Ziyarette il başkanı Göksel Taşçı’ya görevinde başarılar dileyen İşçi Partisi İl Başkanı Mustafa Soner Menekşe, ülkenin önemli hassasiyetlerini gündeme getirmek ve bu hassasiyetlerin tüm toplum bireylerince de paylaşılması için bu tür ziyaretlerde bulunmayı sürdürmek amacında olduklarını vurguladı.

Ziyarette konuşan İşçi Partisi İl Başkanı Menekşe, partinin büyük duyarlılık gösterdiği konularla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı Taşçı’ya bir dosya sundu.

Dosyada belirtilen konular şu şekilde ifade edildi;

Bölünme Anayasası

20 bin yurttaşın buluştuğu Milli Anayasa Forumları’nda, bölücü anayasaya karşı 450 kitle örgütünden 1062 temsilci verdi. Toplanan imzalar, Ankara’da yapılan Milli Anayasa Kurultayı’nda düzenleme kuruluna sunuldu.

Milli Anayasa Forumu bir çok partiyi de yaptığı toplantılarda bir araya getirdi. Sonuç bildirgesini imzalayan 1062 temsilci arasında, CHP, İşçi Partisi, DSP, Demokrat Parti, Yeni Parti gibi partilerin il ve ilçe yöneticileri bulunuyor.

Forumlara katılan Hava İş, Tek Gıda İş, Harb İş, Eğitim İş gibi sendikalar ile Mali Müşavirler Odaları ve Ziraat Mühendisleri Odalarından temsilcilerin de imzası yer alıyor.

ADD, TGB, CKD, USİAD, Muharip Gaziler Derneği ve Altı Nokta Körler Derneği temsilcileri de sonuç bildirgesini imzalayanlar arasında.

Ülkenin Üniter Yapısı

Bu tartışmanın fitili, hukuki açıdan gerekli olduğundan değil, siyaseten kabul edilen “sanığın kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde savunma” ya da kamuoyunda bilinen adı ile “ana dilde savunma” kavramları ile ateşlenmiştir.

Önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6/3-e maddesine uygun düşen, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli veya sanığa ücretsiz tercümandan yararlanma hakkını tanıyan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 202. maddesi, bugüne kadar sorunsuz uygulanmakta idi. Anayasa m.3′de, Devletin, Ülkenin ve Milletin resmi dilinin Türkçe olduğu açıkça ifade edildiği halde, 6411 sayılı Kanunla bu konuda değişikliğe gidilmesinin hukuki dayanağının ne olduğunu anlamak mümkün değildir.

İnsanların ana dillerini kullanmaları doğaldır ve engellenmemelidir. Bu bir insan hakkıdır. Ancak bir devlette, milletin kullanması gereken ortak bir dili de olmalıdır. Bu ortak dil, o milleti birleştiren, anlaştıran, eğitim-öğrenim başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin bireylere etkin şekilde ulaştırılmasının önemli bir aracıdır.

Ortak dil, ulus ruhuna ve bilincine sahip olması gereken her birey ve toplum için birleştirici ve bütünleştirici işleve sahiptir.

Demokratik hukuk devletinin iyileşmesi; adalet, güvenlik, sağlık ve eğitim-öğrenim alanlarında ayrı dillerin kullanılması ile sağlanamaz. İyileşme; bağımsız ve tarafsız yargı, eşitlik, milletvekili seçimlerinde uygulanan seçim barajının kaldırılması veya oranının azaltılması ve milletvekili adaylarının önseçimle belirlenmesi suretiyle sağlanabilir. Bunlar ise, toplumun hazmetmesi ve kültürü ile doğru orantılıdır. Dayatma ile demokratik hukuk devletinde iyileşmeye dair net sonuçlar elde edilemez. Bu bir zaman meselesi olup, ancak idrak, farkındalık, bireylerin birbirlerinin hak ve hürriyetlerine saygı göstermeleri ile kazanılabilir.

