SILADA RAHAT EDERİZ.

Günü, gecesi yok…

Daha gün doğmadan başlıyor; geceyarısından sonra da sürüyor.

Sürekli patırtı, gıcırtı, gacırtı, takırtı, tıkırtı, tokurtu…

Evlerinde sergi yok mu?

Tüm mobilyaları gevşemiş mi, vidaları çıkmış mı, nedir?

Üst kat komşusu…Ev alma komşu al, denir. Nerden bileceksin. Biz bu eve taşındığımızda yukarıdaki daire boştu. Sonra bir aile geldi.

Gelir gelmez de başladılar…

Dayanılmaz bir gürültü.

Televizyon her zaman açık olmuyor. Kapalıyken gürültüler daha da artıyor. Haberleri izlerken dalıp gidiyorsun, gürültü sürse de duymaz oluyorsun.

Duvarı yumrukluyorum. Anlayan kim ! Ellerimin acısı da armağan kalıyor.

Oturma odasının dışına çıkıp diğer odalara gidiyorum; kitaplıkta oyalanıyorum. Kulaklarımda aynı sesler. Kurtuluş yok. Kendimi bir dergiye, gazeteye, kitaba vermeğe çalışıyorum. Sanki oda değiştirdiğimi anlamışlar gibi, gürültü yoğunlaşarak üstüme üstüme geliyor.

Netmeli, neylemeli ?

Kara tren mi geçiyor üst kattan ? Yoksa YHT hattı mı var?

Atletizm yarışmaları mı yapılıyor?

Taşocağı işletmesi mi ?

Bilmiyoruz. Tanışmadık. Ortak kullanım bilinci olmayınca komşularda, tanışma isteği de olmuyor. Kendimi dışarı atıyorum. Hava soğuksa, dışarda geçen süre, doğal ki, az oluyor. Dönüp geliyorum. Gürültü aynen sürüyor.

Acaba bizi evden çıkarmağa mı çalışıyor üst kattaki komşu ?

Bizlen alıp veremedikleri nedir ki ? Kim olduğumuzu bilmiyorlar.

Batı sanat,  klasik müzik plaklarını gramofona koyup sesini sonuna değin açıyorum.

Aldıran yok. Gıcırtı, takırtı  artarak sürüyor.

Yapılacak bir şey yok.

Acaba ?

Site yönetimine bildirsek mi ?

Kimseyle takışmak da bizim defterimizde yazmaz. Kötü olmayalım, bozuşmayalım komşularla…

…………………….

‘’ Aah, ah ! Şimdi memlekette olmak vardı.’’

‘’ Bir ay sonra gidelim, yıllık iznimizi kullanalım. Banka’ya şimdiden         bildirmek gerek.’’

‘’ Sinir krizi geçireceğiz bu evde. Bu nasıl komşuluk yahu!’’

‘’ Dönüp gelmeyecek miyiz, yine aynı gürültüler olacak.’’

‘’ İki ay sonra, belki giderler, taşınırlar da kurtuluruz.’’

‘’ Pekii, biz başka bir eve çekip gitsek.’’

‘’ Aman, daha omuzlarımın sızısı geçmedi. Nasıl taşınırız ?’’

………………….

Bankamızdan izin aldık. Yıllık iznimizi memlekette geçireceğiz. Beldemizdeki evimiz gibisi var mı? Gerçi toz toprak içindedir şimdi, ama, temizleriz. En üst kat. Daha yukarda hiç kimse yaşamıyor. Boş. Oh ne ala. Tamam…

Günümüz memurları gerçek göçer-konarlar…İran sınırından taa Anadolu ortasına, Sultan Sazlığı-Yay Gölü kıyılarına  bir günlük yol…

Akşam karanlığında vardık beldeye. Havası başkadır doğup büyüdüğümüz, liseyi bitirinceye dek yaşadığımız, sonrasında,  ilk banka memurluğumuzun geçtiği belde. Seviyoruz. Benimsemişiz de. Bir daire sahibi olmak orada, büyük mutluluk.

Yanda boş bir bahçe var. Eskiden üzüm omcaları vardı. Artık bağcılık para getirmiyor. Asmalar kütükleşmiş, çubukları kararmış duruyor. Bakımsız. Sahibi olan arkadaş bir kooperatif kurup oraya bir apartman dikmeyi düşünürmüş. Fakat güven duyulan bir esnaf değil. Kötü şöhretli. Kimse üye olmamış. İyi. Eğer bir yüksek, çok katlı apartman yapılsa bizim evin önü kapanır. Erciyes’i seyretme olanağımız ortadan kalkar. Elbiz pınarını, havuzu da göremez oluruz.

Otomobili eğledik boş alana. Evimize çıktık , alıp bavullarımızı.

Ooohhh! Dünya varmış. Bir an inanamadık. Yukardan takırtı, tokurtu, patırtı, tıkırtı gelmiyordu. Neredeyiz? Yorgunluktan, akşam yemeğini bile düşünemedik. Sızıp kalmışız.

Sabah…Sılanın sabahları da ne hoş olur. Güneş başka doğar, havanın saflığı dermandır her derde…

…………………………………………

Garç gurç…Gırç girç…Garç gurç…

Nedir? Ne oluyor ?

Balkona çıktım. Yandaki arsaya baktım. Yığın yığın …Beton bulaşığı, kararmış kalıp tahtalarının çivilerini sökmeğe çalışan çocuklar…Ellerindeki kerpetenlerle  çalışıyorlar.

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü…

Gıcırtı, takırtı derken, şimdi de sılanın garç gurçu…

Bir ayımız böyle geçecek demek. Ne umduk, ne bulduk ?

Komşular açıkladı. Yandaki eve bir beton kalıp  ustası taşınmış.  Evin önü eski, kullanılmış tahtalarla dolu. Orta, lise öğrencilerine, yetim yurdu çocuklarına  biraz harçlık verip çivilerini çıkarttırıyormuş. Eğri büğrü çivileri de  düzeltiyorlar, yeniden kullanılacak duruma getiriyorlarmış.

Ne desek boş.

Ustanın işi bu. Geçim yolu .

………………………..

1 Kasım 1958’de Yahya Kemal Beyatlı’nın, Türkçe kitabımızdaki Sessiz Gemi şiirini işliyorduk. Öğretmenimiz Ahmet Özdemir bize açıklama yapıyordu.

         Demir almak günü gelmişse zamandan

         Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Şair’in  öldüğünü bir gün sonra işittik. Radyo onu anlattı. Gazeteler Ondan şiirler yayımladılar. Yahya Kemal merhumun anlattığı, şiirinde dile getirdiği Sessiz Gemi’nin gittiği yerde huzur var mıydı  acaba?

1960 sonları mıydı ? Yorumcu Hümeyra ayıla bayıla , genizden gelen gizemli bir ses tınısıyla, bestelenmiş şiiri pop müzik formunda seslendirirken  de herkes bunu düşünmüş olmalı.

Huzur nerede ?

……………………………..

Van - Develi. 23 Aralık 2000.