SOYLU ALMAN TUTSAK JOHANNES SCHILTBERGER’İN ANILARI

(1394-1427)

Osmanlı tarihinde Niğbolu ( Batılıların Nikopolis dediği yer ) Savaşı ve utkusu olarak bildiğimiz 1396 Haçlı saldırısı birçok askerin, şövalyenin , asilzadenin yaşamını değiştirmiştir. Macar Kralı Sigismund , Balkanlarda giderek egemenliğini pekiştiren Osmanlıya karşı açmıştı bu seferi.

Tarih bilgilerimizi gözden geçirelim. Yıldırım Beyazıt 1395’de Konstantinopolis’i kuşattı. Anadolu Hisarı’nı yaptırdı. Bizans İmparatoru 2.Manuel Palaiologos Avrupa’nın Hristiyan krallarından yardım istedi. 1396 temmuzunda Fransa, Burgonya, Britanya, Almanya ve Felemenk’ten gelen şövalyeler Buda’da Macar Kralı Sigismund’a katıldılar. Osmanlıları Balkanlardan çıkarmayı, ardından Anadolu ve Suriye üzerinden Kudüs’e ilerlemeyi amaçlayan Haçlı ordusu, Tuna’nın güney  kıyısındaki Vidin ve Orehovo (Osmanlı tarihinde Rahova) garnizonlarını işgal ettikten sonra, Osmanlı Ordularının ana üssü olan Niğbolu’yu kuşattı. Padişah, Konstantinopolis önlerinden hareket ederek Niğbolu’ya pek yakın bir tepede karargah kurdu. Osmanlı süvari ve piyadesinin ön sıralarını yararak Karargah’a doğru saldırıya geçen Haçlı güçleri sert bir direnişle karşılaştı ve çok geçmeden bitkin düşerek dağıldı. Osmanlı süvarileri Haçlı ordularının büyük bölümünü kılıçtan geçirerek yoketti. Geriye kalanları da Tuna’nın ötesine sürdü. Kaçmayı başarabilen  askerlerden sağ kalanların çoğu  tutsak edildi. Tarih : 25 Eylül 1396 idi. Niğbolu utkusu Osmanlılara karşı yeni bir Avrupa ittifakı kurulmasını önlediği gibi Konstantinopolis üzerindeki baskıyı da arttırdı ( Ancak Haçlı ordularının saldırıları sona ermedi. Niğbolu Savaşı’nın üzerinden 48 yıl geçmişti. 1444’te Padişah 2. Murad Varna önlerinde bir kez daha onlarla savaşmak zorunda kaldı. Orada kazanılan utku, bir anlamda Konstantinopolis’in Osmanlıların eline geçeceğinin müjdesini verdi).

Ölmeyen , savaştan yaralı kurtulan binlerce asker içinden bazıları Osmanlı’nın tutsağı olmuştur. Bavyera’nın Münich Freising’de doğmuş Alman asilzadesi Schiltberger de onlardan biridir.

’ Şövalyeler ve askerler, Kralın kaçtığını görünce, kendileri de sıvıştı. Bunların çoğu Tuna’ya kaçtılar, bazıları gemilere ulaştılar. Gemilere pek çok kimse binmek istiyordu, ama gemiler o kadar dolmuştu ki, hiç yer yoktu. Buna rağmen bazıları, gemilere çıkmak istiyorlar, o zaman geminin içindekiler, gemiye yapışanların ellerini keserek onların boğulmalarına neden oluyorlardı. Tuna’ya doğru kaçarken, yamaçlardan yuvarlanarak da birçok kişi öldü.’’

Onun tutsaklığı 1396’da başladı. Utku kazanmış olan Sultan Yıldırım Beyazıt ordusunun elindedir artık. Tutsakların öldürülmesini buyurur Beyazıt. Sıra tam ona geldiğinde Şehzade ona bakmaktadır. Sağ kalmasını  sağlar. Bağışlanmıştır. O sırada Johannes  daha 16 yaşındadır.

Padişah, Haçlıların yaptığı katliamlar karşısında öyle öfkelidir ki, iplerle birbirine bağlı şövalyelerin, derebeylerinin başlarının kesilmesi , öldürülmesi akşama değin sürer. Danışmanlar bu kırımın sonunun gelmeyeceğini anlayıp Ondan ‘’ Allah rızası için hiddetini unutmasını dilediler. Kan dökülüşünün artık yeterli olduğunu, aksi halde Allah’ın gazabına uğrayabileceğini söylediler.’’  Beyazıt, hiddetini bastırdı ve kan dökme durduruldu.

