Nevşehirli değerli hemşerimiz Müberra Eresin'i, Türkiye'de ki turizm camiasında tanımayan insan sayısı sanırız azdır. Fuardan fuara, toplantıdan toplantıya koşan çalışkan bir turizmci olan Müberra Eresin, Nevşehir'den başlayıp İstanbul'a, oradan da Londra'ya ve tekrar İstanbul'a uzanan yaşam öyküsü göz kamaştıran büyük başarılarla dolu...

Nevşehir’de doğan Müberra Eresin, ailesiyle birlikte henüz üç yaşındayken İstanbul’a taşınmış. Çocukluğunu Bakırköy-Yeşilköy’de geçiren Eresin, ilkokulu Hamdi Akverdi İlkokulu’nda okumuş. Eresin, babası Özcan Bey’i henüz 5’inci sınıfa giderken çok erken bir yaşta kaybetmiş. Müberra Eresin’in doğduğu kente uzun yıllar gitmemesine neden olacak süreç de bu döneme denk geliyor.

Nevşehirli değerli hemşerimiz Müberra Eresin işte bu örnek yaşam öyküsünü TurizmGüncel'e anlattı. Keyifli okumalar.

Nevşehir’de doğan Müberra Eresin, ailesiyle birlikte henüz üç yaşındayken İstanbul’a taşınmış. Çocukluğunu Bakırköy-Yeşilköy’de geçiren Eresin, ilkokulu Hamdi Akverdi İlkokulu’nda okumuş. Eresin, babası Özcan Bey’i henüz 5’inci sınıfa giderken çok erken bir yaşta kaybetmiş. Müberra Eresin’in doğduğu kente uzun yıllar gitmemesine neden olacak süreç de bu döneme denk geliyor. Eresin babasının vefatından sonra yaşadıklarına ilişkin şu hatıralarını paylaşıyor:

‘’Babamı kaybettikten sonraki bir dönemde babaannem İstanbul’dan uzaklaşmam için beni Nevşehir’e götürdü. Babam gerçekten çok sevilen bir insandı, Nevşehir küçük bir yer tabi, herkes de tanırdı. 

O seyahatte Nevşehir’de sokaklarda yürürken karşılaştığımız insanlar bana sarılıp ağlıyordu. Ben o zaman küçücük çocuğum, çocuk aklımla ‘bu insanlar beni görünce niye ağlıyorlar’ diye çok düşünmüştüm. Bu durum psikolojimi o kadar etkiledi ki, üniversite yıllarıma kadar bir daha Nevşehir’e adımımı atmadım. Aradan yıllar geçti, üniversiteyi bitirdim, yurt dışında master yaptım, döndüm ve Nevşehir’e tekrar ilk defa bir arkadaşımın düğünü için gittim. Halam, akrabalarımız orada yaşıyor, dolayısıyla kardeşim, abim, annem, sürekli gidip geliyorlardı. Ama ben hiç gitmedim. Arkadaşımın düğününe gittiğimde de hiç kimseye haber vermedim.  Kardeşimle beraber gitmiştim. Kardeşim bana 3 günlük bir Nevşehir turu yaptırdı ve ben Nevşehir’e gerçekten aşık oldum. Hatta o dönem Uçhisar’da bir ev sahibi olmayı falan bile planlamıştım. Ondan beri de her yıl gitmeye çalışıyorum.’’



AVUSTURYA LİSESİ’NE NEDEN GİTMEK İSTEMİYOR?

Eresin, babasını kaybettikten sonra annesi Hamiyet Hanım, erkek kardeşi Salih ve abisi Murat ile İstanbul’da yaşamaya devam etmiş. İlkokuldan sonra özel okul sınavlarına giren Müberra Eresin, Avusturya Lisesi’ni kazanmış. Ancak okul yatılı olduğundan gitmek istememiş. Eresin, neden gitmek istemediğini ve o dönemde yaşadıklarını şöyle açıklıyor:



‘’O sene babamı kaybetmiştim ve şöyle düşünüyordum: Annem beni evde istemiyor. Beni yatılı okula göndermek istiyor,  abimle ve kardeşimle kalacak. Oldukça travmatik bir dönemdi anlayacağınız. Okulun müdürü beni odasına çağırdı, ‘neden gitmek istemiyorsun’ diye sordu. Sonra gerçekten istemediğimi anladılar. ‘O zaman gitme, istediğin okula git’ dediler. Bütün arkadaşlarım Ataköy Lisesi’ne gidiyordu, ben de orada okudum. ‘’



Çok renkli bir ilkokul ve lise hayatı geçiren Eresin, ‘’Hala en yakın arkadaşlarım ortaokul  arkadaşlarımdır.’’ diyor.

MARMARA ÜNİVERSİTESİNE GİRİYOR

Sonrasında üniversite sınavlarına giren Eresin, 1984 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Bölümü’nü kazanmış. Eresin’in hedefinde her zaman üniversiteyi bitirdikten sonra yabancı dil öğrenmek ve maliyet muhasebesi alanında yoğunlaşmak varmış. 

İLK İŞ DENEYİMİ UZUN SÜRMÜYOR

Eresin’in ilk iş deneyimi ise üniversite okurken çok sevdiği bir arkadaşıyla yabancı bir firmanın Türkiye distribütöründe çalışmaya başlaması olmuş. Ancak Eresin’in ailesi bu çalışma durumundan pek mutlu olmamış ve Müberra Eresin’in ilk iş deneyimi çok uzun sürememiş. 



‘KIZ ÇOCUĞUNUN OTELDE NE İŞİ VAR?’

Ancak Eresin çalışmakta ısrar edince, o dönemde iki amcasıyla ortak olan şirketlerine ait, Sirkeci’deki araba alım-satım bayiinde muhasebede çalışmaya başlamış. Eresin ilk iş deneyimini ve kendisini otelciliğe sürükleyecek ayrılış hikayesini şöyle anlatıyor:

‘’Ferhan Abi diye çok tatlı bir muhasebe müdürümüz vardı. Ben bir süre sabah okula gittim öğleden sonra da orada çalıştım. Ama iş hiç benim okuduğum muhasebeye benzemiyordu. Makbuzu kes, onu geçir... Acayip sıkıcı bir işti. O dönemde Eresin Taxim Otel açıktı. Ben de ‘Otelde çalışacağım’ dedim. Kıyametler koptu. Özellikle büyük amcam ‘Kız çocuğunun otelde ne işi var’ diye çok karşı çıktı. Hoş, sonrasında da beni çok destekledi. 1988-89 yıllarıydı ve Talimhane şimdiki gibi değildi. Parçacılar, dolmuş durakları, her gün kavgalar... Biraz zorla da olsa, otelin muhasebesinde çalışmaya başladım.’’

