Nevşehirli bir okuyucumuzun bizzat yaşadığı bir ibretlik olay aslında yaşamımızda bizlere çok büyük dersler çıkartacak cinsten. İşte o yazı; Teknolojide, ekonomide ilerlemiş olabiliriz ama adamlıktan on konak ötedeyiz eskilerin tabiriyle.
Neden böyle söylediğime gelince, akşam misafirlikteyken sokaktan bir köpek sesi geldi acı acı. Çıktık baktık ki bi araba çarpmış köpeğe. Karanlıkta ne araba belli ne de dışarıda birşeyler arayan adamın(!) siması. Köpeğe çarpınca kırılan aksesuvarı topluyormuş meğer. Sonra hiçbir şey olmamış gibi arabada hasar var mı diye kontrol edip bindi gitti. Köpek bizim bulunduğumuz evin bahçesinde dolaşıyorken yavaşça uyur gibi yattı. Adamın(!) rahatça arabasına binmesi ve köpeğin pek ses çıkarmaması herhalde pek bir şey olmadı havası estirdi bizde.
Tam içeri geri gidecekken hayvan feryat edercesine havlamaya başladı tekrar, meğer soluğu kesilmiş hayvanın. Yanına indik, su getirdik vs derken 153'ü aradım. Olay Nevşehir belediyesi sınırları dışında imiş ve gelemezlermiş. Kendi belediyemizden biriyle iletişim kurdum gece gece kimse bulunamazmış. Derken arabayla mı götürsek, iyilik yapalım derken kötülük mü yaparız hayvana diye düşünürken bi veteriner hekimi arayalım gelsin dedik ve telefona tekrar sarıldık ki yazık hayvancağız kısa kısa ve acı dolu seslerle bir iki dakika can çekişti ve öldü.
Bir köpek bir araba basit bi kaza gibi ama koskoca bir imtihandı bu anlayana. İnsanlığımdan utandım. Gururla anlattığım, ecdadımızın yaralı göçmen kuşlara yaptırdığı kuş hastanesi geldi aklıma. Her biri mimari şaheser kuş evleri gözümün önüne geldi. Ölmeden evvel sekaret halindeyken helalleşmeye gelen mahalle kasabına, fırıncıya kışın şiddetli olursa dağdaki hayvanlar aç kalmasın et ve ekmek serpeleyin diye vasiyet edip parasını veren hayır sahibi ecdad geldi aklıma.
İnsanların kıymetinin bilindiği ve dahasının olduğu geçmişten bugüne ne kadar uzaklaşmışız insanlıktan dedim kendi kendime. Videosunu çekemedim hayvanın telaşeden ama ölümünden sonra resmine bakarız belki ibret alırız diye resmini aldım. Yatan aslında bizim insanlığımız(!) ve baktığınız sadece bir resim değil...


İnsan olmak kolay değil
Nefis bir yerde insandaki kötülüğe meyleden yanıdır. Yani insanın dürtüsel alanıdır ki, bu alanı iyileştirmediğimiz sürece asli...​

Hayat çok kısa ve çok acı... Bu kısacık yaşamı dayanılmaz yapanda maalesef biz insanlarız... Rabbime şükürler olsun diye bilmek. Dört mevsim ilk baharda açan çiçekleri, kışta yağan bembeyaz karları,yazın içimi ısıtan sıcaklığını ve sonbaharda sararan yaprakları sevmek sevebilmek aslında bütün mesele bu : "Se-ve-bil-mek."

Belkide Bu küçücük yazı ile aslında anlayana çok şey anlatılıyor. Unuttuğumuz insanlığımızı, sevgiyi ,saygıyı ve merhameti ... Evet bu yazı ile bir köpeğe, hayvana sevgi merhamet duygularını anlatmaya çalıştık. Ama bu zamanda bizim birbirimize sevgimiz saygımız hoş görümüz mü var sorusunu da duyar gibiyim... Haklısınız maalesef İnsanlık adına birbirimize tahammülümüz kalmamış. Ne küçüğün büyüğüne saygısı ne büyüğün küçüğe sevgisi ... Ne bir vicdan ne bir merhamet... 

Hepsinin altında yatan tek gerçek insanlığın en büyük düşmanı NEFSİ yatıyor...
Nefis bir yerde insandaki kötülüğe meyleden yanıdır. Yani insanın dürtüsel alanıdır ki, bu alanı iyileştirmediğimiz sürece asli değerleri koruma imkanına sahip değiliz.

