ÇARŞININ VE TAŞ EVLERİN TASVİRİ

Nevşehir’in yerleşke sınırları ise oldukça dar görülmektedir. Belediyeden meterise giden yol sınır sayılırdı. Meteris ve Osmanlı Caddesinde yerleşim olsa da, Deppoy (Statyum) civarında yerleşim oldukça seyrekti. Nevşehir Lisesi civarı okul yapıldıktan sonra yerleşim artmıştır. Hükümet Binası, karşısındaki apartmanlar, 350 Evler yoktu. Hasan Emmi türbesi civarı bağlık, bahçelikti. Sonradan binalar yapılan Karayolları ayrı bir köy olarak görülmekteydi. 2000 Evlerin, Güzelyurt Mahallesinin adı bile yoktu. Önce 1500 Evler olarak yapılmaya çalışıldı sonradan bu evler yapıldı.

Nevşehir’de Kapalı Çarşı vardı. Yıkılmış. O Günlere ait bir fotoğraf aradım ve bulamadım. Nevşehir sebze hali ve pırtı pazarının Kurşunlu Cami yanında ve Cami kebir caddesi boyunca uzandığını ben bile hatırlarım. Belediye Caddesi buğday pazarı olarak kullanılmıştır. Kasaplar Çarşı da sonradan yapılmıştır. Kasaplar Çarşısının arkasında o zaman dâhi meşhur olan “Soğuk çeşme” bulunmaktaydı. O zamanki çarşı asmaların altında küçük ve açık kanaldan temiz su akarmış. Dükkânlar sabah namazından sonra dualarla açılırmış. Kısmetin sabahın nurunda olduğuna inanıldığı için ev kadınlar kocalarını sabah namazına gönderince kapısının önünü süpürmesi bir gelenekti.

Nevşehir’in batı sınırı şimdiki Borsa kavşağı olan yere kadardı. Altındaki meydan “Eski Sanayi meydanı” olarak anılmaktaydı. Zira Sanayimiz ancak oraya sığıyordu. Meydan cıvıl cıvıldı. En azından ben o meydanı çok severdim. Nevşehir’e gelen sirkler hep o meydanda açılırdı.

Borsa Kavşağının az üstü zaten kabristandı. Yolun karşısındaki Beddik Mahallesi de Ankara yolu üzerindeki en son Mahalle idi. 1960’lı yıllarda kabristan kaldırılıp yerine tekstil fabrikası yapılmıştı. Günümüzde oda yıkıldı. Nevşehir bitmiş gibi olan meydanların yok edildiği şehrimizde bu eski kabristanda yeni kaderini bekliyor.

Yıkılan mahallelerin yapı itibarıyla taş evlerden, dar mahallelerden, bahçeli olanlar hayatlardan oluşmaktaydı. Bu yüzdendir ki “Daracık” birçok mahallede mevcuttu. Aynı zamanda çıkmaz sokaklarda yapıda mevcuttu. Damdan dama abartmasız mahallelerin yarısı gezilebilirdi. Evlerde bulunan eyvanlar sonradan duvarlar çekilerek düven haneye çevrilmişti. Taş evlerin yapısını Göre kasabasının evlerini anlatırken az buçuk değinmiştim. Nevşehir’deki taş evlerin en dikkat çekici yönlerinden biri renkli camlardı. Güneş karşı Dağ’dan doğar, doğrudan doğruya bu pencerelere vuran ışık odaları rengârenk ışıklarla bezemesi görmeye değer bir güzellikti.

Nevşehirli annelerin özelliklerinden olacak ki, saksılarda, çömleklerde, tenekelerde envaı türlü çiçek yetiştirmeleri ayrı bir güzellik arz ederdi. Bahçeleri olmasa da ağaçları, asmaları bulunurdu. Nevşehir yeşillikler içindeydi. Vadinin tabanındaki özler yeşillikler içerisindeydi. Karşı dağlar yeşillikler içerisindeydi. İçtikleri suları bizim nesiller inanın damacanalardan dahi içemiyorlardı. Şehrimizde birçok mahalle çeşmesi bulunuyordu. Bu konuda sevgili dostum, Sayın Mustafa Dinleyen ’in “Mahalle çeşmeleri” adında güzel bir çalışması bulunuyor.