Otel muhasebesinde çok fazla kalem olmasından ötürü oteldeki bu iş ilk etapta Eresin’e değişik ve güzel gelmiş, ancak bir süre sonra iş tekrar rutine binmiş ve tekrar sıkılmış. Okulu bitirdiği zaman bir fabrikada maliyet muhasebesi alanında çalışmak isteyen Eresin, çalışma hakkını kazanmışken devam etmek ve dilini geliştirmek için otelin resepsiyonuna geçmek istemiş. Bu iş değişikliği de hiç kolay olmamış: 

‘’O zamanlar genel müdürümüz Süleyman Bey’e ısrarla resepsiyonda çalışmak istediğimi söylüyordum, ‘olmaz diyordu. Hele ki büyük amcam çok karşı çıkıyordu. ‘Kız çocuğunun resepsiyonda ne işi var, bize ne söylettireceksin’ diyordu. Kavga, patırtı, gürültü... Ve ben resepsiyonda çalışmaya başladım. 



‘BENİM OTELCİLİKLE İŞİM OLMAZ’

O dönemdeki genel müdürümüz Süleyman Bey, ben daha resepsiyona geçmeden bana ‘Resepsiyonda çalışırsan bütün ideallerin yok olur ve sen sadece otelcilik yapmak istersin’ demişti. Ben ona bu işi geçici olarak yapacağımı, üniversite bittikten sonra master için yurt dışına gideceğimi ve otelcilikle işim olmayacağını söylemiştim. Sonrası hakikaten Süleyman Bey’in dediği gibi oldu. Resepsiyona geçtikten sonra ben bu işe aşık oldum. Resepsiyonda çalışmak bambaşka bir dünyaydı benim için. O yıllarda zaten işlerimiz çok yoğundu, otel dolup dolup boşalıyordu. Sürekli dünya insanlarıyla iç içeydik. O dönemde burada sadece biz, Sheraton ve Divan Otel vardı. Hilton bizden biraz daha uzakta kalıyordu. 

Biz Sheraton’ın uzantısı gibi çalışıyorduk, Divan ile ilişkilerimiz ise zaten çok iyiydi. Birimiz short’a düştüğünde hemen diğerine yolluyorduk misafiri. Çok yoğun ve çok keyifli bir dönemdi.’’



‘BÜTÜN AİLE YURT DIŞINDA OKUYOR, BİR TEK BENİ GÖNDERMİYORLAR’

Müberra Eresin, bu noktadan sonra yoluna otelcilikte devam etmeye ve yurt dışında turizm üzerine master yapmaya karar veriyor. ‘’Üniversitede 4 sene boşu boşuna okuduğumu düşündüm ve yurt dışında hem dilimi geliştirmek hem de turizmle alakalı bir şeyler okumak istedim’’ diyen Eresin’in, bu konuda da ailesini ikna etmesi için çok çaba harcaması gerekiyor. Eresin, üzerinde çok fazla emeği olduğunu belirttiği annesi Hamiyet Hanım’la ve ailesiyle bu süreçte yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

‘’Ben daha küçük yaşlardayken etraftan insanlar anneme ‘Haliniz vaktiniz yerinde. Kız çocuğunun bu kadar okumasına ne gerek var’ derlerdi. Ama annem her zaman ‘Müberra okuyacak, üniversiteyi bitirecek’ derdi. Ben ne zaman ki resepsiyonda çalışıp yabancı dil için yurt dışına gitmek istedim, o zaman annem de dahil olmak üzere bütün ailem şiddetle karşı çıktı. O döneme kadar da hepsi erkek olan bütün kuzenlerim, yeğenlerim sürekli İngiltere’ye gidip geliyorlar. Kimisi üniversiteyi yurt dışında okudu, kimisi master için gitti. Ben aralarında tek kızım ve kesinlikle beni gönderme taraftarı değiller. Abim Murat da benden önce İngiltere’ye gidip gelmişti ve o sırada kardeşim Salih Londra’da üniversitede okuyordu. 

1990 yılında çıktığım İngiltere maceram çok zorlu başladı. O dönemde evde her gün tartışma yaşandı. Bir gün abim geldi, ‘Biletini aldık. Gidiyorsun. 3 ay kal, İngilizce meselesini hallet, sonra dön gel’ dedi. Ben kafama koymuştum, orada master da yapıp gelecektim. 3 ay dil kursuna diye gittim, sonra sınavlara girdim ve Bath College’de Otel ve Catering Yönetimi alanında master yapmaya hak kazandım. 3 yıl sonra döndüm. Tatillerimi hep dönem ortasında yaptım, dolayısıyla beni İngiltere’ye geri göndermeye mecbur kaldılar.’’



İNGİLTERE’DE ÇALIŞMAYA BAŞLIYOR

İngiltere macerası zorlu başlayan Eresin, burada İngiliz bir ailenin yanına yerleşmiş. Bir yandan okurken, bir yandan da ailesinden yalnızca erkek kardeşine haber vererek çalışmaya başlamış...

‘’Ben Bath’tayken, kardeşim Salih de Londra’da ekonomi okuyordu. Okurken, bir taraftan da Hilton Park Lane’de çalışıyordu. Ben de ailemden sadece kardeşime söyleyerek çalışmaya başladım. 

Okuldan 5’te çıkıyordum, 6.30’da restoranda mesaiye başlıyordum. Eve dönmem gece 2’yi buluyordu. Evdekiler aileme söylememe konusunda tembihliydi. Bir gün ben işteyken abim aramış. Şansızlık bu ya, ev sahibimin misafirliğe gelen torunu Amanda’ya söylemeyi unutmuşuz ve o akşam telefonu o açmış. Abim beni sorunca Amanda ‘Müberra daha gelmez, işten gelmesi gece 2’yi bulur’ demiş. Abim ‘Ne işi’ deyince, Amanda da bir güzel anlatmış. Gece işten döndüm, ev sahibim uyumamış beni beklemiş. Abim ‘Müberra geldiğinde saat kaç olursa olsun hemen beni arasın’ demiş. Hemen aradım, tabi kıyamet koptu. ‘Biz seni okumaya gönderdik, sen orada çalışıyorsun’ dedi. Ama bir şekilde bu olay da bağlandı. Ben Türkiye’ye döndükten sonra başka yerlerde çalışma imkanım olmayacağını biliyordum. Dolayısıyla İngiltere’deyken olabildiğince çalışma tecrübesi edinmeye çalıştım. Farklı otellerde housekeeping departmanında çalıştım, bugün bana bir oda verin sıfırdan odayı hazırlarım. Ön büroda çalıştım, çok uzun bir süre mutfakta çalıştım, restoranda garsonluk yaptım.’’