Üç yerinden yaralı tutsak Münihli  Gelibolu’da bir kulede iki ay 300 kişiyle birlikte tutulur. Sonra Bursa’ya götürülür.

Paytahtı Larende olan Karaman…Bir günde iki kanlı savaş…Osmanlıların karşısında belki Selçuklu ordusundaki paralı Frenk askerlerin soyundan gelmiş olanlar da vardır. Fakat Anadolu beylikleri arasındaki savaşlar kanlı kardeş kavgalarıdır ve ancak Bizans’ın bir süre daha yaşamasına yardım etmişlerdir.

Gazi Şair Kadı Burhaneddin Bey Sıvas’ta  bağımsızlığını ilan etmişti. Hükümdarlığı boyunca Eretna soyundan gelenlerin ve karşıtlarının ayaklanma ve suikastlarından başka, dış saldırı ve tehditlerle de uğraşmak zorunda kaldı. Karamanlılar, Memlukler ve Osmanlılarla savaştı. Sultan Beyazıt’ı 1398’de Çorumlu Ovasında yendi.

Tutsaklığı sonlamak için Johannes 60 kader arkadaşıyla birlikte bir kaçış planlasalar da yakalanırlar. Girişimde bulunanların öldürülmesi gerekir, fakat Padişah kaçakları bağışlar. 9 ay zindanda kalırlar. Orada 12 kişi ölür. Şeyh Emir Süleyman, Padişahtan ‘’istirham’’ da bulunur ve Ramazan bayramında bağışlanırlar.

Beyazıt 80 bin kişilik ordusuyla Canik toprağına girer ve Samsun’u ele geçirir. Johannes orada yılanlarla, engereklerle ilgili tuhaf bir olayı anlatır. Dağ , orman yılanları ile deniz yılanları savaşırlar. Dağlardan inenler yengilidir. Padişah bu olayı yorumlatır : Yalnız karaların değil; bu, denizlerin de sahibi olacağının müjdesidir

O tarihte Samsun iki kent durumundadır. Birinde Hristiyan Cenevizliler, diğerinde toprak sahibi Müslüman Canik halkı yaşamaktadır.

Johannes, davarcı Türk halkının otlak yerleri ile de bilgi verir. ‘’ Müslüman ülkelerinde birçok Bey’in sürüleriyle oradan oraya dolaşması adettir. Güzel otlakların bulunduğu bir bölgeye gelince, bu memleketin hakiminden otlatma hakkını, satın alırlar.’’

Timurlenk Anadolu’da…’’On kere yüz bin kişi topladı ve Sıvas’a yürüdü. Şehri 21 gün süreyle kuşattı. Surlarda lağımlar açıldı. Beyazıt 5 bin silahlıyı koruyucu olarak bırakmıştı. Timur, ‘’Kan dökülmeyecek,’’ demişti. Şehir Timur ordularınca ele geçirilince bunlar diri diri hendeklere gömüldü. Gerçekten de kan dökülmemişti. Büyük hükümdar şehri yıktırdı, dönerken halkını tutsak edip kendi memleketine götürdü. Onların arasında 9 bin bakire kız da vardı. Anadolu seferinde Timur’un kaybı sadece 3 bin asker oldu’’.

Bugün Esenboğa Hava Limanı’nın bulunduğu Çubuk Ovası’nda Timur’un ordusu ile Yıldırım’ın ordusu 20 Temmuz 1402 günü karşı karşıya geldiler. ‘’ Mübalaga cenk olundu.’’ Osmanlı ordusunun ön saflarında 30 bin Ak Tatar çarpışıyordu. Bunlar bir anda 32 eğitimli filin de bulunduğu Timur’un yanına geçtiler. Bu ihanet savaşın gidişatını değiştirdi. Beyazıt kaçmağa, dağlık bir yere sığınmağa çalıştı. Timur, orayı çembere aldırdı. Osmanlı hükümdarı tutsak edildi. Bursa’da bin deve yükü Türk hazinesi , altın, gümüş Timur’un eline geçti. Timur 8 ay Anadolu’da kaldı. Osmanlı toprağı olmuş Beylikleri yeniden eski sahiplerine verdi. Batıya Ege  kıyılarına dek ilerleyip Gavur İzmir’i de ‘’kurtardı’’. Bir kafese konulan ve Semerkant’a götürülmek istenen Beyazıt, aşağılanmaya dayanamadı ve öz canına kıydı.

Johannes bu olaydan sonra Timur’un buyruğuna geçti. Timur, Mısır Kölemen Sultanıyla da savaştı. Halep, Rumkale, Ayıntap, Dımaşk (Şam) sahip değiştirdi; Timur Devleti’nin mülkü oldu.

