İlkadım Dergisi Nevşehir AK Parti Milletvekili Av.Ebubekir Gizligider ile Arakan Ziyareti konusunda bir röportaj yaptı.

İlkadım: Sayın milletvekilim mecliste uluslararası görevleriniz olduğunu biliyoruz. Öncelikle bunlardan bahsedebilir misiniz?

Ebubekir Gizligider: Birden fazla uluslararası görevimiz var. Bunlardan birincisi AB Uyum Komisyonu üyesiyim. Türkiye AB Karma Komisyonu üyesiyim. İkincisi Türkiye Bangladeş Dostluk Grubu Başkanıyım. Mecliste yüz küsur tane dostluk grubu teşkil edildi. Bunlardan biri de Türkiye Bangladeş Dostluk Grubudur. Şu anda yürüttüğümüz görevlerden biri de budur.

İlkadım: Bu dostluk grubu ne gibi çalışmalar yapıyor?

Ebubekir Gizligider: Dostluk gruplarının temel esprisi meclisler düzeyindeki ikili ilişkilerin yürütülmesi, gidiş gelişlerin seyahatlerin artırılmasıyla iki ülkenin muhabbetinin, uhuvvetinin artması, insanların, toplumların birbirini daha iyi tanıması, kaynaşması. Keza her ülke için her taraf için dostluk grubu aynı zamanda bir lobi faaliyetidir. O ülkenin kendi işleyişi, yasama faaliyeti içerisinde sizin ülkenizi ilgilendiren bir husus var ise dostluk grupları burada önemli görevler ifa ediyor.

İlkadım: Son günlerde kendisini daha çok gösteren bir Arakan sorunu var. Siz de Bangladeş Dostluk Grubu Başkanı olarak sorunu bizzat yerinde görmek için Arakan'a  gittiniz. Ziyaretinizle ilgili ne anlatmak istersiniz? Oradaki zulüm bize anlatıldığı gibi midir? Yoksa çok mu abartılıyor?

Ebubekir Gizligider: Şöyle özetlemeye çalışayım: Meclisten iki milletvekiliydik. Dostluk Grubu başkanı olarak ben, bir de Şanlıurfa Milletvekilimiz Zeynep Karahan USLU var idi. Yine heyette bilindiği gibi sayın Dışişleri Bakanımız ve eşleri, aynı şekilde sayın başbakanımızın eşleri sayın Emine Erdoğan ve kızları Sümeyye Hanım var idi. Bunun dışında Kızılay başkanı, TOKİ başkanı, TİKA başkanı, uluslararası yardım faaliyetlerini yürüten yardım kuruluşlarının başkanları ve temsilcileri ile bürokratlar vardı. İHH, Cansuyu, Verenel Derneği vs. sivil yardım kuruluşları ve gazeteciler vardı. Burada gördüğümüz manzaradan sonra -ki resmi heyet bize en iyisini gösterdiklerini söylüyor- bir hafta on gün benim psikolojimi düzeltmeme yeterli olmadı.  Fotoğrafların, videoların bir kısmı yansıdı basına. Ağlayan, feryat figan eden, üzerinde Allah'ın yarattığından başka hiçbir elbisesi dahi olmayan binlerce kişi. Bizim konvoyumuzun her iki tarafında büyük bir grup oluşturdular. Bu arada muson yağmurları hala orada devam ediyor. Yani çok yoğun bir yağmur var. Yerler çamur. Ağlayarak, inleyerek bizlere esselamu aleykum diye bağrışan (Müslüman olmanın adeta bir sloganı veya birbirimize bir parola vermemiz gibiydi) saymak mümkün değil ama binlerce, on binlerce kişi  heyetimizin iki tarafına dizilmişlerdi. Şunu söylemem lazım: Müslüman olmanın ağırlığının ve sorumluluğunun ne demek olduğunu kendi inanç dünyamda, kendi zihni dünyamda fiziksel olarak hiç bu kadar ağır yaşamamıştım. Dayanmak mümkün değil. Çok ağır bir psikolojiydi. Beni çok etkileyen bir olay söyleyeyim: 70 yaşlarında bir dede benim elimi öpmek için sarıldı. Sadece dünyada onları düşünen birilerinin olduğunu fark ettikleri için. Gayrı ihtiyari ben onun elini öpmeye çalıştım. Keza Türk Bayrağını öpmek için ezilme pahasına otobüsümüzün önüne atlayan kadınlar, çocuklar, gençler -onlarca yüzlerce- vardı. Bunlar bizim için çok ağırdı. Ama şu çok güzeldi: Devlet olarak, resmi olarak sadece Türkiye oraya girebildi.

