SAĞ ve SOL KESİMİN DARBE SINAVI

Türkiye’de kurucu irade, kurduğu devleti üç ana unsurun uhdesine havale etti. Asker. Bürokrat. Aydın. (ABA) bu unsurlardan da askeriye asli, aydın ve bürokrat ise askeriyeyi destekleyen, onlara payandalık yapan yan unsur hüviyetindeydi.

Askerler kendilerini devletin özel ve asli unsuru kabul ettiklerinden, hemen hiç kimse askere ve askeriyeye bir şey söylemesi, hele hele bir şey yapması mümkün değildi. Onların her şeyleri özeldi.

Askeri okula giren tüm talebeler;
Türk toplumunun en seçkin ve seçilmiş insanı olarak motive edilir,
Bu motivenin ardından her öğrenci kendini Cumhurbaşkanı adayı olarak görür,
Bu motivasyon otomatik olarak her talebeyi ayrıcalıklı kılar,
Onlarda kendilerinin dışındaki herkese tepeden bakar.

Türkiye’nin en seçkin bürokratına dahi ebeveyni; “Yavrum az daha okuyup ta çavuş olsan olmaz mıydı?” dediği vakidir.

Onlara eğitim veren hocalarda, askerleri ona göre yetiştirirdi. Askerlerin kendine olduğu gibi eğitime ve eğiticilere bir şey söylemek zaten mümkün değildi. Hal böyle olunca da askeri okullar, ekseriya darbeci yetiştiren kurumlar haline gelmişti. Bu yüzdendir ki, çok partili sisteme geçildikten sonra her on yılda bir darbe yapılması gelenek haline geldi.

Askerin, sadece eğitim-öğretimi mi? Hayır, onların yargı sistemleri de ayrıydı. Eğer işledikleri bir suç varsa kendi içlerinde hal edilirdi. Durum böyle olunca askerin, tam bir kapalı devre çalışması vardır. Sembolik olarak her ne kadar bağlı oldukları sivil biri olarak Milli Savunma Bakanlığı varsa da Bakanlığı sevki idare eden gene kendileriydi. Zira Bakanlığın hemen hemen tüm bürokratları zaten askerlerden oluşuyordu. Denetimden ve hesap verebilirlikten uzak bir yapı vardı.

Bu ifademle velev ki aynı süreçten geçmiş olsalar da tüm askerlerimizi aynı görmek, yani hepsini darbeci, tepeden bakmacı birileri olarak değerlendirmek de vicdanla bağdaşmayacağını belirtmeliyim.

Kurucu iradenin kuruluş felsefesi doğrultusunda, askerin dışında seküler zihniyetli insanlarda kendilerini imtiyazlı olarak görüyor, kendilerinin dışında kalanları da ikincil veya parya gibi değerlendiriyordu.

O seküler kafalılar, laiklik vurgusuyla sürekli muhafazakâr kesimi baskı altında tutmaya çalışıyorlardı. Devletin kurum ve kuruluşları bu insanlarla doluydu. En azından karar verici merciler hep o tip insanlar tarafından işgal edilmişti. Belki hoş değil ama adı konmamış bir kast sistemi oluşturulmuştu.

Hal böyle olunca ülke nüfuzunun çoğunluğunu teşkil eden Anadolu insanı sindi/sindirildi. Özveri ve fedakârlıkta sınır tanımayan bu insanlar, kendilerine yapılan, yanlışlıkları seyredip sabretmekten başka bir şey yapamıyorlardı.

Birçok konuda bunalan ülke insanı, yeni bir şeylerin beklentisi içine girdiler. O beklenti henüz Mustafa Kemal’in sağlığında geldi. Kendi isteğiyle Fethi Okyar’a Serbest Cumhuriyet Fırkasını (SCF) kurdurdu. Kurulan bu partide insanlar, kendilerini ifade etmeye çalıştılar. Görüldü ki
daha seçim bile olmadan propaganda çalışmaları esnasında milletin CHP’ye değil de SCF meyletmesi partinin palazpandıras kapatılmasını sağladı.
Bu kapatma çok partili sisteme geçiş tarihi olan 1946 yılına kadar devam etti. O tarihte kurulan Demokrat Parti (DP), sessiz çoğunluğun sesi oldu. Yapılan hileli ilk seçimde DP iktidara gelemedi ama bir sonraki seçimde ezici bir çoğunlukla tek başına iktidar oldu. Oldu olmasına ama bu iş seküler taifenin hiç mi hiç hoşuna gitmedi. Yapılan meşru seçimi iptal etmeyi dahi düşündüler. Bunu başaramayınca her fırsatta, gerek mecliste gerekse aydınlar tarafından toplumda, hükümetin yaptığı ve yapacağı icraatlarını engellemek, çalışamaz hale getirmek oldu. Mecliste CHP, dışarda onların uzantıları olan bürokratlar/yazarlar ve hatta askerler acımasız bir muhalefet ediyorlardı. Deyim yerindeyse hükümete nefes aldırmıyorlardı. Bu şartlar altında çalışan DP ancak on yıl dayanabildi…

Darbeyle seçilmiş meşru hükümeti alaşağı edip, biri Başbakan ikisi Bakan üç kişiyi idam edidi.