‘BANA UZAYLIYMIŞIM GİBİ BAKTILAR’

Peki, yurt dışında eğitim alabilmek için büyük uğraş vermiş bir kadın için İngiltere’deki hayat nasıldı? Eresin, deneyimini şöyle anlatıyor:

‘’Benim sınıfımda 14 İngiliz bir de ben vardım. Okul zaten İngiliz okuluydu, dolayısıyla ben oraya uzaydan düşmüş gibiydim. İlk gün dersten önce tanıştırma seansı olmuştu. Türkiye’den gittiğimi söylediğim zaman çok garip sorularla karşılaşmıştım. O zamanlar üniversite daha erken bitiriliyordu ama yine de 19-20 yaşlarında insanlardı karşımdakiler. Hepsi bana uzaylıymışım gibi bakıyordu ve ‘Sen kız çocuğu olarak nasıl geldin, Türkiye’den böyle nasıl çıkabiliyorsun’ gibi şeyler sordular. İlk gün eve gidip ‘Bu insanlar neden benim ülkemle ilgili hiçbir şey bilmiyor’ diye ağlamıştım. 

Yanlarında kaldığım İngiliz aileyi, İngiltere'ye ilk geldiğimde katıldığım dil kursu ayarlamıştı ve ben hep orada kaldım. İngiliz ailem çok iyi insanlardı. 5 tane çocukları vardı. Benden 4-5 yaş büyüklerdi. İngilizlerin arasına girmek kolay değildir ama benim bu aileyle kalmam bana kolaylıkla aralarına karışma fırsatını tanımıştı ve çok iyi arkadaşlar edindim.



STAJYER ALMAYAN ÜNLÜ OTELE NASIL STAJYER OLARAK GİRDİ?

Master’ı bitirdikten sonra, bitirme tezim için bir otelde çalışmam gerekiyordu. Bize imzalattıkları sözleşmede, dünyanın herhangi bir yerinde istediğim otelde çalışabileceğim yazıyordu. Ben de üniversiteye ‘Ben bari bu işi Türkiye’de bir yerde yapayım’ dedim. Bu aslında biraz da kardeşimin aklıydı. ‘Türkiye’de yapayım de ki, sana İngiltere’de istediğin otelde çalışma hakkı versinler’ demişti. Çünkü, o süre içinde 3-4 tane hocanın Türkiye’ye gelmesi, beni çalışırken görmesi gerekiyordu. Sonra dekan beni davet etti, ‘Stajını neden İngiltere’de yapmak istemiyorsun?’ diye sordu. Bath’ta Royal Crescent diye Kraliçe’nin eski yazlık evinde konumlanan bir otel vardı. Ben de ‘İstanbul’a göndermezseniz ya Royal Crescent’ta ya da Londra Ritz’de yaparım’ dedim. Bunlar baya uğraştılar, beni 3 kere Royal Crescent’a çağırdılar, 2 kere Ritz’e gittim. Bu iki otel de o zamanlar stajyer almıyordu. Bir şekilde ikna ettiler ve sonunda iki otel de kabul etti. Sonra ben Royal Crescent’ı tercih ettim, çünkü Bath’ta kurulu bir düzenim vardı ve onu da çok bozmak istemedim.



Bu otelde normalde 1 ay çalışmam gerekiyordu, sürem dolunca ‘uzatmak ister misin’ dediler ve ben okurken 6 ay daha orada çalışmaya devam ettim. O sırada bitirme ödevimi verdim ve kabul edildi. Ama bunu sadece kardeşime söyledim. Evdekilere de ‘Daha bitirmem kabul edilmedi’ dedim ve çalışmaya devam ettim. Sonrasında bana ‘Eğer kalıp burada çalışmak istersen ve bizimle 2 senelik sözleşme imzalarsan biz senin çalışma iznini ve 2 senelik çalışmanın sonunda da pasaport işlemlerini halledebiliriz’ dediler. Tabi ben büyük bir hevesle İstanbul’u arayıp sordum. Bizimkiler ‘Bizim burada adama ihtiyacımız var, sen orada kalma planlarımı yapıyorsun’ diyerek şiddetle karşı çıktılar. Okulumun bittiğini de öğrenince abim telefonla arayıp ‘Ben mi geleyim yoksa sen mi gelirsin’ dedi. Mecburen toparlandım döndüm.’’



İSTANBUL’A DÖNER DÖNMEZ SURREY ÜNİVERSİTESİ’NDEN KABUL MEKTUBU GELİYOR

Müberra Eresin abisinden gelen telefonla 1993 yılında İstanbul’a dönmüş, ancak dönmeden önce doktora yapmak için Surrey Üniversitesi’ne başvurmuş ve sözlü mülakata girmiş. İstanbul’a dönüp Taksim’deki otelde çalışmaya başladıktan 2 ay sonra Surrey’den kabul mektubu gelmiş. Eresin konuyu abisine tekrar açınca, abisi ‘’3 sene dondurma hakkın var. Bu sene dondur, seneye gidersin.’ demiş:

‘’O dönemde şirketimizin bünyesinde babamın zamanından kalma bir de Özcan Otel vardı. 30 odalı küçük bir oteldi. En eski dönemlerde, şimdi Eresin Topkapı’nın olduğu yerde bir otobüs parkı vardı. Özcan Otel o otobüs parkını kullanan şoförlere hizmet veriyordu. Ama sonra turizm öyle bir gelişmeye başlamıştı ki, o küçük otelde Yunan ve İspanyol turistler konaklıyordu. Yani aslında Eresin Taxim bizim ikinci otelimizdi. Ben İngiltere’den döndüğümde Eresin Topkapı bitmek üzereydi ve bizimkilerin bizimkilerin yardıma ihtiyaçları var diye düşünerek doktora hakkımı bir sene dondurmaya ve İstanbul’da kalmaya karar verdim. O süreçte Taksim’deki otelde rezervasyonda ve satışta çalıştım. 

Sonraki yıl ben ön büro müdürüyken, Surrey’den tekrar kağıt geldi, ‘Dondurduğunuz hakkınızı kullanmak istiyor musunuz’ diye. Çok düşündüm. İngiltere’den döndüğümde buraya çok zor alışmıştım. Şimdi diyeceksiniz ki, 3 senede bütün bir ömrünü geçirdiğin yerden daha mı çok alıştın? Orada çizgiler çok belli, her şeye alışmak çok kolay. İşin doğrusunun nasıl yapıldığını öğrendiğin zaman, aklında soru işareti kalmıyor. Ama Türkiye’de, özellikle o dönemde  işler öyle değildi. Sonra dedim ki, ‘Her şeyi ve herkesi bir şekilde oturttum. En iyisi ben bir sene daha dondurayım.’ Bir kez daha abime danıştım, o da ‘Bu sene de dondur, önümüzdeki yıl artık gidersin’ dedi. Ben de ikinci kez doktora hakkımı dondurmuş oldum. ‘’


SURREY’DEKİ HAKKINDAN FERAGAT EDİYOR

Eresin Topkapı Hotel açıldıktan sonra orada çalışmaya başlayan Müberra Eresin, Surrey’den son mektubun ise o dönemde geldiğini ifade ediyor. Eresin, bu defa kimseye danışmadan ‘Çok teşekkür ederim. Bu hakkımın bir Türk öğrenciye devredilmesini aslında çok isterim. Ancak maalesef gelemeyeceğim.’ cevabını yazıyor.  Eresin, yıllar sonra abisiyle arasında geçen diyaloğu ise şöyle anlatıyor:

‘’Yıllar sonra abim bana ‘Ben senin zaten her şey oturduktan sonra dönmeyeceğinden emindim, o yüzden dondur demiştim.’ dedi. Böylelikle, bütün hayatımın akışını değiştirmiş oldu.’’

