Ömer Faiz Efendi, Sultan Abdülaziz döneminin İstanbul Şehremini, yani şimdiki karşılığı ile İstanbul belediye başkanıdır. Çalışkan, ileri görüşlü, doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, aynı zamanda anlatımlarında mizahı ustaca kullanan biridir. Hatıralarında dönemin Avrupası ile Osmanlı arasındaki farkı anlatırken; Batıdaki gelişmelerden bihaber Osmanlı yönetimine de ışık tutuyor. Ömer Faiz Efendi’ye kulakverelim:

“Sadrazam Âli Paşa’nın görevden azledildiği vakit evinde sohbet ediyorduk. Padişahın mabeyncisi, sadrazamdan mührü almaya geldiği vakit, herkes başını öne eğmiş düşünüyordu. Tam bu sırada sessizliği bozdum. ‘Eh Paşa Hazretleri bana müsaade eve gideyim. Bizim emektar kaynanaya yetiştireyim. Zira ne vakit fena bir haber versem, ‘aman öldüm,’ diyor. Belki bu sefer sahiden ölür de kurtuluruz.” der.  Sadrazamlıktan kurtulan Âli Paşa kahkahalarla gülmüştü. Ömer Faiz Efendinin kaynanası ile geçinmediği biliniyordu. İhtiyar hanıma göre, damadının neşe dağıtan nükteleri haramdı. Ömer Faiz Efendi de kaynanasından bahsederken, “Mübarek kadın, sanki Yahudilerin Kudüs’teki ağlama duvarı gibi” diyordu.

Sözünü sakınmayan biri olduğunu gösteren örnekte şudur: Islahatlar gereği tasarrufa gidileceği vakit, Padişah, Ömer Faiz Efendiye Maliye Nazırlığını teklif etmişti. Ömer Faiz Efendi Padişaha şu cevabı veriyor: “Sultanım, tavsiye ettiğim tasarrufu evvela sarayınızda tatbike söz verirseniz o mutena makama oturabilirim. Bilirsiniz ki, devlet bütçesinde tasarruf yapmak isteyen Musa Saffeti Paşayı Serasker Rıza Paşa pataklamıştı. Musa Saffeti Paşa kulunuza benzersem, Zat-ı Şahaneleri mükedder olursunuz.”

Bilindiği gibi Avrupa’ya seyahatı gerçekleştiren ilk padişah Abdülaziz’di. Abdülaziz heyete Ömer Faiz Efendiyi de almıştı. Ömer Faiz Efendi’nin hayretler içinde kaldığı gezi hatıralarından birinde şöyle bir karşılaştırma yapıyor:
“Bilhassa geceyi görmek şart. Paris’in gecesi, hatta bütün Garp diyarlarının geceleri bizim gecelerimize benzemiyordu. Bizde hayat, güneşle başlıyor, güneşin batımıyla son buluyor. Buralar öyle değil. Sokakları ve evleri hava gazı dedikleriyle aydınlatıyorlar. Bir fırsatını bularak belediye sarayı civarına gelmek imkanını buldum. Kalabalık içinde manzarayı seyre başladık. Bir anda bütün ışıklar birden yanıyor, bir anda sönüyor, sonra kısım kısım yanmaya devam ediyordu. Güneş sanki yere inmiş, sadece burasını aydınlatır olmuştu.” Garip bir müşterek hisle Veliahd Murat Hazretleri buyurdu ki:
“Ne garip bir manzara… Adamlar azmetmişler, uğraşmışlar, adeta güneşin ışıklarını almışlar, saklamışlar gecelerin karanlığını gündüze çevirmek için kullanıyorlar.”
Dayanamadım, müsamahasını bildiğim için cevap verdim.
“Efendim, bizim de güneşle meşgul olanlarımız vardır.”
“Ya… Kimler acaba?”
“Şairlerimiz efendi hazretleri… Şairlerimiz güneşle meşgul olurlar. Mahbubelerini gecelerini gündüze çeviren güneşe benzetirler. Cilt cilt şiir yazarlar, şarkı bestelerler. Bunlar da güneşle meşgul oluyorlar, ama onların ki kimyagerler, ilim adamları …Aramızda küçük bir fark var!”


Hayretler içinde kaldığı izlenimlerinden biri de mesela şudur: “Samimiyetle itiraf edeyim ki, Paris’i görünceye kadar belediyelerin şehir sokaklarını muyyen zamanlarda sulamalarının asli vazifeleri arasında olduğunu bilmiyordum.”

Daha başka örnekler de anlatıyor hatıralarında. Kütüphaneleri, harıl harıl kitap basan matbaaları, gazete ve mecmua bolluğunu, güzel sanatları, modernleşmiş donanmaları sıralıyor. Tabi ki, anlatımlarında mizahtan da geri kalmıyor. Hatta, Almanya’dan geçtikleri sırasında gerçekleşen şöyle bir diyalog aktarıyor:
“Sokaklarda halk bize sevgi ile bakıyordu. Halil Paşa, bildiği Almanca ile hepsine laf yetiştiriyordu. Bir genç hanım niçin çoğumuzun sakallı olduğunu sordu. Meşhur cevap olarak, ‘Sözümüzün dinlenmesi için dedim.’ O zaman, masmavi, güzel gözlerini hayretle açarak ikinci bir sual sordu:
‘Peki, hepiniz sakallı olduğuna göre kim kimin sözünü dinleyecek?’
Biraz tereddüt ettim, ama hemen cevap verdim:
‘Hangimizin sakalı büyükse onun sözü dinlenir.’


En sonunda hatıralarını, Padişah Abdülaziz’in gezi ile ilgili izlenimlerine ayırıyor: Padişahın, İstanbul’a dönünce gezi ile ilgili kanaati şu olur:
“Keşke bizden evvelkiler de gidip görse idi. Biz dahi geç kalmışız…”