SANSÜRCÜ

1980. Elazığ.

Gençler arasında çatışmalar, okul avlularında öğrencileri mitralyözle  taramalar, misillemeler…Olağan sayılıyor. Harput ile Uluova’nın dokanağında yayılmış güzel Doğu beldesi bunları kanıksamış artık , olağan sayıyor…

Çatışmaların olduğu günlerde hemşehri dayanışması önemlidir.

Gazipaşa’da yaz dinlencesinde tanışmıştık Yargıç Mustafa Paççı ile.

Ortahisarlı hemşehrim,  Türkiye’de en güzel fıkra anlatıcısı sayılmalı. Cilt cilt defterlere özenle yazmış bunları ( Şimdi Kayseri’de emekli yaşamında. O harika koleksiyon ne oldu acaba? )

Bir akşam Paççı ailesi bize ailecek geldi.

Hanımlar mutfakta çay hazırlarken, Mustafa Bey kulağıma fısıldadı :

‘’ Yarın, saat 8.30’da Adliye’de buluşalım. Önemli. Hanımına bile bir şey söyleme.’’

Yine geçmişten anılar…Yargıcımız  Tortum’u, pek yakınlığını gördüğü aileleri anlatıyor. Olağanüstü güzel. Gazipaşa anılarında Fikret Otyam’ın adı geçiyor. Fıkralar, düne, güne, geleceğe  dair düşünceler…

Bu arada Harput yokuşuna doğru mahallelerden silah tarrakaları geliyor. Bir yerlerde bombalar patlıyor ve biz söyleşerek çayımızı içiyoruz.

Geceyi zor geçirdim. Kabuslar içinde kıvrandım. Yoksa, pek değerli (!) bir meslekdaşım beni şikayet mi etti? Ne oluyor ?

………………..

Sabah erkenden hazırlandım. Çantamı ( içinde fotoğraf makinalarım, ses kayıt aygıtı var)  aldım, düştüm yola. Taşıma aracına gerek yok. Üniversite konutlarından Adliye’ye 30,35 dakikada ulaşırım.

Gözlerinden uyku akan bir polis beni sorguluyor. Kimi arıyorum, niye geldim? Sanki sanığım. Yargıcımızın adını versem de izin vermiyor odasına çıkmama. Beni gözetim altında tutuyor.

Saat tam 8.30’da mesai başlarken Paççı geliyor.

Odasına çıkıyoruz. Merak ediyorum. Fakat O, hiç aldırmıyor.

Çay söylüyor odasına. Sabah sabah güzel çaylarımızı içiyoruz.

Meraktayım. Yaman bir ‘’acaba’’ duygusu…

İnsanı yakıp kavuruyor.

Gülüyor Yargıç.

‘’ Anladım, anladım,’’ diyor.’’ Gece kabuslar gördün, değil mi? Gözlerindeki kızarıklıktan belli.’’

‘’ ……………………..’’

‘’ Kimseye haber vermedin, değil mi ?’’

‘’ Hayır. Kimseye bir şey demedim.’’

‘’ Konu şu…Şimdi bir sinemaya gideceğiz.’’

‘’ Ne işimiz var sinemada Mustafa Bey.’’

‘’ Dur! Acele etme. Bir takım şikayetler geldi, ardarda.’’

Ter bastı.

‘’ Beni mi şikayet etmişler yoksa ? Da,  sinemayla ne ilgisi var?’’

Gülmeğe başladı.

‘’ Yok yok! Merak etme sen. Vatandaş bir filmi şikayet ediyor.’’

‘’ İyi de benle ne ilgisi var? Sanık mıyım yoksa? ‘’

‘’ Canım, düşündüm, taşındım. Üniversitede film çeken, fotoğraf arşivi düzenleyen yalnız seni tanıyorum. Yani, demem o  ki ‘’bilirkişi’’sin.

Bilirkişiyim. Gurur duydum. Tevazu sahibi bir insan olsam da.

……………….

Sinemaya gittik. Adliye’den bir görevlinin elindeki kocaman bir kutuda film varmış. Film oynatma makinasına taktılar bobini.

Gergin bir ortam. Yanımda Yargıç olunca neden korkayım ki !

Işıklar söndürüldü.

Yargıcım dedi ki : ‘’ Şimdi dikkat et. Vatandaş diyor ki dilekçesinde. Filmde normal olarak müstehcen sahne olmadığı halde, sonradan ekleme yapılmış. Bakalım. Seyredelim, kararımızı vereceğiz.’’

Seyrettik. Bir daha baştan seyrettik.

Bir aile, filmin adına bakarak bu filmi görmeğe gidebilir. Fakat öyle sahneler var ki, utanç verici.  Seyretmek, utanmadan seyretmek olanağı yok.

Ekleme-montaj- olduğu belli. Bir anda renkler değişiyor, kalite değişiyor. Sarışın olan aktris esmer oluyor. Uyduruk bölümler eklenmiş.

Anlaşıldı: Bu müstehcen filmi göstermek sakıncalı.

Orada bir zabıt-tutanak- düzenlendi.

Sinema sahibine de imza ettirildi.

Bilirkişi olarak ben de imzaladım. Döndük Adliye’ye. Yargıç Paççı’nın odasına çıktık. Yine çaylar içtik. Mustafa Bey yine Ortahisar’dan çocukluk anılarını anlattı, araya birkaç fıkra kattı, turist gezdirerek İngilizcesini nasıl ilerlettiğini, bahşişlerle nasıl ‘’servet’’ kazandığını tatlı tatlı dillendirdi.

Öğleyin de bırakmadı beni.

Temiz bir lokantada güzel bir öğlen yemeği  yedik.

Çevremizde avukatlar, savcılar, yargıçlar, Adliye çalışanları…

Birbirlerine laf atarak, belki 70, 80  dakika geçti orada.

Bu arada düşünüyorum; haber de vermedim ki, bizimkiler acaba ne düşünüyorlar.

Ortam gergin, her gün birileri götürülüyor, tutuklanıyor…

Ancak  ikindin vakti Fakülteme varabildim.

Arkadaşlar da böyle habersiz, ortadan yitip gitmeme bir anlam verememişler; merak etmişler. Mustafa Sarı Ağabey ‘’ Hemşerim, insan bu kadar da merakta bırakılmaz ki, niye bi haber vermedin? ‘’ diyerek sarılıyor. Adnan İnce ‘’ Oh yav, şimdi rahatladım,’’ diyerek kucaklıyor. Ahmet Necmi Yaşar ‘’ Galiba kayıplara karıştı hoca diye endişelendik,’’ diyerek sarılıyor.

Telefon yoktu evimizde, bildirememiştim.

Evime vardım. Komşu hanımlar  toplanmış.

Oğlum Umut 8 yaşında; Dumlupınar İlkokulu 2. Sınıfta. Aklı eriyor. En çok O merak etmiş. Beni görünce ağlayarak koşup geldi, sarıldı. Demek, annesinin anlattıklarından etkilenmiş.

Küçük oğlum Mutlu, daha 3 yaşında; pek ayırdında değil ne olup bittiğinin.

Komşu hanımlar ‘’ Ohh! Hele şükür. Demek, meraklanacak bir şey yokmuş’’  diyerek çıkıp gittiler.

Ertesi gün Fakülte’de anlattım başımdan geçenleri.

Arkadaşlar güldü…

Adımız ‘’ Sansürcü ‘’ oldu.

……………………………

23 Mart 2020