Mantığın gözardı edildiği, bazı sorunların çözümü bahanesi ile her önerinin olağan görüldüğü veya gösterilmeye çalışıldığı, tartışmaya açılıp “sorgulandığı”, ülke ve millet menfaatleri açısından doğru ile yanlışın yer değiştirdiği noktalarda, birçok kavramının yanlış olarak ve acımasızca eleştirilmesini yadırgamamak gerekir. Yarın bir gün, “Türk’ün yurdu, Türklerin yaşadığı yer” anlamına gelen “Türkiye” kelimesini veya Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti’nin, egemenlik ve bağımsızlığının bir alameti olan Türk bayrağını da, “ne var bunda, alt tarafı isim ve simge, demokratik ortamda bunlar tartışılabilir” diyerek tartışmaya açıp, değiştirmeye çalışmak olağan görülebilir hale gelebilecektir. Elbette bu düşünce tarzının kabulü mümkün değildir. Her milletin, ülkenin ve devletin, kendilerine özgü nitelikleri, doğruları, kırmızı çizgileri ve yönetim biçimlerini destekleyen ilkeleri vardır.

“Türk Milleti” kavramında kullanılan “Türk” kelimesinin ırkı ifade etmediği, bireyin bağlı olduğu milleti ifade ettiği, insanın kökeni, etnik kimliği ve ırkı itibariyle farklı olmasının, beraberinde ayrı millet veya halk kavramlarını gündeme getirmeyeceğini; Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi ve Birleşmiş Milletler çatısı altında imzalanan sözleşmelerde geçen “halk” kavramından da, ırk esasına bağlı olmaksızın, ortak yarar ve değerler etrafında birleşen ve bir ülke üzerinde birlikte yaşayan insanların anlaşılması gerektiği açıktır. Bu nedenle, millet ve halk kavramlarını ırkla özdeşleştirmemek gerekir.

Sosyal devlet, hukuk devleti, iktisadi düzen, siyasi iç istikrar; uluslararası güçtür, birlik ve bütünlüktür, aidiyettir, eşitliktir, hukuk güvenliği hakkıdır ve özgürlüktür. Vatandaşlık, ülke ve milletle beraber olmak, gerçek bağlılık ve tüm bu süjelerin birbirlerine sahip çıkması ile anlam kazanır.

Toplum üretmelidir. Temenni ile bir yere varılamaz. Çalışmak ve üretmek gerekir. Yurtdışında çıkıldığında, kalite, eğitim ve öğrenim düzeyi, üretkenlik ve temsil kabiliyeti, herhangi bir kompleks hissedilmeksizin ortaya konulabilmelidir.

Ülkemiz, üniter yapıyı benimsemiş, birlik ve bütünlüğü korumayı hedefleyen, cumhuriyetçi ve demokratik yapılanmaya sahip, ırkçılığı reddeden bir hukuk devletidir. Tek bir millet vardır; o da Türk Milleti’dir ki, ırkçılık esasına değil, Anayasanın 66. ve 10. maddeleri ile çerçevesi çizilen “Türk Vatandaşlığı” unsuruna ve “eşitlik” ilkesine dayanmaktadır. Anayasanın 66/1. madde hükmüne göre, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür”.

“Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” gibi hukuki statü belirten kavramı tercih etmek suretiyle milli kimliğe zarar verilmemelidir. Ulusun ortak değerleri isimsiz ve korumasız bırakılamayacağı gibi, ulusu oluşturan bireylerin kimliklerine ve aidiyetlerine de ortak bir tanım getirilmelidir. “Türk Milleti” kavramının, Ulusun vazgeçemeyeceği ortak değerleri arasında yer aldığı tartışmasızdır. Korunan hukuki yararın adı değil, sahip olduğu içerik ve değer önem taşımaktadır. Bu nedenle, “Türk Milleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” kavramları aynı kefeye konulamaz. “Anayasal Vatandaşlık” kavramı altında “Türkiye Vatandaşlığı” veya “Türkiye Cumhuriyet Vatandaşlığı” kavramlarının kullanılması ve bu kavramların Yeni Anayasaya yerleştirmeye çalışması isabetli değildir. “Türkiye”, “Türklerin yaşadığı yer veya Türklerin yurdu demektir”. Ayrıca, “Türk Vatandaşı” kavramı ile bir ırkı değil, bireyin ait olduğu milletin ifade edildiği, bu anlamda coğrafi aidiyet belirten “Türkiyelilik” yerine, milli kimliğe işaret eden ve Anayasal Vatandaşlığın tam da karşılığı olan “Türk Vatandaşlığı” kavramının kullanılması doğrudur. Bu kavramı, bazı yerlerde ırkı ifade etmek amacıyla kullanılan “Türk” kelimesi ile de karıştırmamak gerekir. Milleti ifade etmek için kullanılan “Türk Milleti” kavramını kullanmaktan kaçınmamak ve bu konuda tereddüt yaşamamak gerekir.