İlkadım: Sayın vekilim, Türk bayrağına bir sevgi saygıdan bahsettiniz. Sizce bunun geçmişle, özellikle Osmanlıyla bir alakası var mı?.

Ebubekir Gizligider: Olmaz olur mu? Bakın şunu açık ve net söyleyeyim: Elbette ki biz genç bir cumhuriyetin çocuklarıyız. Ancak gittiğim tüm yurt dışı gezilerinde de şahit olduğum -Amerika'da da Avrupa'da da Asya'da- herkes bizleri Osmanlı’nın çocukları ve devamı olarak görüyor. Ay ve yıldızın çeşitli kaynaklarda Allah Teala ve Hz. Muhammed'in simgesi olarak; hilalin aynı zamanda İslam'ın bir simgesi olarak görülmesi işin başka bir boyutu. Bize “Türkî” diyorlar. Türk olmak -bunu kavmiyetçilik adına söylemiyorum- büyük bir haz oralarda. “Türkler geldi bizi kurtaracaklar.” Beş yaşındaki çocuk da bunu diyordu, yetmiş yaşındaki dede de bunu diyordu. Arakan'ın başkenti Sidver, eski ismiyle Akyap'ta Müslüman mahallesindeyken bir cuma namazına yetişebildik. Şakır şakır yağmur yağıyor. Muson iklimi. Dedeler ellerimize kapandı. Benim dedem yaşındaki insanlar elime kapandı. Bizim de onların ayaklarına kapanasımız geldi. Yine abdest almak için çeşme başındaydım. Otuz kırk kişi bir anda arkama toplandı. Biri havlu tutuyor, biri ayakkabıyı almış. Bizler çok ezildik bundan. Ama tabi Türkiye'ye bağlı iş. Müslümanlara, bizlere bağlı iş. Türkiye “bana ne  Myanmar'dan, bana ne Arakan'dan” anlayışını gütmeden, mazlumun olduğu -keza Müslüman’sa ayrı bir hassasiyetimiz elbette olacaktır- her noktada bulunmanın  ne anlama geldiğini orada anlıyoruz. İşin siyasi tarafı da çok önemli. Çünkü ülkelerarası ilişkilerde bunlar önem taşır. Bu yönüyle bize çok büyük bir muhabbet vardı. Türkiye resmî olarak giren tek ülke şu ana kadar. Son aldığım bilgilere göre Endonezya'nın da yakın zamanda böyle bir çalışmasının olduğunu biliyoruz. Türk milletine, Türk bayrağına çok büyük bir muhabbet, çok büyük bir uhuvvet vardı. Tanımadığımız binlerce insanla kucaklaştık. Güvenlik görevlileri böyle bir şeyi riskli görüyorlardı. Ama o an bizler için duyguların sağanak olduğu, gözyaşlarını tutmanın zor olduğu bir an. Binlerce insanla sarıldık. Bu yönüyle bizde büyük bir muhabbet doğurdu.

İlkadım: Bu muhabbet daha yoğun bir şekilde devam eder inşallah. Sayın vekilim hukuk ihlallerinin olduğu bir bölge Myanmar. Ne gibi haksızlıklara, ne gibi hak ihlallerine rastladınız.