ORTAKLIK BOZULUYOR, OTELİN KİMDE KALACAĞI KURA İLE BELLİ OLUYOR

O döneme kadar ailenin işleri Müberra Eresin’in amcaları Bircan ve Seyit Eresin ile abisi Murat Eresin tarafından yürütülüyormuş. Müberra Eresin ve kardeşi Salih Eresin de okullarını bitirdikten sonra aile işlerine daha aktif dahil olmuş. Ancak Topkapı Eresin’in açıldığı süreçten sonra Müberra Eresin’in amcaları Seyit ve Bircan Eresin arasında sorunlar yaşanmaya başlamış...

‘’İki amcam arasındaki tatsızlık sonucu maalesef ortaklığımızı ayırmak istediler. Bize ‘amcalarınızdan birini seçerseniz ortaklığı daha kolay ayırırız’ dediler. Ancak ikisi de amcamızdı ve bir tercih yaparsak sanki iş konusunda değil de amcalarımız arasında tercih yapıyormuşuz gibi olacaktı. Dolayısıyla onlar ayrılırken, bizim de işlerimizi ayırmamızın en doğrusu olacağına karar verdik. O dönemlerde şirket bünyesinde inşaat, turizm lisesi, otomotiv ve otel işlerimiz vardı. Şirket içindeki hisselerden dolayı zaten küçük amcamda otomotivin kalması gerekiyordu. Büyük amcamla bizim de aramızda okul, inşaat ve oteli ayırmamız gerekiyordu. Sonuç olarak kura çekmeye karar verdik. Okul ve inşaat işi bir yanda, otel diğer yandaydı. Kura çekimi çok sevdiğimiz bir aile dostumuzun ofisinde yapıldı ve kurada bize okul ve inşaat işi çıktı. Gözlerimden yaşların indiğini hatırlıyorum. Çünkü son dönemde kardeşimin de, benim de, abimin de otellerde çok emeğimiz vardı. 

Bu dönemde olduğu gibi, o dönemde de çalışanlarımız uzun dönemdir bizimleydi. Onlara söylemek bile çok zor olmuştu. Ne oldu bilmiyoruz, büyük amcam bir süre sonra fikrini değiştirdi ve ‘Ben oteli almak istemiyorum’ dedi. Bize ‘Amcanız oteli istemiyor, okul ve inşaatları istiyor. Siz ne diyorsunuz?’ dediler. Tabi ben havalara uçtum. Sonrasında hem abim hem kardeşim, muhtemelen aynı ruh haliyle kabul ettiler.’’



O dönemde oteli devraldıkları için yüklüce bir borcun altına girdiklerini belirten Eresin, oldukça sıkıntılı uzun yıllar geçirdiklerini ifade ediyor:

‘’Uzun yıllar otelin borçlarını ödemek için çalıştık. Ben her zaman satıştan sorumluydum ve çok değerli genel müdürlerle çalıştım. Eresin Topkapı’yı bölemediğimiz için büyük amcamla ortak kalmak zorunda kaldık. 2001 yılında Eresin Sultanahmet’i tamamladık ve açtık. O dönemde ABD’de İkiz Kuleler saldırısı yaşanmıştı ve yaklaşık 3 yıl boyunca oldukça zorlu bir süreçten daha geçtik. Sonrasında Eresin Taxim Premier’i açtık. Bu süreçte hayat yeni yatırım yapmak hedefleriyle geçti. Yakın geçmişte amcam Topkapı’daki hisselerini satmaya karar verdi ve biz yine oldukça büyük bir yatırımın altına girerek onun hisselerini satın aldık. Hisseleri aldıktan sonra şu anda kapalı olan Özcan Otel bize geçmiş oldu. Arkasında iki tane daha bina var. Orayı öğrenci yurdu yapmak gibi bir planımız var. O yatırımın çizimleri, hazırlığı gibi işler ile kardeşim Salih ilgileniyor Konu benim çok dışımda ama bugünkü duruma göre çok fazla otel yapmayı düşünmüyoruz açıkçası.’’



‘YEĞENLERİM BİZİM OTELLERİMİZDE ÇALIŞARAK OTELCİLİĞİ ÖĞRENEMEZ’

Müberra Eresin’in abisi Murat Bey’in iki oğlu var. Yeğenleri Özcan ve Doğan’ın turizmle ilgilenip ilgilenmediğini sorduğumuz Eresin, şunları söylüyor:

‘’Yeğenlerimden biri İngilizce İşletme okuyor diğeri ise Sosyal Bilimler’de. İkisinin de okuduğu branş her şeye açık ve hedefleri ne ise onu yapacaklar. Biz diretmekten yana değiliz. Ama bu işi yapmak istiyorlarsa mecburen yurt dışında bir eğitim almak zorundalar. Gelip bu otelde bizimle çalışıp otelciliği öğrenemezler. Çünkü bu Türk insanının genlerinde var, öyle ya da böyle bir ayrıcalık yaratılacaktır. Bu yüzden burada çalışırlarsa olması gerektiği gibi yollarını açamazlar. Eğer otelcilik yapmak isterlerse yurt dışında turizm alanında master yapmaya gidebilirler. İkisinin de farklı farklı hayalleri var ama üniversiteyi bitirene kadar ben de bambaşka işlerle uğraşmak istiyordum, sonradan otelciliği seçtim. Onların da hedefleri üniversiteyi bitirdikten sonra şekillenecektir. 