Dünya üzerinde bulunan her milletin bir adı vardır. Örneğin; İngiliz, Alman, İspanyol, Bulgar, Fransız, Yunan ve İtalyan isimleri, bu milletleri diğerlerinden ayıran ve özel konum kazandıran kavramlar olarak kullanılmaktadır.

Millet, ulus ruhu ile oluşup, birlik ve bütünlüğün temelini teşkil eder ki, üniter yapı içinde yer alan “tek dil-tek millet” kavramı hiçbir koşulda tartışmaya açılamaz. Özellikle Ülkede aynı dilin kullanılması ve geliştirilmesi, eğitim ve öğrenimde Türkçe dilinin kullanılması, ulus ruhunun güçlü tutulması ve üniter yapının korunmasında vazgeçilmez bir unsurdur. Ülkede ortak resmi bir dil olmak zorundadır. Tek dil, birlik ve beraberliğin simgesi ve gereği olmasının yanında, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi, farklı uygulamaların önüne geçilmesi, yargı dahil tüm alanlarda hizmet talep ve sunumunda sorunlar yaşanmaması için kullanılmalıdır.

Açılım

AKP Hükümeti, “Öcalan’lı açılım” çerçevesinde yeni adımlar atıyor. Şimdi de açılıma destek veren Doğu ve Güneydoğulu ‘kanaat önderleri’nin İmralı’ya götürülmesi ve görüştürülmesi için çalışma yapıldığı öğrenildi

ABD projesi olan, AKP Hükümeti’nin Abdullah Öcalan’la aralarında yapılan görüşmeler ve çizilen yol haritası çerçevesinde yeni adımlar atılmaya çalışılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Karadenizli milletvekilleri ile yaptığı toplantıda, “Trabzon-Van, Samsun-Diyarbakır, Rize-Hakkari arasında, saygın isimlerin katılacağı ziyaretlerle çözüm köprüsü kurulması” fikri öne çıkarken, bu konuda ilk adımların Nevruz’da atılması için karar alındığı bildirildi. Fikrin AKP Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’den geldiğini kaydeden AKP’liler, kararın bölgede pek hoş karşılanmadığını ama yine de deneneceğini ifade ettiler.

Yabancılara Toprak Ve Milli Varlıkların Satışı

 1-) 23 Temmuz 1939 yılında ülkemiz topraklarına katılan ve bu nedenle de stratejik ve jeopolitik büyük öneme sahip olan Hatay ilinde, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne ait Ocak 2012 verilerine göre 1974 kişiye toplam 3,722,824,00 m2 olan 1320 adet parsel satıldığı gözükmektedir. Hatay ilinde yabancılara satılan bu parsel artışının sebebi nedir?

2-) Bu verilere göre Hatay ilinin toplam 5,566,000,00 m2 lik bir alana sahip olduğu belli iken, bunun 3,722,824,00 m2 lik kısmı yani yarıdan fazlası yabancılara neden satılmıştır? Bu alanların satışları ülkemizin güvenliğini tehlikeye düşürmez mi?

3-) Hatay ilinde satışı gerçekleştirilen bu alanlardaki dikkat çekici artış toplam alandan yollar, parklar, kamu alanları ve ormanlar düşüldüğünde daha vahim bir tablo içermektedir. Bu tabloya göre Hatay ili yerleşim alanlarının yüzde kaçı yabancılara satılmıştır? Bu satışlar sonucunda Hatay ili toprakları yabancılara peşkeş çekilerek ikinci bir Filistin olmaya aday değil midir? Devlet anlayışı sadece ülke ve insanlarının çıkarlarını gözetmeyi gerektirirken, ülke topraklarını haraç mezat satarak iktidarınızın çıkarlarını gözetmek ve Hükümetin yanlış politikaları sonucu oluşan bütçe açığını kapatmak ifade ettiğiniz “Lider ülke”, “Büyük devlet” anlayışına sığar mı?”