Biz anlatmayalım Nevşehir’i, 17 Haziran 1936 Yılında Yurttan yazılar adıyla yurdumuzu dolaşan İ. Habib Sevük’den dinleyelim. “Evler hep kârgir. Fakat üstleri hep dam. Şehrin anfi biçiminden dolayı herkesin damı herkesin damını görüyor. Bütün evler kademe kademe sıralalr üstünde tiyatro seyircileri gibi durarak bir sahneye bakar gibi karşı dağların temaşasına dalmışlar. Seyretmek için kurulmuş bir şehri seyrediyoruz.”  Evlerin damları neden toprak örtülü olduğunu elbette merak etmiş olacaksınız. Yöremizde kavak bolca bulunmaktadır. Kiremit üreten Avanos’ta çok uzak bir yerde değildi. Buna rağmen niye çatı değil de toprak örtü… Evler birbirlerine çok yakın Herhangi bir çatıda çıkacak yangının dağılıp tüm mahalleye zarar vermesi söz konusudur. Ayrıca Damlarda kayısı, üzüm, kabak çekirdeği gibi ürünler kurutulmaktadır. Bağlardan gelen çubuk ve yakacak pürlerde damda depolanmaktadır. Toprak damın ısı yalıtımı çok harikadır. Kömürün, sobanın dahi olmadığı günlerde evler ısıyı muhafaza etmek zorundaydı. Yumuşak taşların doğal yalıtımından; Duvarlarda ve kemerlerin yapısında en iyi şekilde kullanılmıştır.

Damlarda kabaran toprağı yatıştırmak için “Dam tuvalla” diye anılan silindiril parçada taştan yonularak yapılmaktaydı.

Vadinin altı özler yem yeşil, ağaçlar yerden fışkırırcasına canlı, birbirleriyle yarışırcasına sık.  Hele bir ağaç var ki bilmem kaç asırlık… Derviş Beyin Çınar, adı bile var… Hatta perisi bile var. Sarı kız derlermiş perisinin adına yanındaki evde kalırmış. Görenler var, yeminle gördüklerini söyleyenler vardı. Budağının kesildiğinde kan aktığı söylencesi bu ağaca daha da esrarengiz bir hava katmaktadır. Söylenceye göre Derviş Bey bunun hurafe olduğunu ispat etmek için büyük bir dalını keser, kan akmaz ama kısa bir zaman sonra evladı ölür. Derviş Bey’de evi satar. Bu ulu ağacın az ilerisinde iki adet su değirmeni bulunmaktaydı. Birinin kalıntıları zamanımıza meydan okur gibi hâlâ ayakta durmaktadır. Değirmenlerin altında da Borus çayı akmaktaydı. Borus Çayında buğday yıkadıkları günleri hatırlarım. Hıdırellez’de okullar buraya gelirlerdi. Söylencelere göre,  Damat İbrahim Paşa çocukluğunda burada bir kese altın bulup kervancı başına vermesi, kervancının bu çocukta ışık görmesi, ailesinin izniyle İstanbul’a götürmesi tarihin belli bir tarafının yazılmasına neden olmuştur denilmektedir. Başka bir makalemde bahsedeceğim Ermeni kızı Halime ile Ali’nin aşkına da bu çınar şahitlik yapmıştır. Çınarın üzerindeki leylek yuvası çocukluğumun en müstesna anıları arasındadır.

Bir çevreci olarak her ağacın böyle bir sarı kızı olmasını isterdim. Ortama fantastik bir hava katmasının yanında ağaçlar biraz daha iyi korunurdu. Ağacın içi bir oda kadar genişti. Gençliğimde bu ağacı Nevşehir’de halkın görebileceği bir yere konulup korunması için çaba sarf etmiştim.

Şu anda merkez ilçemizin en yaşlı ağacının eski Yetiştirme Yurdunun bahçesindeki At Kestanesi olduğunu tahmin ediyorum. Vilayetin en yaşlı ağacı karadut, Hırka dağı civarında bulunmakta ve koruma altındadır. Nurhan Hoca’nın karbon testine tabi tutturduğu ağacın yaşının 2500 yıldan fazla olduğunu belirtmiştir.