Bu süre içinde otelciliği seveceklerini düşündüğümüz için ufak ufak biraz içine çekmiyoruz da diyemeyeceğim. Biz her sene EMITT Turizm Fuarı’nda stant açıyoruz. Ben onlara ‘Çok az adamımız var, yardım etmeniz lazım’ diyorum. Sağ olsunlar ikisi de geliyor, fuar süresince orada oluyorlar. Çalışma arkadaşlarım da onlarla gayet iyi anlaşıyor. Hiç olmazsa işlerin nasıl yürüdüğünü bir yerinden görsünler istiyorum. ‘Adam eksiğimiz var, 10 gün yardımcı ol’ demiştim ve büyük yeğenim Özcan bir dönem tatil süresince resepsiyonda çalışmıştı. Resepsiyonda olmak zor iştir, sürekli ayaktasınız, herkesi baş tacı etmek zorundasınız. Onlar dışarıdan bakınca çok daha kolay bir iş gibi görüyorlarmış, otelciliğin hiç de kolay olmadığını keşfetmiş oldular.’’



‘2013 YILININ ORTASINA KADAR ARTIK İSTANBUL’A HİÇBİR ŞEY OLMAZ DİYORDUK’

Müberra Eresin, İstanbul turizminin en parlak olduğu dönemlerde, İstanbul’un kalbi olan bir noktada turizme başlamış bir turizmci. Eresin, o dönemleri ve kentin son geldiği durumu değerlendiriyor...

‘’Benim turizme başladığım yıllarda çok keyifli ve müthiş yoğun geçen günlerimiz vardı, son dönemde bu değişti tabi. Bir taraftan sürekli yeni oteller yapılırken, bir taraftan da çok sıkıntılı dönemlerden geçtik. İstanbul, her büyük olayda sıfırlanıp, sonra tekrar düştüğü yerden kalkmayı başardı. 2013 yılından önceki 4-5 sene muhteşem güzel yıllardı. İnsanlar artık İstanbul’a seyahat ediyordu, oda fiyatları inanılmaz yükselmişti. 1 Haziran 2013 tarihine kadar ulaşılan rakamlar, geçmişin bütün rekorlarını kırmıştı. Biz otelciler olarak ‘Artık İstanbul’a bir şey olmaz’ diyorduk. Geçmiş yıllardaki en büyük acımız şuydu: Bir yerlerde bir terör hadisesi olduğunda, bizden önce hep yurt dışı duyuyordu. Sabah işe geldiğimde rezervasyon iptali için binlerce telefon geliyordu. Ben ‘ne olmuş’ diye soruyordum, daha biz duymamışız düşünün. Sektör olarak en ufak bir şeyden çok fazla etkileniyorduk. Sonraki yıllarda bu durum epey toparlamıştı ve bu bizi umutlandırıyordu.

Ancak Haziran 2013’ten sonra, çok zorlu bir sürece girdik. Tam her şey yavaş yavaş toparlanıyor derken, terör hadiseleri yaşanmaya başladı. Ben 25-30 senedir bu işin içindeyim. Otelciler açısından daha önce hiç bu kadar uzun süren sıkıntılı bir süreç geçirmemiştik diyebilirim. Otellerin doluluk oranları çok düştü ama maalesef masraflarımızı o oranlarda kısamıyoruz. Bütün ışıklarımız yanıyor, ısıtmalarımız çalışıyor. Konaklama sektöründe sabit giderlerimiz büyük oranlarda değişim göstermiyor. 50 odalı bir işletmeniz de olsa, 100 odalı bir işletmeniz de olsa işletme maliyetleriniz üç aşağı beş yukarı aynıdır. 



‘SEKTÖR BU KRİZDEN AĞIR YARALAR ALARAK ÇIKACAK, BU BOŞLUĞU ÇOK İYİ DEĞERLENDİRMEK LAZIM’

Turizm sektörü, dünyadaki tüm olaylardan hemen hemen hiçbir sektörün etkilenmediği kadar çok etkilenen bir sektör. Dünyadaki kötü giden ekonomiden de etkileniyor, doğal afetlerden de, politik krizlerden de... Son dönemde yaşanan politik tartışmalar bunun en güzel örneklerinden biri. İnsanlar ‘Bu kadar tartışma varken ben neden Türkiye’ye gideyim’ diye düşünüyor. Bizim algı problemimiz var. Tamam, benim İngiltere’ye gittiğim yıllardaki kadar korkunç değil, ama hala bizim gerçeğimizi, gerçek Türk insanını maalesef tanımıyorlar. Bunu tanıtabilmek için de olabildiğince fazla turistin bu ülkeyi ziyaret etmesi lazım ki geri döndüklerinde gördükleri manzarayı paylaşabilsinler. Türklerin paylaşması bir şey ifade etmiyor, yabancının anlatması lazım. Biz başkan yardımcılığını yaptığım Türkiye Otelciler Birliği (TÜROB) olarak, THY ortaklığıyla tüm dünyadan yazarları, televizyoncuları, acente sahiplerini ülkemize getirip, gerçekliğimizi göstermeye çalışıyoruz. Çünkü ülke olarak da, bu işle uğraşan şirketler olarak da başka çıkar yolumuz yok. 

Uzun vadede baktığımızda, sektörün bu geçtiğimiz dönemden çok büyük yaralar alacağını görebiliyoruz. En önemli sebeplerinden biri de bu dönemde sektörden ayrılan çok sayıda kalifiye personel olması. Ve maalesef 3-5 yıl sonra işler düzeldiğinde belki bu insanlar tekrar bu sektöre dönemeyecek. Oteller 40’tan fazla sektöre direkt ekonomik katkı sağlıyor. Bu sektörler de büyük sıkıntılar yaşıyor.

Ben turizm sektörüne inanıyorum. Hala yaptığım işi çok seviyorum.  Bu şehre de çok güveniyorum çünkü dünyada böyle bir başka şehrin olduğunu düşünmüyorum. Dünyada birçok yeri gezdim, gördüm. Bir gün, hiç olmazsa Avrupalıların bu şehri keşfedip, gerçekten görülmesi gerektiğini anlayacaklarına inanıyorum. Sadece bu süreyi iyi değerlendirmek, tedbirleri iyi almak lazım. Korkunç bir otel enflasyonu var. Yeni açılan oteller perişan, çünkü maalesef açıldıkları dönemi, geleceklerini hiç böyle hesaplamamışlardı. Bu boşluğu sektörü tekrardan yapılandırmak adına çok iyi değerlendirmek lazım. ‘’



‘BEYOĞLU KISA SÜRELİ BİR KRİZ YAŞIYOR’

Son dönemde yalnızca turizm sektörünün değil, yeme-içme ve kültür-sanat sektörünün de gündeminde olan ‘Beyoğlu öldü mü?’ konusuna da değinen Eresin, ‘’Beyoğlu, kısa süreli bir kriz geçiriyor diyor:

‘’Son 1-2 seneye şöyle bir bakın. Özellikle bu bölgede bir sürü olumsuz şey yaşandı. Ama günün sonunda baktığınız zaman İstanbul’un en önemli merkezi Beyoğlu Taksim’dir. Bir süre sonra tekrar eski popülaritesine kavuşacaktır. 

