile birlikte Bayburt’a gittik. Önce İl Müftümüz Hasan Balcıoğlu’nun makamına vardık. Kısa bir nefeslendikten sonra Saat 11.00’de Vali’den alınan randevuyu gerçekleştirdik. Valiye Başkanımız Ali Erbaş Bey’in selamını iletip, neden geldiğimizi açıkladık. Vali de şehir hakkında bizleri bilgilendirdi.

Bir düşünür şehirleri insana benzetir. İdare merkezi beyin, mabetler ruhu, diğer kesimleri de diğer uzuvlarıdır. Hiç şüphesiz her ilin kendine özgü bir hali bir yapısı vardır. Nasıl insanlar farklı farklılarsa şehirlerde tıpkı öyledir. Kısmi benzerlikler olsa da her şehir nevi şahsına münhasırdır. Yıllar önce henüz il olmadan geldiğim Bayburt bir hayli değişmiş.

Bayburt birçok farklılığı barındıran ülkemizin küçük bir o kadar da şirin bir şehridir. Türkiye’de birçok ilimizin bir ilçesiyle rekabeti vardır. Hatay-İskenderun, Mersin-Tarsus, Nevşehir-Ürgüp, il olmadan Niğde-Aksaray, gene İl olmadan Gümüşhane-Bayburt gibi. Bayburt doğumlu kadim dostum Rauf Denizler ’den hareketle Gümüşhane-Bayburt rekabetini iyi bilirim. Daha Bayburt il bile olmadan bir türlü Gümüşhaneliyim demezdi! “Ben Gümüşhaneli değil Bayburtluyum” derdi.

Bayburt’un tarihine bakılacak olursa Bayburt’lular pekte haksız sayılmazlar. Zira Erzurum’un dahi bir zamanlar Bayburt Sancağına bağlı olduğu söylenmektedir. Sen götür böylesine tarihi geçmişi olan bir şehri Gümüşhane’ye bağla elbette Rauf olsun bir başka Bayburtlu olsun ben Gümüşhaneliyim demez. Nitekim o dememeleri onları müstakil il yaptı. Hadi hayırlı olsun.

“koskoca Bayburt”: Bayburt’a vardığımızda ilk duyduğum sözcüklerden biri şu oldu. “Koskoca Bayburt’a” hoş geldiniz. Bu “koskoca” sözcüğünün bir esprisinin olduğunu anladım. Nitekim bana bunu söyleyen değerli Müftümüz açıklamasını şöyle yaptı.

Henüz Bayburt İl olmadan ilçeye gelen bir yabancı karnını doyurmak için Bayburtlu bir vatandaşımıza;

“Yemek yiyebileceğimiz bir lokanta var mı?”

“Şurada” diyerek bir lokantanın yerini gösterir. Yabancı tekrar “nerede” deyince Bayburtlu; “ufacık yer, görmüyor musun işte şurada” diyerek tarifini yeniler.

Bayburt il olduktan sonra olacak buya! Aynı adam geldiği Bayburt’ta yemek yiyecek bir lokanta sorar. Sorduğu adam bir önceki sorduğu adamın aynısı olmasın! Bu sefer Bayburt’lu “-koskoca Bayburt- sana nasıl tarif edeyim” der. Böylece “Koskoca” kavramı oradan kalmış.

Bayburt yüzölçümü ve nüfusu itibarıyla Türkiye'nin en küçük illerindendir. 21 Haziran 1989'da Gümüşhane'den ayrılarak il oldu. Türkiye'nin 69. ili olan Bayburt'un merkez nüfusu 43 bin yedi yüz. Toplam nüfusu ise yaklaşık 80 bin 417’dir. Bayburt bir milletvekili çıkartmasına rağmen siyasi ve bürokratik anlamda oldukça güçlüdür.

Gümüşhane’den ayrılmasına rağmen Gümüşhane Doğu Karadeniz, Bayburt Doğu Anadolu Bölgesinde yer almaktadır. Bu oldukça doğru bir tasnif olmuş. Zira Trabzon’dan Bayburt’a giderken Gümüşhane’den geçiliyor. Gümüşhane’den çıkıncaya kadar orman örtüsü ve fiziki yapı Karadeniz’i andırırken Gümüşhane’den sonra kara örtüsü birden değişmekte yani ağaçsız bir yapı dikkat çekmektedir.