AKP iktidarı 2003-2012 arasında dokuz yıl boyunca yabancılara yaklaşık 90 milyon metrekare toprak sattı. 98 bin taşınmazı yabancıların mülkiyetine geçirdi. Yabancı ülkelerin şirketlerine, 29 ya da 49 yıllığına 150 bin kilometrekarelik (Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 17’si kadar) maden alanını işletme hakkı tanıdı. AKP döneminde yabancılara satılan arsa ve arazilerin, 1923’den bu yana satılan arsa ve araziler toplamına oranı yüzde 80’i geçti. Aynı dönemde satılan kat mülkiyetli taşınmaz sayısının, toplam içindeki oranı ise yüzde 85’i aşmış bulunuyor.

Bugün ülke toprakları artık öyle büyük bir hızla elden çıkıyor ki en az 7 il ve 11 ilçede yüzde 10 sınırı aşılmış bulunuyor. Aralarında Ankara, Malatya ve Uşak’ında bulunduğu bu yerleşim yerlerinde satışlar –tabiî geçici olarak- durduruldu. Yabancılara 1 milyon metrekarenin üzerinde satışın yapıldığı il sayısı 15… Bu iller arasında Muğla, Antalya ve Ankara ilk üç sırayı alıyor. Diğer iller sırasıyla Hatay, İstanbul, İzmir, Mardin, Aydın, Kırşehir, Bursa, Konya, Adana, Nevşehir, Kayseri ve Kahramanmaraş.

BOP Projesi

Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin batıda Fas, Moritanya, doğuda Orta Asya veMoğolistan, kuzeyde Kafkasya ve Türkiye, güneyde Arap Dünyası’ndan Somali’ye kadar uzanan bir coğrafyada yer alan ülkelere yönelik siyasi, hukuki, bilgi/eğitim, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren kapsamlı bir “islam coğrafyası” dönüşüm stratejisi olup, bu alanlarda uzun vadeli bir değişimi hedeflemektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi ile ABD’nin Amacı [değiştir]Fransa Yeşiller grubunun önemli liderlerinden biri Yves Cochet İnsani ve demokratik giysilere sokulan ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi, aslında bölgedeki tüm petrol musluklarına el koymaya yönelik bir girişimdir. diyerek, petrol kadar enerjetik, kullanımı, stoklanması, nakliyesi kolay, kullanım alanları çeşitli bir başka sıvı keşfetmeye zaman kalmadığını, zaten bir başka evrensel enerji kaynağına ilişkin yatırımlaınr da, on yıl içerisinde 100.000 milyar dolar civarında para gerektirdiğini; kısacası, dünyayı bekleyen bir krizin kaçınılmaz olduğunu dile getirmiştir.. [6]

Bu geniş coğrafya, dünya enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümüne sahiptir. Bu anılan geniş bölgede farklı uluslar, kültürler, diller ve dinler yaşamaktadır. Bu alanlarda ABD ekseninde bir “düzen ve istikrarı” kurmak ve egemen kılmanın, bir bakıma dünya egemenliğini büyük bir dayanağa ve güvenceye kavuşturmak anlamına geleceğikabul edilmektedir. Başta petrol olmak üzere doğalgaz, su gibi temel maddelerin denetim altına alınması, nakil yollarının denetlenmesi demek, aynı zamanda, olası rakip devlet veya devlet gruplarının önünün kesilmesi anlamına gelmektedir.

Silivri :

MHP’nin Silivri’de yatan Milletvekili Engin Alan, cezaevinden önemli açıklamalarda bulundu.

MHP’den milletvekili seçilen Balyoz davasının tutuklu sanığı emekli Korgeneral Engin Alan’a ait. Tutuklu sanık Yavuz Selim Demirağ aracılığıyla Sözcü’ye konuştu:

“Milletvekili seçilerek halen yargılandığım Balyoz Davası’nda kurtulurum, tutuksuz yargılanırım diye beklentim asla olmadı. Buradaki tutuklu bütün arkadaşlarım hepsi birer Engin Alan. Ben kendimin değil, bütün arkadaşlarımın tahliyesini istiyorum. Yargılanalım gerçekler ortaya çıksın diye en çok çabayı biz davanın sanıkları gösteriyor. Nelerle karşı karşıya olduğumu herkesin öğrenmesi gerekiyor. Cezaevinde genel bir kanaat oluştu.

Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı Göksel Taşçı İşçi Partisi İl Başkanı ve İl sekreteri Mehmet Yazıcı’ya ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederken, kendilerine sunulan dosyayı ve içeriğinde yer alan konuları hassasiyetle inceleyeceklerini belirtti.

Haber:Ali Çamur