Başta Almanya,Belçika,Fransa olamka üzere çeşitli devletlerde çalışan Nevşehirli vatandaşların tatillerini geçirmek üzere memleketlerine gelmeye başladığı ifade edildi.
 “Gurbetçilerin tatillerini huzur içinde geçirmeleri için kamu kurum ve kuruluşları ile diğer devlet dairelerinde yapacakları işlemlerin seri olarak yapılması için tedbirler alındı.

Öte yandan, ilmerkezindeki esnaflar da, gurbetçilerin gelişi nedeniyle hazırlıklarını tamamladı.

Gurbetçiler Gelmeye Başladı
 
Nevşehir halkı ve esnafının, kente hareketlilik kazandırması ve ekonomik yönden katkı sağlamaları nedeniyle dört gözle beklediği gurbetçiler yavaş yavaş gelmeye başladı.Türkiye'nin hemen her yerinde, gurbetçilerin gelmesiyle birlikte başlayan hareketlilik Nevşehir ve bölgesinde pek çok yerleşim birimine göre daha fazla kendini gösteriyor. Gurbetçilerin gelmesiyle başta esnafın olmak üzere herkesin yüzü gülmeye başlarken, cadde ve sokaklardaki yabancı plakalı araçların yoğunluğu dikkat çekiyor. Abuuğağılı, Topaklılı,Mahmatlısı,Acıgöllüsü,Tuzköylüsü memleket toprağına yüz sürüyor.

Her yerde yoğun ilgiyle karşılanan gurbetçiler, 'Her ne sebeple olursa olsun güler yüzle karşılanmaktan ve memleketimizde olmaktan çok mutluyuz' dedi. İsterseniz Memleketinde alamancı gurbette de Yabancı damgası vurulan bizim insanlarımızın tarihi serüvenini sizlere aktaralım istedik…
 
Gurbetteki İnsanımız; ALMANCILAR
 
Daha iyi bir hayat arzusuyla el kapıların düşen insanımızın eğitimsizlikle ortaya çıkan kimlik bunalımı kuşaktan kuşaya daha karışık bir hal almıştır. İşte Türk nüfusunun sadece %8'nin üniversiteye gidebildiği Alamancılarımız...Alamancı da deniliyor onlara. İlk olarak 1961'de gittiler. Yaklaşık yarım asır oldu. Ama sorunları o günden beri hiç bitmedi. Erdoğan geçtiğmiz günlerde Almanya'da idi. Öğütte bulundu. Alman vatandaşlığına geçin. Oyunuzu kullanın. Doğru da diyordu. Sorunlar da olsa ağırlıklarını hissettirmenin zamanı gelmedi mi? Bu yazımızda Alamancıları anlattık. Dertlerini ve çözüm önerileri sıraladık.
 
İkinci Dünya Savaşı'nın 1945 yılında sona ermesinin hemen ardından yaralarını sarmaya başlayan Avrupa ülkeleri, kalkınma yolunda hızlı adımlar atmaya başlamıştır. Yerinde sanayi hamleleriyle düzenli gelişim ve paralelinde üretim kapasitelerinde artış sağlayan bu ülkeler, işgücü ihtiyacını karşılama da yetersiz kalıyordu. Bu ülkelerin başında da Federal Almanya geliyordu.
 
Almanya'ya İlk İşçiler 1961'de Gitti
 
Federal Almanya, ülkede gittikçe büyüyen işçi açığını gidermek adına 1955 yılı sonrasında İtalya, Yunanistan ve Portekiz gibi Akdeniz ülkelerinden işçi almaya başlamıştır. Türkiye'den işgücü sorununa ilişkin çözüm teklifinin iletilmesi üzerine de 31 Ekim 1961'de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Devleti arasında “Türk İşgücü Anlaşması” imzalanmış ve ilk resmi Türk işgücü göçü  başlamıştır
 
Almanya'ya Nasıl İşçi Olarak Gidiliyordu?
 