‘TÜRK İNSANI OTELLERE GİRMEYE ÇEKİNİYOR’

Bugün sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin gözbebeği Sultanahmet bile bomboş. Diğer ülkeler böyle durumlarda vatandaşlarına çağrı yapıp ‘tatilinizi ülkenizde geçirin’ diyorlar ve işe de yarıyor. Bunu geçmişte Amerika da, İtalya da, Rusya da yaptı. Biz de şu süreci geçirene kadar bunu yapmalıyız. Yurt dışındaki vatandaşlarımıza yapılan çağrının da elbette katkısı olacaktır, ancak onların büyük bölümü otellerde konaklamıyor. Bizim yurt içindeki vatandaşlarımızın desteğine ihtiyacımız var. Gelsinler otellerimizde konaklasınlar, yemek yesinler, bir şeyler içsinler. 1990’lı yıllarda, Talimhane’deki parçacılar her akşam bizim otelimizin barında buluşur, bir şeyler yer-içer, evlerine öyle giderdi. Komşuluk resmen akşamları burada buluşmak gibiydi onlar için. Artık Türk insanı otellere girmeye çekiniyor.’’



NEDEN OTELCİ ARKADAŞLARININ OTELLERİNDE KONAKLAMAK İSTEMİYOR? 

Biraz da aktüelden gidelim. Binlerce insanı otellerinde konaklatan Müberra Eresin, tatillerinde nerelerde konaklamayı seviyor?

‘’Tatile çıktığım zamanlarda eğer fırsatım olursa çok kısa süreli tekne tatilini tercih ediyorum. Çünkü yabancı ya da sizi tanıyan hiç kimseyi görmüyorsunuz, rahat rahat keyfinize bakıyorsunuz. Bizim yaptığımız işte her gün bakımlı olmak zorundasınız. Dolayısıyla zaten kısa süren tatilinizde kendinize hiç dikkat etmek zorunda olmadığınız, en rahat edeceğiniz yer bir tekne aslında. Böyle bir imkanım olursa onu yapmaya çalışıyorum.

Böyle bir imkanım olmaz da otelde konaklamam gerekirse de otelci arkadaşlarımın otellerine gitmeyi çok tercih etmiyorum. Çünkü o zaman siz onların misafiri olduğunuz için sağ olsunlar hepsi çok ilgi gösteriyorlar. Açıkçası hem onlara zor, hem de size... O yüzden uzaklarda, pek bilinmeyen bir yerlerde konaklamayı seviyorum ki biraz yaptığım işlerden uzaklaşabileyim. Yıl içinde zaten iş amaçlı çok fazla seyahat edip, çok fazla otelde konaklamak durumunda kalıyorum. O kaldığımız otellerin hepsi zaten bizim kendi otellerimiz gibi oteller. Başkasının otelinde de kalsanız gerçekten 24 saat çalışıyorsunuz. Sizin kaldığınız odalara bakış açınızla bizimki çok farklı. Sürekli bakıyoruz, belki de eksik arıyoruz. Mesela ben bir yanlış görürsem mutlaka onu yönetime yazarım ki, otelin genel müdürüne yardımım olsun. Fazla beklentiniz olmayan, çok cici küçük yerlerde kalıyorsanız, zaten kafanız daha rahat oluyor. ‘’



HAYATI BOYUNCA UNUTAMADIĞI TATİL HANGİSİ? 

Peki, tatillerinizde nerelere gitmeyi, gittiğiniz yerleri nasıl gezmeyi seviyorsunuz? 

‘’Açıkçası son dönemde çok tatile çıkamadım. İşlerin bu kadar kötüleştiği bir dönemde tatile çıkmak istemedim. Herkes öyle değildir belki, ama işler çok düşükken benim çok tatil keyfim de olmuyor. Ama fuarlara gittiğimde kendime zaman ayırıyorum artık. Örneğin geçenlerde ITB Berlin’e gittim, hemen dönmedim, yarım gün bıraktım kendime. O yarım günlerin bile faydası oluyor, kafayı dağıtabiliyorum.

Tatile çıktığımda kesinlikle turlara katılmayı sevmem. Bizim hayatımız zaten hep bir koşuşturma, turla seyahate gittiğinizde orada da koşuşturuyorsunuz. Benim tatil anlayışım şu: İstediğim zaman yatıp kalkacağım, kitap okuyacağım, yüzeceğim, arkadaşlarımla sohbet edeceğim... Hiç görmediğiniz bir şehre gittiğiniz zaman tura katılıp her yerini görmek isteyebiliyorsunuz ama söz konusu tatil ise aradığım şey sessizlik ve sakinlik. 

Hayatım boyunca unutamadığım tatilimi Bodrum’da şu anda ismini hatırlayamadığım bir otelde yapmıştım. Sanırım otel şimdi kapandı. Çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşımla gittik. Otelde telefon sesi yasaktı, telefonlar kapatılıyordu. Çocukları da kabul etmiyorlardı sanırım. 3 gün kaldık, kendimize biz bile şaşırdık. Başta çok garipseyip ‘Burada günler nasıl ge.er’ dedik, ama sonrasında sohbet bile etmedik diyebilirim. Böyle bir dinginlik, böyle bir sakinlik yok...’’



MÜBERRA ERESİN’İN EN SEVDİĞİ ŞEHİRLER

En sevdiğiniz 5 şehri sorsak? 

‘’Duygusal olarak benim için çok önemli olan ve belli yerlerini çok sevdiğim Nevşehir’in bu listede yer alması lazım tabi. Roma’ya tapıyorum, bende yeri bambaşka. Selanik’i çok seviyorum. İş için gittiğim zaman ziyaretimi tatil amaçlı uzattığım tek yer İngiltere’dir. Londra’ya adım attığım an kendimi farklı hissederim. İngiltere ziyaretimi uzatma imkanı bulduysam, mutlaka okuduğum şehir olan Bath’a giderim. Romalılar’dan kalma çok güzel ve benim için çok özel bir şehirdir. Barcelona’yı listeye eklemezsem hiç olmaz. New York’u da söylemeden geçemem. Her birinin kendine özel çekiciliği var. Aslında çok var ama, bunlar ilk aklıma gelenler...

‘ESKİDEN DAHA GÖZÜ KARAYDIM, HİNDİSTAN’I ÇOK GÖRMEK İSTİYORUM AMA...’

Peki, çok görmek isteyip gidemediğiniz bir yer var mı? 

