SICAK SOMUN, BAYAT EKMEK

Zara’76…

Sonbaharın güzel günleri sona erdi.

Ne hoş  günlerdi. Ilık, parlak güneşli, Kızılırmak boylarının ayrı ayrı boyaklara battığı, değişik ağaçların herbirinin rengarenkleştiği , kırların sararıp solduğu…

Zara bal diyarı…Ülkenin en güzel, en tadlı, en hoş kokulu balları bu diyarda sağılır kovanlardan. Pek adı geçmez Pervari’nin, Hakkari’nin, Hizan’ın, Bingöl’ün yanında. Bilen bilir…

Kasım ayının ilk günlerinde Sibiryalaşır Zara.

Zaten burası için bir söz vardır : İki mevsim yaşanır Zara’da. Toz ve buz…

Bir de karşılaştırmalı bir söz, kuşaktan kuşağa söylenir gelir : ‘’ Soğuğa sormuşlar, nerelisin diye. Demiş ki; aslen Erzurumluyum da, Sıvas’ta otururum. Orada bulamazsanız Yozgat’a bakın. Orada da yoksam Edirne’de buluşuruz.’’

Vatan coğrafyasının sonsuzluğunda bir iklimin, soğuğun elle tutulur, gözle görülür bir dökümüdür bu söz.

………………………….

Zara Lisesi’nin öğretmenleriyiz.

Kiraladığımız evde yaşıyoruz.

Bekar arkadaşlarımız kaygısız, rahat. Ben evimi, eşimi Ürgüp’te bırakmışım. Anne Mustafapaşa İlkokulu’nda görevli. Büyük oğlum Umut 4 yaşında; küçük oğlum Mutlu daha yeni doğmuş. Zor da olsa haberleşiyoruz. Onun kulak ağrıları var; sürekli ağlıyor, uyuyamıyor. Güzel haberler duymak istiyorum.

‘’ Sürgün öğretmen’’ psikolojisine girmeden, canla başla çalışıyorum. Varsın Demirel Hükümetinin kasaba avukatı Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem beni sürgüne yollamış olsun. Bu diyarın çocuklarının, gençlerinin günahı ne ! Hazırlık yapmadan girdiğim tek bir ders olmuyor. Ve ışıklı gözlerinden anlıyorum öğrencilerimin, verdiğim dersler beğeniliyor. Zara’da adımız ünlenmiş. Velilerin bazısıyla çarşıda, pazarda karşılaşıyorum; teşekkür ediyorlar, çocuklarının gururunu okşayıcı konuştuğum için mutlu olduklarını söylüyorlar. Bunlar beni sevindiren davranışlar.

…………………………

Aramızda görev dağılımı yapmışız.

Her sabah belde ortasındaki fırına gidip ekmek getiriyor aramızdan biri.

Cumartesi günü…

Evden sokağa çıktım. Ayaz…Birden bıyığım çatur çutur ses verir oldu, dondu. gözlerim yanmağa başladı; gözyaşı pınarları dondu. Birden burnumun içi buz kesti, Dudaklarım keçeleşti.

Kalın giysiler içindeyim. Ellerimde eldiven, boynumda yün atkı…Ayaklarımda sağlam bot…Çift çorap giymişim. Buna karşın donuyorum. Sıcaklık belki eksi 30’larda olmalı.

Hürriyet Haber Ajansı muhabirliğim de var. Fotograf makinam omuzumda asılı. Olur ya, ilginç bir olayı görüntülerim, birden karşıma çıkar birşeyler belki.

Düşüne düşüne yürüyorum. Günlerdir sular donmuş. Yolun gölekleri buzlu. Güneş olsa da ,yararı yok, erimiyorlar.

Aklım yeni doğmuş bebeğimiz Mutlu’da. Ürgüp’te KBB uzmanı hekim yok ; Kayseri’ye götürmelerini söylemiştim . Acaba gidebildiler mi? Bugün hafta sonu dinlencesi. Belki yollara düşmüşlerdir şu saatlerde. Ne mutlu ki eşimin annesi, babası var Ürgüp’te. Onlar Umut’a bakarlar.

Fırına ulaşıyorum.