Bu tespit tamam da bir de bu yoldan yani Trabzon’dan Bayburt’a gelirken Zigana geçidine temas etmek gerekir. Aman Allah’ım! Ne muhteşem manzara. Bir defa yol oldukça dik dağlardan oluşmakta, bakıldığında insanı hayrete düşüren, ihtişamıyla büyüleyici bir tabiata sahip Zigana bölgesi, kıvrım kıvrım yolları ve tünelleriyle insanı cezbederken dahi korkutuyor. Bir bakıyorsunuz yol, dağın tepesine, bir bakıyorsunuz dibine inebiliyor. Allah vermesin ufak bir dalgınlığın ve trafik kuralsızlığının nasıl neticeleneceğini tahmin bile edemiyorum.

Biliyor musunuz? Oraları görünce Karadeniz insanının çok yaşamasını, sert tabiatını, dinç halini ve kıvrak karakterini tüm bunların ötesinde asabi halini daha bir anladım. Buraları görüp te bu kanaate varmamak mümkün değil. Görmeyenlerin görmesi gereken önemli yerler. Şu itirafı da yapmalıyım. Devletimizden Allah razı olsun. O sarp, aşılmaz denen dağları hallaç pamuğu gibi atarak yol ve tüneller yapmaktadır. Yollar adeta şantiye gibi.

Gözlemim ve ufak bir hatırlatma; görülmesi gereken yerler derken bölgede gözle görülür şekilde Arap turiste rastlamak mümkün. Şehir merkezinde olduğu gibi yayla, köy ve yol kenarında oturan, gezen aileleriyle birlikte bir şeyler yiyip-içen hemen her yerde onları görmek mümkün. Umarım Karadeniz’in misafirperver insanı “bacasız fabrika” niteliğindeki bu misafirlerin kıymetini bilirler. Biraz fazla kazanacağız diye misafirlerimizi küstürmezler. Kendisiyle sohbet ettiğim değerli İl Milli Eğitim Müdürü Hızır Aktaş Bey’in özel kalem müdürü sevgili Zülfikar Bey’in de böyle bir endişe taşıması dikkatimi çekti. Çünkü bölge insanı turizm adına bunlara yani Araplara güvenerek yatırımlarını yapmaktadır. Bölge insanı Kuveyt, Sudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden aksilik olmaması halinde bin uçak turist bekliyor.

Konuyu bağlamından koparmayalım. Çünkü Bayburt hakkında yazacağım. Fakat etkileyici bir yapı görünce Trabzon ve Zigana’dan bahsetmeden geçemedim. Yapılan bir araştırmaya göre dini hayatın en etkin yaşandığı merkezlerden, şehirlerden bir de Bayburt’tur.

Bayburt, her ne kadar 1989 yılında Gümüşhane’den ayrılarak müstakil il olsa da tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Şehir Çoruh Nehri etrafında kurulup, Erzurum-Trabzon İpekyolu üzerindedir.

Cumartesi kaldığım otelden çıkıp şehri şöyle bir dolaşayım dedim. Sokaklar, kaldırımlar ve kaldırım üzerine eşyalarını sergileyen esnaflar. Ne kadar da sade ve güzel görünüyor. Yoğun trafik ve beton yığınından sıyrılıp böyle bir şehre gelindiğinde insan ne kadar da dinginleşiyor. Ne kadar da sakinleşiyor. Her şey bambaşka. Ulu Cami ve civarını gezdikten sonra bir sokaktan geçerken çay içmek için bir yere girdim. İnsanlar öbek öbek oturmuşlar kahvaltılarını yapıyorlar. Muhabbet ediyorlar. Derken bir gün önce birlikte namaz kıldığımız Yakutiye Caminin imamı birlikte kahvaltı yapalım dedi. Kahvaltımı yaptığımdan birlikte çay içebileceğimi söyledim. Çayımızı yudumlarken tarihten, dinden, örf adetten ve siyasetten… Diğer gelenlerle birlikte koyu bir sohbete daldık. Oradakilerden birine; “niçin evde değil de burada kahvaltı yapıyorsunuz” dedim. Yüzüme manalı manalı şöyle bir baktı ve “hocam bu saatte (bu saatte dediği 9-930 civarı) hanım kalkacakta kahvaltı hazırlayacakta biz de yiyeceğiz vay babam vay...”