‘’Hindistan’a çok gitmek isteyip gidemedim. Çünkü beni çok korkuttular, oraya gidip hastalanan çok insan tanıyorum. Eskiden daha gözüm karaydı, şimdi işim de olmasına rağmen Hindistan’a gitmedim. Eskiden bir turizmci olarak öyle şeylerden korkmazdım. Kadere de çok inanan biriyimdir. Mesela, Londra metrosunda bombalar patladığının ertesi günü Londra’ya seyahat edecektim. Herkes bana ‘Delirdin mi, ne yapıyorsun’ deyip vazgeçirmeye çalıştı. Ben de ‘Öleceksek orada da, burada da öleceğiz’ dedim ve ertesi sabah Londra’ya uçtum. Ama Hindistan konusunda içime bir korku düştü. Ben de o iç sesimi dinlemeyi severim. Yoksa gidip çok memnun dönenler de var ama, işten dolayı giden arkadaşlarım pek memnun değiller.’’



BOŞ ZAMANLARINDA NELER YAPIYOR?

Sosyal yaşamında nelere yer verdiğini ve hobilerini sorduğumuz Müberra Eresin, şunları söylüyor:

‘’Boş vakitlerimde bol bol yürürüm. Hafta sonu yaptığım yegane şeylerden biridir, 10-15 kilometre yürürüm. Hafta arası iş sonralarında ise keyifle pilates yapıyorum. Sinemaya gitmeyi çok severim, ne olursa olsun onu araya sıkıştırmaya çalışıyorum. Bazen evdeyken rahatlamak için çok saçma sapan, içinde dram olmayan filmleri de seyretmeyi seviyorum. Yeni açılan restoranları görmeye çalışıyorum. Fırsat buldukça konserlere, sergilere, etkinliklere... şehirde yeni olup biten her şeye elimden geldiği kadar katılmaya çalışıyorum. Ama bu ara onları da çok aksattım aslında. Bu sıkıntılı dönemlerde böyle şeyleri yapacak isteğim pek olmuyor. Örneğin biz yıllarca !f İstanbul’a Eresin Hotels olarak sponsor olduk, hiçbir filmlerini kaçırmamaya çalışırdım. Bu sene yalnızca bir filmini görebildim. İstanbul resitallerine de yıllarca sponsorluk yaptık. Orada emeği geçen insanları da çok seviyorum. Daha önceki yıllarda hiç kaçırmazdım ve bir şekilde mutlaka giderdim. Bu sene ona da bir defa gidebildim. Çünkü ya hep seyahatlerime ya da tatsız olduğum dönemlere denk geldi. 

Mesela şu ara kötü gündemden uzak kalmak istediğim için hiç gazete okumuyorum. Çünkü bende son dönemde şöyle bir hastalık gelişmişti: 24 saat bütün televizyon kanallarını dinliyordum. Bir taraftan Türk kanalları açıktı, bir taraftan da özellikle CNN Internetional ve BBC’yi açıyordum ve ‘bizde ne konuşuluyor, onlarda ne konuşuluyor’ diye takip edip, birleştirmeye çalışıyordum. Şimdi bıraktım. Nadiren tartışma programlarını seyrediyorum. Artık gerçekten sıkıldım. Bence bu bir hastalık belirtisiydi, Allahtan atlattık. Artık kendimi tüm tartışma programlarını dinlemek zorunda hissetmiyorum.’’



‘TURİZMLE UĞRAŞANLARIN HİÇBİRİNİN RUHSAL DURUMU NORMAL OLAMAZ’

Peki Müberra Eresin bir kez daha dünyaya gelse yine turizmci olur muydu? Eresin, şunları söylüyor:

‘’Bir daha dünyaya gelsem yine bu işi yapardım, diğer işler çok keyifsiz. Bu işte,  365 günün her günü ve gününüzün her saati bambaşka olabiliyor. Dünya insanı olmak da çok güzel. Farklı kültürlerden insanlarla tanışıp onlarla uzun süreli iş birliktelikleri yapıyorsunuz. Dönem içinde onlarla arkadaşlıklar kuruyorsunuz. Bu çok keyifli bir şey. Zaten bu işi gerçekten sevmeyen hiç kimse yapamaz. Mesai saatiniz, yılbaşınız, bayramınız yok. Her an her şey olabilir ve herhangi bir saatte işinizin başında olmanız gerekebilir. Çok tatsız dönemler geçirdik, şu an en kötü dönemlerimizden birini yaşıyoruz. Tanıdığım bir çok otelci arkadaşım da bu işi gerçekten çok sevdiği için hala bu sektörde çalışıyor. Hayatım boyunca otelci olduğuma hiç pişman olmadım. Ama son birkaç yıl çerisinde bir iki kez ‘Hay Allah, nereden girdim ben bu işe’ demişliğim vardır. Çok büyük umutlarla girdiğiniz bir iş, hiç sizin elinizde olmayan nedenlerle uçup gidince hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Ben hep söylüyorum, bence turizmle uğraşanların hiçbirinin ruhsal durumu normal olamaz. Çünkü bir gün yukarılardayız, ikinci gün diplerdeyiz. Bu, 25 yıldır hep böyle.’’



 ‘ELİN ADAMI BANA NEDEN PARA VERİYOR?’ 

Yaklaşık 30 yıldır içinde bulunduğu turizm yaşamında unutamadığı bir anısını paylaşmasını istediğimiz Eresin, acı ve tatlı çok sayıda anısı olduğunu belirtiyor ve birkaç örnek veriyor:

‘’Resepsiyonda çalışmaya başladığım ilk hafta oldukça komik bir olay yaşamıştık. Ben daha yeni başlamışım, hiçbir şey bilmiyorum. O zamanlar resepsiyon şefimiz Ali Bey’di. Bana misafirlerle nasıl konuşacağımı öğretiyorlardı. Birinci haftanın sonunda Ali Bey ‘Bilmem kaç numaralı odadaki beyefendi resepsiyonda, yardım istiyor, ilgilenebilir misin?’ dedi. Ben panik olduğumu hatırlıyorum, ‘Hiçbir şey bilmiyorum, adamla bir de İngilizce konuşacağım, nasıl çözeceğim sorununu?’ dedim. ‘Gideceksin, sorunu neyse çözeceksin, ben de buradan izleyeceğim’ dedi. Yüzme bilmeyen çocuğu denize atarlar ya, aynen o hesap. O beyle konuştum, problemi dedikleri de daha yumuşak yastık istemeseymiş. Problemi çözdük, bir şekilde atlatmış oldum. Ertesi gün o beyefendi çıkış yaparken bana para uzattı. Ben şok olmuş bir şekilde Ali Bey’e döndüm ve ‘ Ali Bey adam bana para vermek istiyor ama hesabı ödenmiş’ dedim. Ali Bey de ‘Müberra Hanım lütfen onu alır mısınız’ dedi. Adam 50 dolar uzatıyor, o zamanlar baya iyi para. Muhabbet baya uzadı, sonunda ben parayı aldım. Adam gittikten sonra ben ‘Bu para ne olacak?’ diye sorunca Ali Bey ‘Bahşiş kutusuna gidecek, ay sonunda paylaşacaksınız’ dedi. Düşünün, bahşiş nedir, onu bile bilmiyorum. ‘Elin adamı bana neden para veriyor’ diye düşünüyorum. 