Kim bilir kaç saattir burada fırın emekçileri. Herkes uyurken, onlar hamur yoğururlar, ısınmış fırına sürerler. Halkı ekmeksiz bırakmak olmaz.

Daha içeri girmeden bir türkü kulağıma geliyor. Bir ekmekçi saz çalıyor. Pir Sultan Abdal’dan deyişler okuyor. Demek, işlerini kolaylamışlar, şimdi rahatlıyorlar.

Gelmiş iken bir habercik sorayım,

Niçin gitmez Yıldız Dağı , dumanın ?

Gerçek erenlere yüzler süreyim,

Niçin gitmez, Yıldız Dağı, dumanın ?

Alçağında al kırmızı taşı var,

Yükseğinde turnaların sesi var.

Ben de bilmem, talihsiz başı var,

Niçin gitmez Yıldız Dağı, dumanın ?

Fırın sıcak…İnsan birden gevşiyor…İçerde iki çocuk var. Üstleri başları yufka , ince giysiler içindeler. Fırına benden önce gelmişler. Buradaki havanın sıcaklığına karşın titriyorlar.

Köylerden gelip de belde okullarında okuyan çocukları taa 1950 sonlarından başlayarak , Nevşehir’de gözlemiştim. Derinkuyu’nun, Hacıbektaş’ın, Ürgüp’ün, Kozaklı’nın, Gülşehir’in köylerinden gelen çocukların nasıl zorluklara dayanarak öğrenimlerini sürdürdüklerini izlemiştim. Bulgur, erişte, yufka ekmeği, turşu, pekmez…Olabildiğince alışveriş yapmayacaksın dükkanlardan. Para nerde? Ve otele verecek parası olmayan köylüleri de konuktur; hiç eksik olmaz.

O kiraladıkları odalar yaşanılacak yerler midir? Tuvaleti, banyosu, suyu akar musluğu,lavabosu  var mıdır? Bunlar da sorulur mu? Ne bulurlarsa artık. Ucuzun ucuzu…Küçücük odalarda beş, altı yatak serilidir yerde. Ders çalışabilirler mi? Bir masaları var mıdır? Yatağın içine girip, yorganın üzerinde okurlar kitaplarını, yazarlar yazılarını, yaparlar ödevlerini. Ya yemek düzeni ? Düzen diye bir şey de yoktur. Kim neyi bulursa. Gazocağı bile lükstür. Onun yakıtını bulmak da paraya bakar.

Tüm olumsuzluklara bir de okullarda eğiticilerin, yöneticilerin davranışları eklenince nice aklıbaşında,uslu  köy çocuğunun öğrenimini sürdürememesinin nedenleri ortaya çıkar.

‘’ Sen niye yapmadın ödevini, geç tahtaya tek ayak üstünde bekle!’’ ( Çocuk ve gençlik psikolojisini iyi biliyor bu öğretmen.)

‘’ Saçların uzamış, niye kestirmedin?’’ ( İyi yönetici böyle olur. Parası olsaydı berbere giderdi elbet. )

‘’ Sınav kağıdında Lizbon yazmışsın İspanya’nın başşehrini. Yahu sen ne zaman akıllanacaksın. Niye bir atlas almıyorsun ?’’ ( Günde kaç öğün yemek yiyorsun diye sormuyor da atlası dert ediniyor .)

‘’ Emme basma tulumbalarının şeklini iyi çizememişsin. Ben bu konuyu bilmeyen talebeye geçer not vermem haa!  Bunu bilin.’’ ( Sanki kendisi iyi öğretti de, verdiğini istiyor.)

‘’ Fransızca medeniyet dilidir oğlum. Sen bu kafayla daha çook gelir gidersin bu mektebe. Daha ‘ donner’ fiilini çekemiyorsun. Otur; Sıfır.’’ ( Bir yardımcı ders kitabı verseydin ya çocuğa, sayın öğretmenim, ne verdin de, ne istiyorsun ?)

‘’ Sen ağa, ben ağa; ineği kim sağa?’’ ( Espriye herkes gülmek zorunda. Sanki Zara köylerinin toprağı Çukurova. Bire yüz veriyor.)