Ulu Camii: Anadolu Selçuklu sultanlarından II. Gıyasettin Mesut (1282-1298) tarafından yaptırılmıştır. 1967 yılında aslına uygun olarak tamamen elden geçirilen caminin minaresi ve asıl camiye açılan kapı orijinal yapıdan kalmadır. Minaresi 1850 yılındaki onarımda elden geçtiğine dair bir kitabe bulunmaktadır. Selçuklu mimarisini andıran cami, şehrin tam merkezindedir.

Camiyi ziyaret edip çarşıya doğru ilerlerken sağ tarafta tarihi başka bir mekân ve içinden gelen su sesine doğru yöneldim. Birkaç merdivenle inilen yerin abdest alınan şadırvan olduğunu gördüm. Su devamlı akıyor. Yanılmıyorsam iki taraflı sekiz musluk var. Nevşehir Özel İdare Genel sekreterliğinden kalma bir hassasiyetle muslukları kapatmaya çalıştım. Su boşa akmasın diye. Oysa musluk kapanan cinsten değilmiş. Hastaları şifa eden, insanı dinlendiren, ses duyulmasın diye Osmanlının Divan ve Harem mahalline su sesinin getirilmesi aklıma geldi.

Sokaktaki uzun olmayan o yolu tamamlayıp sağa dönüp biraz ilerledikten sonra Yakutiye Camiine (Yeni), sol tarafa ilerleyince ve hatta bakınca Şehrin incisi saat kulesini görebilirsiniz. Biz de onu yaptık önce Camiyi ardından saat kulesini gördük/inceledik.

Yakutiye Cami (Yeni Cami): Cumhuriyet caddesi üzerinde bulunan Yakutiye Medresesi üzerine yapılmış olan bir camidir. Eski olmasına rağmen cami Vakıflar Genel Müdürlüğü ve yardımsever Bayburt halkının katkılarıyla 1913-1915 yıllarında yeniden yapılmıştır.

Saat Kulesi: Cumhuriyet caddesi üzerinde bulunan ve şehrin sembollerinden olan saat kulesi, 29 Ekim 1924 yılında tamamen sarı taştan yapılmıştır. Bayburt’un Rus işgalinden kurtuluşunu simgelemektedir. Şehrin her tarafından görülen biblo güzelliğini taşıyan ana yolun tam ortasında güzel bir anıt şeklindedir.

Kale: Çoruh nehrini saymazsak yukarda saydığım şehir merkezindeki bu üç tarihi şaheser Bayburt’u hatırlamak ve hatırlatmak için yeterde artar bile. Bir de Kaleden bahsetmek gerekir. Kale değil Bayburt’un belki de ülkemizin tarihi gerdanlığı şeklindedir.

Kaleyle ilgili kesin olmamakla beraber, MS 58’lerde yapıldığı, değişik zamanlarda onarımdan geçtiği düşünülmektedir. Kale şehrin kuzeyinde çocuğunu gözünden sakınan ve göğsüne yaslamış bir ana gibi Bayburt’u bağrına basan ve ilk günkü görkemini hala sürdüren şehrin gerdanlığı niteliğinde.

İtalyan gezgin Marko Polo (1254-1324) Uzak Doğuya giderken uğradığı şehre Bayburt kalesinin çok sarp ve görkemli bir yapı olduğunu belirtirken, bizim gezginimiz Evliya Çelebi’de 1647 yılında Bayburt’a geldiğinde; Kaleyi yalçın kaya üzerinde çok büyük ve ihtişamlı bulduğunu belirtir. Kale içinde üç yüz civarında eski usul ev bulunduğunu belirttikten sonra, doğuya bakan üç kat “Demir” batıya bakan “ Nöbethane” kapısı olmak üzere iki kapısının bulunduğunu belirtir. 1671 rakımlı kale tarih boyunca hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Çevresi üç kilometre olan kalenin Urartulardan Türklere çok sayıda devlete hizmet etmiştir. Kanuni döneminde sağlanan iç güvenlikle beraber halk kalenin içinden çıkmaya başlamıştır. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşından sonra Ruslar şehrin birçok yerini olduğu gibi kaleyi de tahrip ederek şehirden çekilmiştir. Yeni onarımdan geçen kale, İçindeki kilise ve camisiyle hala yerli ve yabancı turistlerin gözdesidir. Marko Polo’nun geldiği dönemde Bayburt’un on dokuz Müslüman, yedi Ermeni mahallesi olduğundan bahseder.

Şehrin tarihi eserleri elbette sadece ismini zikrettiklerimden ibaret değil. Fakat öne çıkanlar bunlar olduğu ve yazımın hacmini aşmamak için bu kadarla iktifa ettim.