Almanya ile yapılan bu anlaşma sonrası başladı insanımızın da gurbet macerası. Gidiş öncesindeki süreç şu şekilde gerçekleşiyordu: Yabancı işçi istihdam edecek olan Federal Alman işvereni, İş ve İşçi Bulma Kurumu'na başvurmakta, bu büro da Türkiye'deki Alman İrtibat Bürosu kanalıyla Türk-İş ve İşçi Bulma Kurumu'na gerekli formları göndermekte idi. İşçilerin kontenjanı, başvuranların sağlık muayenesinin yapıldığı Türk hastanelerinde yapılırken, teknik yönetim ve karar Alman hekimlerince muayene edilerek alacakları “tam sağlam” raporuna bağlıydı. Oldukça aşağılayıcı bir biçimde yapıldığı anlatılan doktor muayenesini geçip tam sağlam raporunu alanlar ancak Almanya'ya çalışmaya gitmeye hazır hale gelmiş oluyorlardı.
 
Sirkeci'den Münih'e Kalkan Trenler
 
Muayene sonrasında davet mektubunun gelmesini bekleyen gurbetçi işçi adaylarımız, bu mektubun kendilerine ulaşmasıyla birlikte İstanbul'un yolunu tutuyorlardı. Sirkeci'deki kara trenler memleketimin ilk temsilcilerini, o zaman için geleceğin gurbetçilerini Almanya'ya taşımak için kalkıyordu artık peronlarından. O günlerde gar ana baba günü oluyordu. Zira uğurlamaya gelenler gurbete canlarını, ümitlerini gönderiyorlardı. Trendekilerden kimi uğurlamaya gelen yakınlarına el sallıyor kimisi de köyünde bıraktığı sevdiklerini hayale dalıyor ve içleri bir hüsran sarıyordu. Yaklaşık 3 gün süren yolculuk, gurbetçi işçilerimizi sadece sevdiklerinden değil aynı zamanda vatanından da ayırıyordu, hüzün kat ve kat artıyordu. 'Yolculuğun sonunda Münih garında yeni bir hayata başlanıyor, gardaki camsız odalarda insanlar gidecekleri kentlere göre ayrılıyor ve ellerine tren biletleri ve kumanyaları veriliyordu'.
 
Düşündürücü hatta hayret vericidir içinde bir sürü bilinmezi barındıran bu gurbet macerası. Ama bunun yanında;
 
Ümitler var bilinmeyene gidişin arkasında yatan. 
Umut var yinede çekilecek gurbetin kara havasından. 
Tabi bir de tekrar gidişin hayalleri var, 
Memleketin gül kokulu topraklarına doğru, ecnebinin diyarından.
 
Dönmek için Gittiler ama Çoğu Kaldı
 
Gidenlerin hemen hemen hepsi tekrar memlekete geri dönüşü, vuslata varışı hayal etmekteler. Zaten bu yüzden ya ilkler hep yalnız gitmiş, lakin herşey planlandığı gibi gitmemiş. Çok geçmeden eşler takip etmiş gurbete giden kocaları. Sonrasında aile olunmuş ve başlamış sosyal hayatımız Almanya'da, Avrupa'nın diğer diyarlarında. Böylece iyice içinde bulmuşlar kendilerini gurbet macerasının. Her ne kadar en zor ve alt seviyeli işleri yapsalar da Almanın markı, hayat standardı kendine bağlayıcı gerçeği olmuş gurbetteki insanımızın.
 
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın dizelerinde de ifade ettiği gibi;
 
“Ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark 
Varalım dağılalım kartal Anadolu'dan yeryüzüne 
Beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi yollarını temizleyelim 
Al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek 
Sığmazken atalarımız güne, yarına, 
Düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına”
 
Kültürü, dili, dini yani temelde hiçbir şeyi bilinmeyen ülkelere gidiş olmuştur artık gidenlerin hayat mücadelesi. Çünkü ne giderken ne de gidildiğinde doğru dürüst bir eğitim verilmemiştir.
 
Ya Çocuklar Ne Olacak?
 