‘’ Yahu, siz köyde hiç kimya dersi görmediniz mi? Bu nasıl cevap böyle! ( Köy gerçeğini, kırsal bölgelerimizdeki eğitimin süreksizliğini, boşluklarını okuyup öğrense ya sayın eğiticimiz. Ne kimyası köy okulunda ? )

‘’ Mandolin almayanı bırakırım sınıfta.Ona göre.’’ ( Enstrüman kaç liradır; öğretmenimiz iyi biliyor anlaşılan).

‘’ Spor ayakkabısı, atlet, külot…Tam olacak. Gelecek hafta Sıvas Valisi Lisemizi ziyaret edecek. Tam tekmil. Eksik görürsem ebediyyen biter tahsil hayatınız.’’ ( Spor iyi, güzel. Çocuğu geliştirir. Beden Eğitimi öğretmenimiz aç çocuğun midesini değil, dış görünüşünü ön planda tutuyor. Valiye karşı kendini kurtaracak. Belki Sıvas’ın içine aldırır görevini. Göze girmek için iyi fırsattır bu.)

‘’ Oğlum ne kalın kafalısın. Dört Halifenin babasını , oğullarını, hayat hikayelerini ezberlemeniz şart. Bunları bilmeden benden zırnık alamazsınız.’’ ( Çocuk, ilkokulda kendi tarihini öğrenmemiş ki, Arap Yarımadasının hikayelerini bilecek.)

‘’ Bu suluboya olmaz. Bu fırça pek kalitesiz. Ben duvara mı konuştum geçen hafta. Al işte, bu düz kağıt. Böyle resim dersi olmaz. Hepinizi sınıfta bırakacağım haa! Aklınızı başınıza toplayın.’’ ( Çocuk kahvaltı yapıp da mı gelmiş!! Öğretmenim bunu sormuyor da. Verdiği emekle Zara’dan sanki Picasso’lar, Salvador Dali’ler çıkacak.)

……………………………

Dalıp gitmişim.

Fırın sıcaklığında, izliyorum, çocuklar yavaştan alıyorlar işi. İvmiyorlar; ivecen değiller. Anlıyorum ki, yaşadıkları odaya dönmeyi geciktiriyorlar.

Bir çocuk, cebindeki madeni paraları şıngırdattı.

Tezgahın üzerinde bir iki gün öncesinin bayatlamış ekmeklerine uzandı. Onlardan dört tanesini aldı , kucağına istifledi.

Fırından nar gibi kızarmış ekmekleri çekiyordu fırıncı , ekmekçi küreğiyle.

‘’ Bak delikanlı,’’ dedim. ‘’ Yeni çıkan somunlardan al.’’

Çocuk utangaç. Yüzüme bakmamağa çalışarak karşılık verdi.

‘’ Hocam, taze ekmek çabukça bitiyor. Bayat ekmek daha çok dayanıyor.’’

Parasını ödedi. Yanındaki arkadaşı da iki bayat ekmek aldı, fırından çıktılar.

Dondum kaldım. O sıcak fırında üşüdüm, titredim. Birden gözlerim yaşardı. Fırıncıdan utanmasam ağlayacaktım orada. Anlayışsızlığıma kızdım bunu düşündükçe.

Eve varıncaya değin bu olayı, çocuğun sözlerini  düşündüm.

……………………

Ne zaman bir fırına uğrasam, ekmek alsam, satılmamış bekleyen bayat ekmekleri görsem bu olayı, çocuğun bana verdiği yanıtı anımsarım. Bir yere kapılanıp devlet görevlisi olmak için en az ortaokul çıkışlı olmak gerekiyor. Köylerden gelen, okumak için binbir zorluğu aşan o köy çocuklarının üstün çabalarını anlayan, engelleri kaldırmak için çabalayan eğitmenlere, yöneticilere bin saygı, bin selam…

Olumsuz koşullardan yılmayıp, evlerine dönmeden inatla öğrenimlerini sürdüren, bir meslek sahibi olmanın zorluklarına katlanan o  köy çocuklarına milyon saygı, milyar selam…

Kızılırmak kıyısında, güzel Zara beldesinde Lise öğretmeniydim;  yıl 1976 idi.

…………………………………………..

21 Şubat 2020. Diyarbakır