Eski taş evlerin yapısına örnek olarak, Kale Mahallesindeki bir evin tasvirini sizlerce paylaşayım. Taşlarla örülmüş iki çatallı ahşap bir kapıdan içeri girilir. Ortada nispeten dar bir hayat bulunur. Girişin bir tarafında hela ve kalabalık odası, diğer tarafında da kısmen kayıt damı olarak kullanılırdı. Hayatın yan tarafından yukarı odalara çıkılır, ilerisinde ise tandır evi ve şirahneli (Şıra hane) vardı. Üzüm zamanının dışında havuz gibi duran şırahneli kazanları, kalburları, belleri, tırmıkları muhafaza yeri olarak kullanılmaktaydı. Tandır evi ise genelde iki tandırı yani ateş yakma silindirik çukuru bulunmaktaydı. Yemek pişirmek için küçük kullanılırken büyük tandır, ekmek yapmak için kullanılmaktaydı. Girişteki kalabalık odasında ekmek tahtaları, yılda bir kez lazım olan pekmez ilaani, küfeler, sepetler muhafaza edilirdi. Zira bu gibi malzemeler yılın belli zamanlarında işe yarardı. Bağlardan getirilen çubuklar mutlaka açık havada ve damda muhafaza edilirdi. Ekmek evde yapılsa da pekmez mutlaka dışarda yapılırdı.

Taş merdivenlerden bir üst kata çıkılır. İlk göze çarpan, kalabalık odalarının damları oluyor. İki adet birbirinden bağımsız dar ve uzun taraş ikinci katın önünde küçük bir alanoluşturuyordu. Üzüm asmalarıyla doğal olarak kapatılmış oturma mekânı sedirle süslenmişti. Yerde oturmak istediğinde minderler de mevcuttu. Soğan, maydanoz, çiçek gibi bitkiler çeşitli küpecikler de yetiştirilmeye çalışılmıştır. Tefarik çiçeği olmasa olmazıydı. Birçok insanımız günümüzde bu çiçeği bilmez. Kokulu ve Yediveren gülleri bulunurdu. İnsanın böyle bir ortamda dinlenmemesi mümkün değildir. Bazı çiçekler vardı ki kokularını akşamdan sonra salar insanlara ayrı güzellikler sunardı. Dış yola dikilen leylak ağacı bu tarasın bir çiçek bahçesi gibi durmasını sağlar, çiçekleri olmadığı zaman da tarasta oturanların yoldan görülmesini önlerdi.

Ne mutlu bana ki, Eski hikâyelerin büyük kısmını böyle ortamlarda dinlemiştim. Üç savaşa katılmış bir gazi Nevşehir için şunları söylüyordu;

“Dünyanın en güzel memleketi Türkiye’dir. Türkiye’nin en güzel şehri Nevşehir’dir. Nevşehir’in en güzel mahallesi Beddik Mahallesidir. Beddik mahallesinin en güzel yeri Abdi Bayırıdır. Abdi Bayırının en güzel evi benim evimdir. Evimin en güzel yeri şu anda oturduğum ve dinlendiğim yerdir. Ne güzel bir anlatım değil mi? İnsan mutluluğu uzakta aramaması gerekir. Zira en basit mutluluk en iyi mutluluktur. Hırs, kin, nefret gibi duygular, insan cennette de olsa rahatını kaçıracağını düşünürüm.

Beddik Mahallesinde bir ev inşaatı. Geri planda taş evlerin pencerelerinin çokluğu ve stili dikkat çekmektedir. Dedeoğlu arşivi.

Bir havuz kenarında öğretmenlerin toplu haldeki fotoğrafı. Dedeoğlu arşivi.

Kaynaksız demir doğrama örneği. Beddikmah. Dedeoğlu Arşivi.

Kemer bir dam.Sonradan kullanılmadığı için kalabalık odası şeklinde kullanılmış .Beddik Mah. Dedeoğlu Arşivi.

Başka bir kemer odanın görünüşü. Dedeoğlu Arşivi.

Kilerin peynir çevrilen Gömülen, muhafaza edilen yeri. Dedeoğlu Arşivi. Bu tür dokular sonradan şehrin altından çıkan şehrin işaretleri miydi? Diye düşünmeden edemiyoruz.

Evden taşınmışlar. Bakın neyi unutmuşlar. Beddik Mah. Dedeoğlu Arşivi.

Taş süslemeciliğinin örnekleri. Tahta Cami Mah. Dedeoğlu Arşivi.

Taş evlere örnekler. Fişekci Cami civarı. Dedeoğlu arşivi.

Eski hamam olduğu söylenen yapı Karacami altı. Dedeoğlu Arşivi.

Kara Caminin altındaki mağara. Dedeoğlu arşivi.

Bir af veya toplu çıkış sonrası asma kilitler harca katılmıştır. Bu enteresan görüntü Eski Hapishaneden. Dedeoğlu Arşivi.