Nereden Nereye
1978 yılı 5 Haziran gününden beri elemanı  ( coğrafya asistanı )  olduğum Fırat Üniversitesi’nde lisans üstü çalışma yürütecek meslekten bir  akademik kişi (Doç ya da prof)  bulunmuyordu. Ol nedenle, Dekanımız Prof Dr Osman Ersoy , Bölümü DTCF’den yöneten Prof Dr Erdogan Akkan beni İstanbul Üniversitesi’ne  önerdi.
Evim barkım Elazığ’da, fakat ben göçer-konar bir yaşama düzenindeyim.
Doktora tezimin yöneticiliğini kabul eden Prof Dr Metin Tuncel, benim her dönem için bir ay süreyle Edebiyat Fakültesi'nde coğrafya derslerini izlememi gerekli görmüş; yazanağında da belirtmişti.
1980'de 33 yaşındaydım. Yeniden üniversite öğrencisi olmuştum 12 yıl aradan sonra . Yaşı 20 ve altındaki gençlerle birlikte anfilerde ders dinliyordum. İstanbul'a her gidişimde magazinler dolusu diapozitif filmler götürüp ''slayt gösterisi'' de düzenliyordum.  Özellikle Kapadokya, Elazığ-Harput, Tunceli, Bingöl, Muş, Van yöresiyle ilgili sunumlar dikkat çekiyor; yalnız öğrenciler değil, öğretim üyeleri de beğenerek  izliyorlar, sorular soruyorlardı.
1981 yılıydı. Gündoğumuzda İran ile Irak 1980 Eylülden beri savaşıyordu. Saddam Hüseyin başlatmıştı kavgayı. Arada Zagros Dağları sınırdı ve iki ülke birbirlerine füze fırlatıp duruyorlardı. Savaşın galibi yoktu. İki yan da mağluptu. Ne zaman biteceği de bilinmiyordu.
Cağaloğlu’nda İran Başkonsolosluğu'nun önünden geçerken, yapının dış duvarına asılmış resimlerle irkildim.Altüst oldum. Bakması zor. Savaş tüm dehşetiyle göler önünde. Cephelerde ve cephe gerisinde insanlar. Gepegenç...Ülkelerinin gelişmesi için tam çalışacakları yaştalar. Ölmüşler. İki yan da onlar için ''şehid'' diyor. Bağırsakları dışarıya dökülmüş...Kafatası parçalanmış, beyni akmış, bacakları kopmuş...Bazılarının gözleri kapanmış, bazılarınınki açık...Anlatmak öyle zor ki.
Bir ay süreyle dersleri dinledim, hocalarımla görüş alışverişinde bulundum ve yeniden döndüm Elazığ'a. Gözümün önünden gitmiyordu İranlı askerlerin görüntüleri.
Bir sabah erken, daktilomu önüme çektim. Başladım yazmağa. Savaşın dehşetini dile getirdim. Yazarken ağlıyordum. Yazdım yazdım. Zarfı hazırladım, mektubu İran Başkonsolosluğu adresine gönderdim.
Resimlerdeki dehşet görüntüler peşimi bırakmıyordu. Arkadaşlarıma da anlatıyordum. Tek kanallı televizyonumuzda, haber programlarında savaşın dehşeti  tam olarak verilemiyordu. Türkiye bu savaşta kararsız kalmıştı. Bir yandan savaşın bitmesi için girişimler sürüyordu da. Irak'ı  tutanlar kadar İran'ı savunanlar da vardı ülkemizde.
Yazıp gönderdiğim mektubu unutmuştum Elazığ'da, Üniversite dağdağasında.
PTT dağıtımcısı bir gün büyük bir paket teslim etti. Baktım, İran Başkonsolosluğu göndermiş. İçinden resmi  Türkçe ve Farsça antetli bir kağıda yazılmış yazı çıktı. Başkonsolos Bey , İran ordusuna  duyduğum sevgiyle çok duygulandığını, görevlilerin, mektubum okunurken ağladıklarını açıklıyordu . Türkiye'deki akademisyenlerin doğruları bilmediğini, değişik kaynaklardan etkilenerek yanlış yönlendirildiklerini, halbuki, savaşı Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in başlatttığını, mağdur tarafın İran ordusu ve halkı olduğunu da ekliyordu. İstanbul'a yapacağım bir sonraki gezide beni Başkonsolosluk'ta beklediğini, tanışmakla mutlu olacağını  da belirtiyordu. Son bir ek, Ankara'daki İran İslam Cumhuriyeti Elçiliği'ne de adımı bildirdiğini, Başkent'e yapacağım bir yolculukta Elçilik mensuplarının benle tanışmaktan sevinç duyacaklarını açıklıyordu.
Paketten çok sayıda kitaplar çıktı. Savaş resimleri, Humeyni rejiminin İran'a kazandırdıkları...
Odama gelen arkadaşlar inceliyordu kitapları.
'' Senin başını belaya sokar bu kitaplar...Sen tescillisin. En iyisi bu kitapları bana ver. ''
'' Çoktan kaydın girmiştir , ilerde başka bir yere gitmek istersen karşına çıkarırlar bunları.''
'' Sorarlar adama, demek, İstanbul'a gidip bu işlerle ilgileniyorsun.''
'' Sen İran'a sempati duyuyorsun; Tebriz'e, Azerbaycan'a mehebbetin var, ama devlet politikası olarak bizde zemin kaygan; belirsizlik var. Sen en iyisi bu kitaplardan, bu mektuptan kurtul. Yoket onları, yak kurtul.''
......................
Her ders yılında bir ay. Vefa Müşküle Sokak'taki koca yapıda bana ayrılan odada kalıyor; otele para vermiyordum. İstanbul gezilerim sürüyordu.  Fakat  ben bir daha cesaret edip İran Başkonsolosuğu'nun önünden geçemedim. Uzaktan bakıyordum, yine resimler asılıyordu. Zaman zaman değiştiriyorlardı da onları.
Gecikmeli de olsa doktora tezim sona erdi.
1 Mayıs 1984 günü Ankara DTCF'de savunmamı yaptım ve ''Dr'' unvanını kazandım.
Irak saldırıları sürüyordu o yılda da. İran savunmadaydı, mağdur ülkeydi.
Her iki ülke de, Bağdat ve Tahran yönetimi sınır boylarında ilerlediklerini, ''düşman''a önemli kayıplar verdirdiklerini açıklıyorlardı.
1985 Martında Dicle Üniversitesi'ne başvurdum.
Karşılık gelmiyordu Rektörlük'ten , olumlu ya da olumsuz.
Sonunda 1 Ekim 1985 günü Eğitim Fakültesi'nde göreve başladım.
Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Turan sonradan açıkladı. Meğer, Güvenlik Soruşturması'nda ''sakıncalı'' bulunmuşum. İran rejimine sempati duyduğum, Tahran'dan adıma kitaplar gönderildiği  yazılıymış raporda.
Savaş sürüyordu ve ancak 3 yıl sonra 1988'de sona erecekti.
Kazananı olmayan, kaybedeni çok olan bir savaştı bu.
Gördüğüm resimler karşısında ''samimi teessüratımı'' yazmanın dosyamda yer alacağını nerden bilebilirdim ki !
Nasıl bilebilirdim ki !
      ....................................................................  17 Eylül 2017. Ürgüp