15 TEMMUZ
Her fırsatta emperyalizme karşı olduklarını söyleyen sol kesim, göstermelik bazı tepkinin dışında15 Temmuz başarısız darbe girişiminde deyim yerindeyse tel tel döküldüler. Bunların en tanınmışlarından Can Dündar cılız denecek bir tepkinin dışında hiçbir şey yapmadı. Üstüne üstlük ilan edilen OHAL yasasının bitimine kadar da kaçtığı Almanya’dan gelmeyeceğini söyledi. Tekrar geri gelir mi bilmem! Endişemin sebebine gelince, hatırlarsanız bundan bir müddet önce FETÖ terör örgütünün verdiği bilgi ve belgelerden hareketle Türkiye’nin sırlarını ifşa etti. (Suriyeli Türkmenlere giden MİT tırları) Ceza aldı. Hapis yattı. Anayasa Mahkemesi sayesinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tekrar tutuklanabilirim endişesiyle Almanya’ya kaçtı. Bu yüzden belki de diğer kaçan darbeciler gibi hiç gelmeyecektir. Tavrından mı kaçışından mı bilinmez, kendisi için olumsuz bir haber de Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı Cumhuriyet Gazetesindeki görevinden kovulması, uzaklaştırılmasıdır.
Meşru hükümete yapılan darbeye (27 MAYIS 1960 İhtilali) meşruiyet atfeden solcu hukuk Profesörleri ve aydınları değil miydi! Bırakınız 60 İhtilalini, daha 2007 yılında yapılan ‘Cumhuriyet Mitinkilerinde’ ‘ordu göreve’ pankartlarını taşıyan gene Türkiye’nin demokrat (!) ve güya özgürlükçü (!) solcuları değil miydi!
Tarihin hafızasını karıştıracak olursak görürüz ki, Türkiye’de yapılan darbelerin hemen hepsinde demokrat (!) solcularımızın, örtülü veya açık destek olduklarını görürüz.
Türk solu, çaresizliklerini, korkaklıklarını ve ürkekliklerini daha değişik ifadeyle zafiyetlerini silahlı güçlere havale etmeye çalışan bir topluluktur.
Sağa kesime gelince; 15 Temmuz 2016 darbe girişimine gelinceye kadar, sürekli itilen kakılan, hakir görüp aşağılanan bir kesimdi. Adam yerine dahi konmuyorlardı. Dolayısıyla yapılan tüm darbelerde köşesine çekilip, olanları dinleyip seyretmekle yetindiler.
15 Temmuz’la beraber kendi dilini konuşan, kendinden olan, eylemiyle söylemi mütemmim liderinin cesur, yürekli duruşu; söylem ile eylemini mczedişi, Türkiye vatandaşını peşine taktı. Onun ‘Dışarı çıkın’ çağrısıyla beraber, o hakir görülen tüm sağcılar, İslamcılar, ülkenin hemen her şehrinde sokaklara, garnizon önlerine, TRT ve Emniyet binalarının yansıra, tüm resmi kurumların önlerine, şehir meydanlarına çıktılar. Askeri araçların üstüne, tankların altına, bırakınız araçların altına-üstüne, kurşunların önüne atıldılar.
Söylemden ziyade eylemin önemli olduğunu ortaya koyan, daha da ötesi bunu ispat eden, solun hakir gördüğü, aşağıladığı, sağ kesim oldu.
Sol ise;
a- 27 Mayıs darbesini bayram ilan edip, meşruiyet kazandırdı.
b- 28 Şubat’ta askerlerle kol kola gezdi.
c- 2007’de “Ordu Göreve” dedi.
d- 15 Temmuz’da konjonktürel olarak darbeye karşı çıkıp, sonra darbecileri müdafaaya çalışan CHP ve CHP zihniyetindeki solculardır...
Biliyormusunuz! Darbe konusunda sol sınıfta kalırken, sağ iyi bir sınav vermiştir.
Ahmet BELADA
[email protected]