Ebubekir Gizligider: Geçmişi de bilmek gerekiyor bu konuda. 8. yüzyılda İslamla tanışıyorlar. Müslüman Arap tacirleri o bölgeye geliyor. Bunun ardından 1400’lü yılların sonlarına doğru burada üç yıl devam eden bir İslam devleti var. Yani Arakan bölgesinde bir siyasi gelenek,  bir devlet teşkilatı geleneği var. Emperyalizm 1800'lü yıllarda bölgeye gelmiş. İngilizler, Hindistanla birlikte bu bölgede de hakimler. 1940'lı yıllarda bölgeden çekilirken gerek silah ve mühimmat, gerekse Ortadoğu’da hali hazırda sıkıntılarını yaşadığımız -ve İngiltere'nin eski bir alışkanlığı olan- etnik ayrım varsa etnik ayrımı, dini bir ayrım varsa dini ayrımı kullanarak o bölgenin hassasiyetleri üzerinden birliğin ve bütünlüğün ayrışması, bunun üzerinden o bölgenin zaafiyete uğratılması geleneğini sürdürmüş. Bu kapsamda 1942 yılında -kayıtlarda olan- 150 bin Müslüman oradaki Budist çeteler tarafından tehdit edilmiş, şehit edilmiş. Belli aralıklarla  onar yıllık on beşer yıllık aralıklarla bu zulüm ve katliamlar olmuş. Son dönemde  ise dört Müslüman genç bir Budist genç kıza tecavüz ettiği iddiasıyla olaylar baş gösteriyor. Hemen ardından Budist çeteler tarafından on Müslüman kardeşimiz şehit ediliyor. Bunun da ardından ev baskınları ortaya çıkıyor. Ama enteresandır, Budist çete dediğiniz insanların ellerinde profesyonel silahlar çıkabiliyor. Büyük büyük paralar çıkabiliyor. Ve iddialar o ki içlerinde sivil devlet görevlilerinin olduğu asker, polis veya artık hangi birimdeyse varlar. Çünkü çok ciddi katliamlar oluyor. Yakılan köyler var, gözlerimizle gördüğümüz. Bunun ardından çok küçük çapta olmakla birlikte aynı zamanda başka bölgeden gelen Budistlere de bir ayrımcılık var. Bizler onların kaldığı kamplara da gittik. Güle oynaya bir kamp ortamı. Öte tarafta çadırı bulmanın veya kapalı bir yer bulabilmenin şans olduğu kamplar. Keza bize yansıyan bilgiler özellikle Bangladeş tarafına geçmek isterken vefat eden -ilk dönem mültecileri Bangladeş kabul etmemiş - okyanusta boğulan, deniz hayvanları tarafından katledilen, açlıktan ölen binlerce Müslüman var. Yine ormanda, bildiğiniz ağaç içinde çalılıkta yaşamaya çalışan Müslümanlar var ki binlerce kişiden bahsediliyor. Bu rakamlarla ilgili sağlıklı hiçbir bilgimiz yok. Bizim oraya gitmemiz büyük bir olay. Öncelikle orayı hatırlayan, Arakan diye bir yerin var olduğunu, orada Müslümanların var olduğunu ve zulme uğradıklarını bilen birilerinin olması onları çok mutlu etti. Bu bizim için büyük bir hazdı. Yine Türkiye olarak ziyaretimizin birinci gününde Myanmar Devletinin başkentinde devlet sarayında devlet başkanı ve dışişleri bakanıyla özel bir görüşmemiz oldu. Sayın bakana bizzat eşlik ettim. Biz bu ikili ilişkilerin artırılması isteğinde bulunduk. Elbette ki bunlar siyasi üslup dairesi içerisinde oldu. Hem Türkiye'nin hem İslam dünyasının buradaki olayları an be an takip ettiğini anlattık. Bunun üzerine bir komisyon kuruldu. Olayların takibi ve ne yapılması gerektiği ile ilgili. oradaki aldığımız brifingte çok komik rakamlardan bahsediyorlardı. Müslümanların seksen üç tane kaybının olduğunu söylediler. Esasen burada Müslümanların büyük suçlarının olduğunu anlattılar. Ama Türkiye'nin oraya gidişiyle İslam dünyasına bir öncülük olacağına inanıyorum. En azından halklar bazında, ümmet bazında oradaki hassasiyet ve duyarlılık arttı. İnternetteki bazı fotoğrafların de sıhhati tartışılıyor. Bebeklerin yakıldığı fotoğraf vs. Ama iki gün önce İHH'dan bir arkadaşın izlenimlerini aldım. Mesela insanlar sabaha kadar kızlarımızı kaçırırlar, tecavüze uğrarlar, uygunsuz yerlere satılır diye uyuyamıyor. Ya da kendi vücut bütünlüğümüz sabaha kadar kalmayabilir diye uyumuyorlar. Şu anda Türkiye'nin gidişiyle kan akması durdu gözüküyor. Yeni planlar olduğuyla ilgili haberler de geliyor. Ama eskiye nazaran konunun uluslararası bir boyuta geldiğinin farkına varmış durumdalar. İnşallah faydamız oldu. Bir de şu oldu. Oraya yapılan yardımlar resmi kanallarla yapılmıyordu. El altından veya okyanus aracılığıyla geçirilmeye çalışılıyordu. Şu anda resmi olarak, tamamı Türkiye'nin büyükelçiliğinin kontrolünde ve tek elden yardımlar yapılıyor. Buna Myanmar devletinin izin vermesi ve siyasilerin bu seviyeye getirilmeleri büyük bir kazançtır.