Şehirleri şehir yapan taş yığını mekânlardan ziyade ora da yaşayan insanlar ve o insanların o şehre kattıkları/verdikleri ruhtur. Bayburtlu Zihni de şehre ruh veren tanıtımını sağlayan önemli bir devlet adamı ve şairdir. 1797-1859 tarihlerinde yaşayan Bayburtlu Zihni (Mehmet Emin) Trabzon ve Erzurum medreselerinde gördüğü eğitimin ardından muhtelif memurluklar yapıp, Trabzon’dan memleketine dönerken Maçka’da hayatını kaybetmiştir. Oraya defnedilen şair, 1936 yılında oradan alınarak Bayburt’un İmaret Tepesine getirilmiştir.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Birbirinden güzel şiirleri bulunan Bayburtlu Zihni’nin bir de divanı bulunmaktadır. Şiirlerinin geri kalanını meraklılarına bırakmak suretiyle iki adet şiirini aldım.

BÂD-I SABÂ SELÂM SÖYLE O YÂRA

Bâd-ı sabâ selâm söyle o yâra

Ya gelsin ya gidek o diyara biz

Kâtip, arzıhâlim yaz ki canana

Ayrılalı düştük ah ü zâra biz

Kâtip, arzıhâlim arşa dayandı

Can gurbette hasret nârına yandı

Herkes sevdiğinden doydu, usandı

Neden kaldık böyle bahtı kara biz

Namem hem okusun hem yâr ağlasın

Aşk oduna düşsün nâçar ağlasın

Sînesini dövsün her bâr ağlasın

Desin ki zulmettik Zihnî'zâra biz

VARDIM Kİ YURDUNDAN

Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı

Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş

Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Hangi dağda bulsam ben o maralı

Hangi yerde görsem çeşm-i gazali

Avcılardan kaçmış ceylan misali

Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

Laleyi sümbülü gülü har almış

Zevk u şevk ehlini ah u zar almış

Süleyman tahtını sanki mar almış

Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar

Sordum ki bağ ağlar bağ u ban ağlar

Sümbüller perişan güller kan ağlar

Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

“Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!”

İlçeye günün birinde cumhuriyet Türkiye’sinin çağdaşlaşma emarelerinden kabul edilen orkestra yani müzik ekibi gelir. İlçenin en gözde salonlarından birinde icra-i faaliyette bulunurlar. Cuşu hurş ve vecd içerisinde dinleyen veya dinlediği sanılan vatandaşla TRT spikeri röportaj yapar. Orkestra hakkında fikirlerini sorar.

İlk sordukları üniversitede okuyan bir gençtir:

-Efendim konseri nasıl buldunuz?

-Çok güzeldi. Böyle konserleri Anadolu'ya yaymak ve topluma orkestrayı sevdirmek gerekir. Ben çok beğendim.

Muhabir biri erkek, biri kadın iki gencin yanına gelir:

-Konseri nasıl buldunuz?

Kadın:

-Çok güzeldi ya, ben hep dinlerim zaten orkestrayı. Beethoven’in hastasıyım zaten...

Muhabir yaşlı bir amcanın yanına yaklaşır ve aynı soruyu sorar:

-Amcacığım konser nasıldı beğendiniz mi?

(Yaşlı amcam suratını büzüştürerek ve ekşiterek cevap verir)

-Vallah gızım, bu memleket Ermeni mezalimini de gördü, Moskof mezalimini de gördü lakin Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!

Bayburt şimdilerde her türlü zulüm ve haksızlıkları geri plana itip, kendine öz güveni ve hükümetle olan pozitif yakınlaşmasıyla büyük bir sıçrama trendine girmiş gözüküyor.

Cuma akşamı şehri tam tepeden müşahede eden şehrin hakim tepesi Şehit Osman’da “Y” şeklindeki Bayburt’u kuş bakışı görme imkânı bulduk. Küfür küfür esen rüzgâr tenimizi okşarken, musiki eşliğinde, led ışıkların pırıl pırıl aydınlattığı şehir bir başka güzel gözüküyor.

Bir hizmet vesilesiyle gittiğim Bayburt’ta Şehit Osman’ı, Dede Korkut’u, Kop Dağı ve Şehitleri şehrin ortasından akan Çoruh Nehriyle tarihi ve günümüzü müşterek yaşayarak ruhumu dinlendirip, gönlüme sürur verdi.

Ahmet BELADA