2002 yılında Dünya Gazetesi ve CNBC-e’nin birlikte düzenlediği ödül gecesinde, ‘Türkiye’nin Turizm Alanında En İyi İş Kadını’ seçilmiştim. O gece de anılarımda önemli yeri olan, hoş bir geceydi. 



‘İKİZ KULELER SALDIRISINI AMERİKALI GAZETECİYE İSTANBUL’DA RÖPORTAJ VERİRKEN CANLI YAYINDA İZLEDİK’

Aklımdan çıkmayan en travmatik anımı ise 2001 yılında yaşadım. İkiz Kuleler’e dönük saldırıların yaşandığı saatlerde, Eresin Taxim Otel’de Washington Post’tan bir gazeteci ile söyleşi yapıyordum. Lobideki televizyonlarda her zaman CNN ya da BBC açıktır. O sırada da CNN açıktı. Gazeteciye bir telefon geldi. Adam telefonda konuştu, ayağa kalktı, telaşla ‘Televizyon var mı’ dedi. İkimiz birlikte o saldırı anını canlı canlı izledik. O saldırı, gazetecinin tepkileri... Benim için çok travmatik bir andı. Biz adamla oturmuşuz, ‘İstanbul harika, işler çok güzel gidiyor, oteller bu kadar dolu’ diye sohbet ediyoruz, o sırada bu olay yaşanıyor. İkiz Kuleler trajedisi Amerika’da yaşandı ama Türkiye’de olmuş kadar hissettik tabi. Ertesi gün de oteller boşalmış, tekrar dibi vurmuştuk

Bunlar gibi çok sayıda olay yaşadık. Zaten bana kalırsa, her otel müdürü oturup bir kitap yazsa, içerisinde bunun gibi binlerce hikaye olur.’’



‘KADIN OLDUĞUM İÇİN MESLEKTE HİÇBİR SIKINTI YAŞAMADIM’

Meslekteki en keyifli yıllarının, ilk yılları olduğunu belirten Eresin, turizm sektöründe kadın istihdamına dönük fikirlerini de paylaşıyor:

‘’Sektöre girmeyi düşünenler için şunu söyleyebilirim, benim otelcilikteki en keyifli yıllarım, resepsiyonda, rezervasyonda ve satışta çalıştığım yıllardı. Üst düzeye gittikçe sıkıntılar ve sorumluluklar daha fazla artıyor. Ancak yönetici olana kadar hep ‘Hay Allah 4 sene boşuna mı üniversite okudum’ diyordum. Yönetici kadrolara girince, üniversitede aldığınız eğitimi kullanıyorsunuz tabi. En azından o anlamda içiniz rahatlıyor. 

Ben muhafazakar sayılabilecek bir aileden geliyorum. O kadar erkeğin arasında tek kız çocuğuydum. Otelde çalışmak o zamanlar çok parlak bir şey değildi ve otelde çalışmak istediğim zaman şiddetle karşı çıkmışlardı. Artık Türkiye değişti ama elbette daha alacağımız çok yol var. Geçmişte bana ‘Kadın olduğunuz için hiç zorlukla karşılaştınız mı?’ diye çok sordular. Belki de ben çok şanslıydım ama ben kadın olduğum için ‘Şunu da yaşadım, korkunçtu’ diyebileceğim hiçbir şey yaşamadım.

Her zaman yetiştiriliş tarzımın da etkisiyle mümkün olduğunca insanlarla mesafemi korumaya çalıştım. Hatta yeni tanıştığım insanlar çoğu zaman soğuk bile bulurlar beni. Öyle bir mesafem hep vardır. Ben her zaman abimin de kardeşimin de kıymetlisi oldum ve hep korunaklı büyüdüm. Onun da etkisiyle ilk etapta insanlarla mesafeyi biraz açık tutuyorum. Belli bir zaman sonra o mesafeyi kapatıyorum. Hiç ters bir şey yaşamamam bundan da kaynaklanıyor olabilir.’’

‘KİMSE BİR İŞİN ALTINDAN TEK BAŞINA KALKAMAZ’

‘’İnsanlar Eresin Otelleri’nden bahsederken hep benden bahsediyorlar ve soruyorlar’’ diyen Müberra Eresin, ‘’Ben bu şirketin görünen yüzüyüm. Arkamda kapı gibi kardeşim Salih Eresin ve abim Murat Eresin var. Abim benden 3 yaş büyük, kardeşim ise benden 2 yaş küçük. Biz 3 kardeş bir şekilde birbirimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Kimse, özellikle bu sektörde her işin altından tek başına kalkamaz. Ben otellerin sadece operasyon kısmıyla ilgileniyorum. Şirketin finansman, yatırım ve benzeri işleri benim sorumluluk alanımda değil. Elbette kararlar alınırken yönetim kurulu olarak birlikte alıyoruz ama herkesin bir sorumluluğu var ve o şekilde yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.’’ ifadelerini kullandı. 



TÜROB BAŞKANI OLMAYI DÜŞÜNÜYOR MU?

Son olarak başkan yardımcılığı görevini yürüttüğü Türkiye Otelciler Birliği (TÜROB) hakkında değerlendirmelerini paylaşan Eresin’e ileride başkan olma konusunda ne düşündüğünü soruyoruz:

‘’TÜROB’la çok uzun yıllardır inişli çıkışlı bir ilişkim var. Geçmişte bazen muhalif olup yönetim kurulundan ayrıldım, sonra biraz da arkadaşlarımın ısrarıyla destek olayım deyip geri geldim. Son iki dönemdir başkan yardımcılığı yapıyorum ve görevimi hakkıyla yerine getirdiğimi düşünüyorum. Daha fazlasının da elimden gelebilir olduğunu biliyorum ama Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan ötürü daha fazlasına gücümüz yetmiyor. Bu zamana kadar Timur Bey de (Bayındır) dahil olmak üzere birçok kişi başkan olmam yönünde ısrarcı oldu. Ben bunu kabul etmedim. Timur Bey ‘Başkan ol, ben seni desteklerim’ dedi. Ancak ben dönem itibarıyla kesinlikle düşünmedim. Türkiye’de bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olmak çok zor bir iş. Bunun altından kalkabilen herkesi tebrik ederim. Ben operasyonel olarak her işte çalışabilirim ve bu şekilde gerçekten çok mutluyum.’’

Kaynak: Müberra Eresin yaşam hikayesini Turizmden Portreler'e anlattı

Turizmden Portreler - TurizmGüncel