İlkadım:Sayın vekilim. Yukarıda bahsettiğiniz gibi Arakan'daki Müslüman kardeşlerimize çeşitli işkence ve eziyetler yapılıyor. Müslümanlara mescit ve medrese tamiri yapma noktasında devletin izin vermediğini duyuyoruz. Bu konuda neler söylersiniz?

Ebubekir Gizligider: Öncelikle biz o ağlama görüntülerinin olduğu kamplara gittik. Daha sonrada şehir merkezinde Müslüman mahallesine geldik. Müslüman mahallesindeki camiler çok köhne. Bizdeki gibi değil. Apartman dairesini andırır büyüklükte camiler. En büyük dedikleri camiye gittiğimizde tahminen söylüyorum 150 veya 200 kişilik bir camiydi. Son derece köhneydi. Tabi ekonomik yapı da çok iyi değil. Cami yapımını çok fazla zorlaştırıyorlar. Müslümanların evlenmeleriyle ilgili, çocuk yapmaları ile ilgili sıkıntılar var. Medyaya yasak şeklinde yansıdı ama yasak değil. Ek vergiler, nüfus kayıt işlemlerinde sıkıntılar var, isimlerle ilgili de problemler var. Biz bunları da dile getirdik. Bunların düzeltilmesi talebimizi de son derece açık ve net bir şekilde muhataplarımıza ilettik. Onlar da tahkikat anlamında tahkik ettiklerini ve edeceklerini bildirdiler. Burada temel sorun güvenlik. Evinizde ve köyünüzde otururken elleri yüzleri sarılı birileri geliyor, çoluğunuzu çocuğunuzu veya sizleri katlediyor. Katledenin kim olduğunu bile bilemeden bu dünyadan göçüp gidiyorsunuz. Rakamlar bu konuda çok sıkıntılı. Resmi rakamlar çok komik. Bize yansıyan rakamlar 5 binin üzerinde kaybın olduğu. Bunların bir kısmının da nerede olduğunu bilmiyorsunuz. Bir yerlere mi satıldılar? Öldürüldüler mi? Kaçarken mi başlarına bir iş geldi? Devlet tarafından mı alındılar? Tabi burası kapalı bir rejim. Yeni yeni açılmaya başladı.

İlkadım: Basından öğrendiğimiz kadarıyla beton ev yapmak yasak. Evlerini yapabilirlerse ahşaptan yapmak zorundalar. Devlete ait kabul edilen bu evler yanlışlıkla yanarsa ev sahibinden vergi de alındığı, devletin evini yakmaktan altı yıla kadar hapis cezasına çarpıldıklarını duyduk.

Ebubekir Gizligider:Biraz önce de bahsettim. Orası kapalı bir rejim. Yeni yeni açılmaya başladı. Kapalı rejimden kastım Çin etkisinde, komünizm etkisinde bir rejim. Orada temel olarak her şey devletin. Kapalı rejimlerde bir hak iddia etmek mümkün değil. Başkentlerinde çalışan kimi görüyorsanız hepsi devlete çalışıyor. Böyle bir rejimden bahsediyoruz. Evler konusunda biz beton evleri gördük ama bunlar eski evlerdi. Orada iklim şartları itibariyle bizimki gibi muhkem binalar yok. Müslümanların orada kalması ve şu anki yaşam koşullarıyla ilgili sıkıntı çok.  Şunu paylaşayım sizlerle: Arakan'ın başkentinde bir sokak ötedeki Budist mahallesinde veya Budist sokağındaki evler mamur, son derece sempatik, şirin. Aydınlatma direklerinden, yeşillendirmelerine varıncaya kadar her şey düzenli bir sokak. Bir sokak alt tarafındaki Müslüman tarafına geldiğinizde adeta bir gecekondu yığını diyeyim, evler iç içe geçmiş, sokaklar perişan. Böyle bir yapı var. Devlet başkanı Taisel: “Müslümanlar bir devlet almaya talipse biz vermeye de hazırız.” dedi ve bunun üzerine Budistler tarafından buna destek mahiyetinde yürüyüşler oldu. Orada Müslümanların varlığından ciddi bir rahatsızlık var. Müslümanlar orada var olmaya devam edecek. Türkiye bu konuda son derece hassas.