Her şeye rağmen insanımız yinede mutlu gurbetin ilk zamanlarında. Hayal edildiği gibi gidiyor işler. Para kazanılıyor, anavatanda yatırımlar yapılıyor. Ama zamanla oraya giden işçilerimizin çocukları akıllarda soru işaretleri oluşturmaya başlıyor. Ne olacak bu çocukların hali deniyor ama elden de birşey gelmiyor. Çünkü giden insanımız için birşey yapılmamış ki, çocuklarına dair hizmetler ortaya konulsun.
 
Çoçuklar ne Türkiye'li Olabildi Ne de Alamanyalı
 
İhraç ettiğimiz işçilerimizin çoğunun belki de kendi köyünden sonra gördüğü ikinci yerler oluyor Hamburg, Frankfurt gibi büyük büyük şehirler.  Gözlerini korkutuyor insanımızın. Çocuklarımız değerlerini unutmasın diyor ve kendince de müdahil oluyor. Fakat yarım doktorun müdahalesi gibi kaş yapacağına göz çıkartıyor. Çocuklar ne oranın insanı ne de memleketimin insanı olabiliyor.  Çünkü sağlıklı bir şekilde uyum sağlayamıyorlar yaşama. Bir tarafta kültürel bozulma korkusu ama diğer taraftan da gerçeklerini yaşadığı ülke ve aradan geçen onca yıl. İkinci, üçüncü kuşaklar yetişiyor. Çoğunda aynı problem gözlemleniyor; uyum ya da diğer bir ifadeyle entegrasyon problemi.
 
Almanya'daki Türkleri Sadece yüzde 8'i Üniversiteye Gidiyor
 
Gidilen ülkelerdeki yaşama uyum sağlayamama ilk olarak kendini negatif bir şekilde eğitimde gösteriyor. Okumuyor çocuklarımız. Alman ortaöğretim kurumlarında eğitim gören Türklerin sadece yüzde 8`i üniversiteye gidebilme başarısını gösteriyor. Bu manada hayat şartlarına uyum sağlayamayan birinci nesilin problemleri direk olarak ikinci ve üçüncü nesile de yansıyor. Diğer bir ifadeyle üçüncü kuşak, birinci kuşağı temsil eden dede ve nineleri ile ikinci kuşaktan olan babalarının ve annelerinin yaşadığı sorunları aynen yaşıyorlar.
 
Önlerinde ışık yok gençlerimize yol gösterecek. Türkiye'de gelir ve eğitim seviyesi düşük insanımızın okuma veya okutulmasındaki tek ve yek sebeptir gelecek endişesi. Bu mantığa sahip insanımızın, orada ileriye yönelik maddi sıkıntılar da olmayınca çocuklarının okuması çok da dertleri olmuyor. Oysa bu ailelerimiz oradaki hayata ve hayatın normal akışına uyum sağlamış olsalardı, bu normallerden biri olan düzgün eğitim almayı da kendiliğinden gelen bir ihtiyaç olarak göreceklerdi.
 
Almanya'da da İş Bulmanın Yolu İyi Eğitimden Geçiyor
 
Almanya'da iş bulmanın yolu iyi eğitimden geçiyor. Dolayısıyla, uyum sağlayamamanın eğitime doğrudan, iş bulma oranındaki payımıza da dolaylı olarak negatif etkisi oluyor. Yeterince kalifiye olmayan gençlerimiz ya işsiz kalıyor veya çok basit işlerde istihdam olunuyor. İyi bir eğitim alıp güzel iş sahibi olanlar ise istisna durumundalar. 
 
Uyum sağlayamamadan kaynaklı birinci nesilden üçüncü nesile doğru aktarılan problemler ve dolayısıyla çocukların yaşadığı ikili bir dünya. Oradaki nesillerimize sahip çıkılmalı, sağlıklı bir entegrasyon için gerek Almanya devleti gerekse kendi devletimiz çaba sarf etmeliler.  Çünkü Almanya'daki yabancılar arasında en büyük yabancı grubunu oluşturan Türk gençlerinin ve özellikle de üçüncü kuşak gençlerin dedelerinin ve kendi ebeveynlerinin karşılaştıkları güçlüklerle karşılaşmamaları ve daha iyi bir eğitim almaları öncelikle kendileri, sonra Türkiye ve daha sonra yaşadıkları ülke Almanya'nın yararına olacaktır.
 