NELER YAPILABİLİR?
Davranışlarınızı kontrol altında tutmayı öğrenin
Bir davranışı sergilerken insanların ne düşündüğünü değil Allah’ın sizden ne istediğini dikkate alın
İnsanlarla ilişkilerinizde hakkaniyet ölçülerine dikkat edin
Allaha karşı sorumluluklarınızı ihmal etmeyin
İyiliğin tesisi için çaba gösterin
Kötülüğü ortadan kaldırmak için çaba gösterin


Sevgi ve Saygı...
Şimdi soruyorum İnsan olmak mı köpek olmak mı zor? Sizce hangisi daha zor
Şimdi hemen yanı başımızda Suriye'de yaşanan dramı göz önüne getirelim. O sözde medeniyi dediğimiz tek dişi kalmış canavar ülkelerin ve tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden o olaylara hep birlikte şahitlik ediyoruz...
Kıyıya vuran çocuklar....
Ya o
 Kıyıya vuranlar balık olsaydı dünya medyası günlerce haber yapardı.Suriye'de, Afrika'da yada Arakan'da Müslüman olmak kimsenin umurunda olmadan sessizce ölmek demektir.
Artık sözün bittiği yerdeyiz. Ve safları daha sıkı tutmalıyız. Bir olmalıyız, diri olmalıyız. Halimize şükretmeli etrafımızda olup bitenlere karşı duyarlı olmalıyız. Sözlerin bittiği yerde anlatmaktan çok anlamak marifet diye düşünüyor aşağıdaki bu acı resimleri sizlerle afedersiniz k.....n değil kalbinizden okumanızı ve hissetmenizi rica ediyoruz.
İşte bu yerde yatan aslında bizim insanlığımız... 
Bu yazıyı mutlaka okuyun paylaşın okutun !!






Atamızdan bize yadigar kalan İnsanlık anlayışımızda merhamet ve zarafetin sembolleri: Kuş Evleri

İlk örneklerine 13. yüzyılda yapılmış eserlerde rastlanan ve Osmanlı mimarisiyle beraber yaygınlaşan kuş evleri, ince işçiliğin ve estetik görünümün göstergeleri olmalarının yanı sıra, insanoğlunun hiçbir karşılık beklemeksizin karşısındaki varlığı koruma ve kollama duygusunun birer tezahürleri olarak hem göz zevkimize ama daha önemlisi, bu inceliği unutmuş görünen zihinlerimize hitap ediyor.
Kuş sarayı, serçe sarayı, kuş köşkü gibi isimlerle de anılan kuş evleri özellikle serçe, kumru, kırlangıç ve güvercin gibi kuşların soğuklardan, şiddetli rüzgârlardan ve yırtıcı hayvanlardan korunmaları için camii, medrese, türbe, kütüphane gibi yapıların dış cephelerine ince bir mimari yaklaşımla nakşedilmiş yapılar olarak dikkatleri çekiyor. Mimarimizdeki bu zarif anlayışın temelinde ise medeniyetimizin kuşlarla ilgili hassasiyeti yatıyor.
Kuşlara harcanması için her yıl 30 altın lira
Pek çok araştırmacı kuş evleriyle ilgili en eski örneklerin 16. yüzyıldaki yapılarda yer aldığını söylese de son zamanlardaki bulgular kuş evlerinin 13. yüzyıldan itibaren mimariye girdiğini gösteriyor. İstanbul'daki en eski örnekleri ise Mimar Sinan'ın yapılarında görünen kuş evleri en yaygın bir şekilde 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı mimarisinde uygulanmıştır.
Hiç kuşkusuz, kuş evlerinin yaygınlaşmasında en büyük etken, Osmanlı Medeniyetindeki güçlü vakıf geleneğidir. Bu konuda sadece bir örnek bile dikkatlerimizi çekmeye yetiyor: 1505 yılında Beyazıt Camii yapılırken Sultan II. Beyazıt Han tarafından tesis olunan Beyazıt Vakfiyesi'nde 'camiinin ayrılmaz sakinleri kuşlar' için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parasının tahsis edildiğini görüyoruz.

Bu ödenekle kuşlar için pirinç, köpekler için de ekmek alınıyordu. Bunun yanında bir bakıcı kuşlara yem vermek, sağlık durumlarını kontrol etmek, ihtiyaçlarını gidermek, kırık-çıkıklarını tedavi etmek üzere vazifelendiriliyordu. Bu geleneğin 1920'lere dek sürdüğü bilinmektedir. Aynı durum diğer tarihi camiiler için de geçerli. Camiiler dışında, mesela Dolmabahçe'de bir kuş hastanesi hizmet vermekteydi.