İlkadım: Vermiş olduğunuz bu bilgiler için çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Müslümanların zulüm, işkence altında olduğu bir dönemdeyiz. Son olarak Suriye ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Ebubekir Gizligider: Suriye meselesi artık sadece Suriye’nin iç işlerini ilgilendiren bir noktada değil. Bizim 910 km sınırımızın olduğu, özellikle Güneydoğu, kısmen Akdeniz bölgesindeki vatandaşlarımızın iç içe olduğu, yakın zamana kadar her gün komşu bir şehir gibi girilip çıkıldığı ve binlerce akrabamızın olduğu, aynı şekilde onların binlerce akrabasının Türkiye'de olduğu bir yapı var. Yanı başınızda, komşunuzda bir ateş varsa yanan ateş sizi tehdit eder. Ne yazık ki şu an Suriye küresel oyuncuların güç ispatlama merkezi oldu diye düşünüyorum. Türkiye, Suriye'ye kayıtsız değil. Bu anlamda Suriye meselesi bizim ekonomimizi dahi sıkıntıya sokabilecek düzeye geldi. Bir an öce zalimlerin her yerde layık olduklarıyla karşılaşmasını arzu ediyorum. Tabi burada mazlumlar, çocuklar terörist ilan edilerek toplarla, tanklarla hiç bir ayrım yapılmaksızın savaş uçaklarıyla şehit edilmektedir. Ama ben şunu biliyorum ki, Allah'ın ilahi kanunudur ki zalimlikle kimse abad olamaz. Zalimlikle kimse iktidarını devam ettiremez.  Bizim inancımızın gereğidir ve değişmez bir gerçektir. Ben orada da inşaallah sona gelindiğini ve çok yaklaşıldığını düşünüyorum. Tüm Müslümanların ve ülkemiz Müslümanlarının hassas olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Ne yazık ki Türkiye öyle bir tarihten, öyle bir coğrafyadan geliyor ki civarında ne varsa Türkiye'yi ilgilendiriyor. Sıkıntı anlamında, dert anlamında ne varsa Türkiye çözmek zorunda. Bu bizim tarihi bir misyonumuz. Geçmişimiz. Bu misyon bize atalarımızdan kaldı ve çocuklarımıza bırakacağız diye düşünüyorum. Tam bir ateş çemberinin içindeyiz. Ama inşaallah bu sıkıntı aşılacaktır geldiğimiz nokta itibariyle. Allah yardımcıları ve yardımcımız olsun.

İlkadım: Suriye meselesi ile birlikte PKK, İran ve Irak ile de problemlerimiz artmış görünüyor.

Ebubekir Gizligider: Devletler arası dostluklar baki değil. Birinci derece bunları menfaat ilişkileri belirliyor. Tarihimize baktığımızda bu coğrafyada en çok siyasi mücadele yaptığımız devletlerden biridir İran. Suriye ile ilgili öyle bilgiler geliyor ki insan inanmak istemiyor. Suriye ile İsrail'in ortak çalıştığı gibi. Sanki bir denge var. Birtakım uluslararası güç odakları tarafından kurulmuş. Tahterevallinin bir tarafına biri oturtulmuş, diğer tarafına biri oturtulmuş gibi bir izlenim var. Çin burada rol oynamaya çalışıyor, Çin neresi Suriye neresi? Ortadoğu’yla Çin'in nasıl bir ilişkisi var. Keza Rusya da burada çok önemli. Öbür tarafta da Amerika farklı bir politika izliyor. Burada artık mesele Suriye'nin iç meselesi olmaktan öte, bir insanlık dramı olmaktan öte, çok büyük güç odaklarının kendi güçlerini adeta deneme yeri haline geldi. Tabi Türkiye buna her noktada itiraz ediyor. Buradaki bizim birinci önceliğimiz insanlık dramıdır. Geçmişte de Türkiye'nin gücü denendiğinde Türkiye gücünü fazlasıyla bölgede gösterdi. Kimse Türkiye'nin gücünü deneyemez diye düşünüyorum. PKK meselesiyle ilgili olarak da elbette bize zarar vermek isteyen kim varsa düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışından hareket ediyor. Ama Türkiye bunların hiçbirine kayıtsız değil. Türkiye’nin bunların hepsini bertaraf edebilecek gücü olduğunu düşünüyorum. Muhakkak herkes kendince bir senaryo yapar. Türkiye’nin de bir senaryosu var. Allah doğruların yardımcısıdır.

İlkadım: Allah sizlere de güç kuvvet versin. Teşekkür ediyoruz.

Ebubekir Gizligider: Ben teşekkür ediyorum bizlere bu fırsatı verdiniz. Bu vesileyle tüm okuyucularınıza selam ve saygılarımı iletiyorum.

 

Yazar:  A.Baki Öncel