Yukarıda da sergilendiği üzere, bireysel bazda birkaç milyonu makro planda da iki ülkeyi ilgilendiren böylesine büyük bir problem mevcut.
 
Peki, bu problemin giderilmesi için neler yapılabilir veya yapılmalıdır?
 
1) Öncelikle ilk başlarda misafir işçi denilen ve belli bir zaman sonra memleketlerine geri dönecek diye düşünülen bu insanların artık oraya ait olduğu gerek kendileri gerekse oranın yerli halkı tarafından kabul edilmeli ve planlar bu gerçek üzerine inşa edilmelidir. 
 
2) Birinci nesil olarak ilk defa oraya giden gurbetçilerimiz, 'uyum' sorununun kendilerinden gelecek olan nesilleri adına ne denli büyük bir probleme sebebiyet verdiğinden haberdar edilmeli ve bu bilinç ilk onlara sonrasında da ikinci nesil olan çocuklarına aşılanmalı ki müdahale için hâlihazırda fırsat olan şu zamanın gençleri yani üçüncü nesil bilinçlendirilebilsin.
 
3) Bununla beraber entegrasyon ile asimilasyon arasındaki sınır iyi çizilmelidir. Gençlerimizin yaşadıkları yerlere olan uyumunun tam manasıyla sağlamasına çalışılırken asimilasyonuna sebebiyet verilmemesi için büyük önem gösterilmelidir. 
 
4) Özellikle üçüncü veya üçüncü nesilden sonra gelecek olan nesiller için Türkçe kursları açılmalıdır. 
 
5) Sahip oldukları değerlerinin unutulmaması adına ülkemizde kutlanılan milli ve dini bayramların alternatif kutlamaları oralarda da yapılmalı, sunum ve konuşmalarla anavatanlarının zihinlerinde yer etmesi sağlanmalıdır. 
 
6) Sadece yerli halkın ayrımcılığına tepki olarak doğmuş biraz da boş olan milliyetçilik duyguları tarihimizden örneklerle doldurulmalı nasıl bir milletin temsilcileri olduklarının anlamaları sağlanmalıdır. 
 
7) Almanya'da eğitimsel ve mesleksel manada başarılı olmuş olan birinci, ikinci veya üçüncü nesilden örnekler öne çıkarılmalı, bu kişilerin kendilerinden sonra gelenler için örnek olmaları sağlanmalıdır.
 
8) Gençlerin orada iyi bir eğitimden sonra sahip olacakları kariyerlerinin aynı zamanda Türkiye'yi iyi bir şekilde temsil etmeleri adına büyük önem taşıdığı anlatılmalı bunun kendilerine ve anavatanlarına karşı bir sorumluluk olduğunu anlamaları sağlanmalıdır.
 
9) Ayrıca imkânlarından yararlandıkları, bir yerde ekmeğini yedikleri Almanya'nın da ikinci vatanları olduğu vurgusu yapılmalıdır.
 
Bu tür faaliyetler bizim oradaki temsilciklerimiz olan büyükelçilik veya konsolosluklarımız vasıtasıyla yapılırken, bir taraftan da yabancı düşmanlığıyla mücadele Alman devleti tarafından yürütülmelidir. Ana gövde de vurgulandığı üzere orada yaşayan insanımızın eğitimsel ve mesleksel manada kalkınması Türkiye adına büyük önem taşıdığı kadar Almanya içinde hayati önemi haizdir. Dolayısıyla, entegrasyon adına plan ve projeler iki devletin koordinasyonu kapsamında sağlanmalı, devletimiz tarafından da ayrıca asimilasyonun önüne geçici sürdürülebilir faaliyetlerde bulunulmalıdır