Postmodernizmin Işığı; Oğuz Atay ve Tutunamayanlar
 
Elimize aldığımızda kitap değil, bir farkı tutturan…Modern üstü bir devrim. İşte sadece bu sebeple bile eseri okumaya yeltenenler ilk başlarda tutunamadılar. Pek çoğu sonraları bunu başarsa da küçümsenmeyecek bir grup “tutunamayanları bitiremeyenler” in üyeliğini hala sürdürüyorlar. Geleneğin penceresinden bakmayı bırakamayan bu kitle, Oğuz Atay’ın şaşkınlık yaratan kurgularla dolu bu eserine uzaktan bakmaya mahkum kaldılar. Mevcut durumu koruma heveslisi, yeni estetik bakışlara karşı bir grup “anlaşılamamak” temasının belirleyicileri de oldu bir yerde. Oğuz Atay “ ben buradayım, sen nerdesin okuyucum?” diyerek yalnızlığın dünyasını anlayamayan ya da anlayamayacak olan kitleye seslenmiştir. Bununla birlikte O’nu anlayamayanlara kara bir yafta vurmak ne kadar doğrudur tartışılır. Bunun en büyük argümanı da eserin yıllardır süregelen realizm-gelenekçi anlayışa başkaldıran, çığır açıcı bir eser olmasıdır. Bir çağ açıcı durumu betimlemek yıllar sürecek bir duyuş ve anlayış değişikliğini gerektirebilir. Oğuz Atay’ın günümüzde anlaşılmaya başlanması, sanal ortamlarda ve medyada adının sıkça duyulması, absürt dizilere kaynak olması bu anlayış değişikliğinin göstergeleridir.
 
Geleneksel romanda görülen zamansal ardışıklığın Tutunamayanlar’da ihlal edildiği, kes-ekle tarzının kullanıldığını görüyoruz. Eserde yine eskiden ayrılan bir fark ise iç ve dış alem alanlarının keskin bir şekilde ayrılmıyor olmasıdır. Bu her iki dünya arasındaki anlatımda bir akışkanlık görülmektedir. Akışkan bir zeminde devam eden bu anlatı kaba bir şekilde 3e ayrılabilir. Bunların ilki “anlatmadan anlaşılmaya aşık; Selim Işık” ın izini süren Turgut’un yaptığı yolculuğu anlatan kısımdır. Eserde yer alan şarkılar, ansiklopedik bilgiler vb. ikinci kısmı oluşturmaktadır. Üçüncü ve eserin belki de en can alıcı kısmı ise “öz ben”liğin yer aldığı, iç konuşmaların yapıldığı, Olric’in devreye girdiği bölümdür. Başta da belirtildiği üzere bunlar çok kabaca yapılmış ayrımlardır. Çünkü bu eserde anlatıları keskin bir şekilde birbirinden ayırmak mümkün gözükmemektedir. Eseri başlayıp da bitiremeyenlerin en büyük sıkıntısı da sanırım bu husustan kaynaklanmaktadır. Başka bir olası neden de şu cümleyle açıklanabilir: eser hiçbir zaman okuyucusunu sonu ne olacak merakına kaptırmayı başaramamıştır. Hatta eseri okuyup bitiren insanlardan eseri sıkıcı bulanların olması da bundandır. Tutunamayanlar okuyucularından eserden bahsetmeleri istendiğinde söyleyeceklerinin sadece birkaç cümleden ibaret olması da son derece doğal görülmektedir. Çünkü yazar, bir öykü anlatıyor gibi yapsa da onun yaptığı bu değildir. Otomatik yazma edimine kapılmış çılgın bir insanın kalemidir O’nunki. Sanki yazar anlaşılamayacağına o kadar inanmıştır ki “ne de olsa anlamayacaklar” der gibi yazmıştır. Sanki yazar, yazarken hiç düşünmemiş, bilincinde yer alan her şeyi muhteşem dil oyunlarıyla dokumuş, yaratıcılığın zirvesine ulaşmıştır. Tüm bunlar anlatılırken birbirinden çok alakasız gibi görünen bu konular ilerleyen bölümlerde o kadar güzel bağlanmıştır ki bu da yazarın düşünmeden yazıyormuş izlenimini çürütmüştür. Onun eserinde metinler metinleri üretip gitmiştir. Bu gibi pek çok durumda Oğuz Atay okuyucusunu şaşırtmayı başarmıştır.
 
Peki kimdir Tutunamayanlar? Eserden çıkardığımız izlenime göre en büyük tutunamayan kitabın kendisidir. Daha sonra Turgut ve üçüncüsü Selim Işık. Bu üç tutunamayan adeta okuyucusuna iç dünya yolculuğuna çıkması için sunulmuş açık bir bilettir. Bu sebepten dolayı son tutunamayan onun okuyucusudur.
 
Bu eser ki aynı ses tonuyla konuşmamanın en güzel örneğidir. Yazar, yetmiş sayfalık noktalama işareti kullanmadığı bölümde bile bu farklı ses özelliğini sürdürmüştür. Eser öyle bir eserdir ki okuduktan sonra insana, Oğuz Atay’ın anlattıklarından ziyade anlatamadıkları olduğuna inandırır ve bu, okuyucusunda büyük bir ıstıraba dönüşür…