Sonra Babylon yani Bağdat…Bir ay süren kuşatmanın ardından Dicle’nin ortasından aktığı güzel Bağdat’ı ele geçirdi. Yaktırdı, küle çevirdi. Oraları sürdürüp yerine arpa ektirdi. Eski kentten hiç iz kalmasın, kimse ilerde buradan söz etmesin istiyordu. Irmağın ortasında bir kalede hazineler olduğu duyuruldu. Suların akış yönü değiştirildi ve içinde altın ve gümüş dolu 2 büyük kurşun sandık ele geçirildi. Kaledeki 15 koruyucu da astıran Timur yine mücevher, kuyum işi 4 sandık daha buldu. Çevredeki 3 şehir daha fethedildi, fakat yaz gelmişti; Dicle boylarının sıcaklarına dayanmak zor olduğundan Timur ve ordusu buradan ayrıldı.

Coğrafi olarak Horasan ile İndus Irmağı havzasına değin tüm yereye Küçük Hindistan adı veriliyordu. Timur, ordusunun başında çöller, aşılması pek zor dağ geçitleri, sık ormanlar , ovalar geçerek 4 ay içinde Hind kapılarına dayandı. Hind ordusunda filler; Timur’un ordusunda atlar ve develer vardı. Hind hükümdarı ‘’ Arab altınından daha değerli olan iki katır yükü Hind altınına pazarlık yaptı. Ayrıca birçok mücevherat da verdi. Kral yerinde kaldı.’’ Timur yurduna döndü.

Mazanderan bölgesinin büyük, sık ormanları Timur’un buyruğuyla kesiliyor. Çünkü bölgenin iki Bey’i Timur’a vermeleri gereken vergileri kendilerine ayırmışlardır. Bin arabayla ancak taşınan pek üstün değerde mal. Ne var ki Ordu bu bölgede hareketsiz kalır. Başarısızlık Timur’u sinirlendirir. İsfahan’ı işgal eder. 6 bin askeri şehirde bırakarak ayrılır. Halk, hükümdarın çıkıp gittiğini öğrenince  o askerleri öldürdü. Timur bu haberi alınca geri döndü  ve İsfahan’da yüzyıllarca etkisi sürecek bir katliam yaptırdı. Çocuk, genç, ergen …Herkesi öldürttü. Sadece atların ayakları altında öldürülen çocuk sayısının 7 bin olduğu sanılmaktadır. Anaların feryat figan yalvarması etkili olmamıştı. Bu, inanılması zor canavarlık sonrasında İsfahan, insansız bir çöle dönmüştü. ( Şehir ancak XVIII. Yüzyılda Nısf-i Cihan unvanını kazanacak eserlerle donatıldı; çünkü Acem ülkesinin paytahtı yapılmıştı).

İsfahan cinayetinin ardından Timur, 12 yıldır ayrı kaldığı Semerkant’a döner. Orada Çin’in 5 yıldır haraç ödemediği haberini alır. Çin üzerine yürüme kararını verir. Ordu yürüyüşe geçer. Geçilmesi 70 gün sürecek Taklamakan Çölü’ne ulaşılır. Susuzluktan çok zayiat verilir. Askerler dayanamaz. Hayvanlar da telefat verir. Geri dönme kararına Timur, danışmanları ile görüştükten sonra varır.

Timur sayrı düşer. Yalnız başarısızlık değildir onu sayrı eden. Bir soylu Timur’a ait haraç gelirine el koyarak ihanet etmiştir. 3 hanımından en genç olanı Timur çok seviyordu. Kendisi seferdeyken bir soylu ile gönül ilişkisi kurduğunu öğrendi. Bu ihaneti bağışlamadı. Soruşturdu ve bunun iftira değil, doğru olduğunu öğrendi. Genç kadının başını kestirdi. Fakat bu olay onun sayrılığını artırdı. Soylu kumandan da 5 yüz adamıyla Mazanderan Eyaletine kaçarak canını kurtarmıştı. Timur bu olaya da pek öfkelenince yataklara düştü.

Semerkant yakınlarında  Hoca Ilgar, Keş’te 11 Mart 1336 günü başlayan bir ömür Otrar Çimkent yakınlarında  19 Mart 1405 günü sona erdi. Cesedi mumyalandı ve Gur-i Emir Türbesi’ne defnedildi. Fani dünyadan göçtüğünde 69 yaşındaydı büyük Cihangir.

……………….

İstanbul:

Konstantinopol çok güzel, büyük ve gösterişli bir şekilde inşa edilmiş bir şehirdir. Surlarının uzunluğu 10 İtalyan mili uzunluğundadır;  1500 kapısı vardır. Şehrin kesiti üçgen şeklindedir. Karşıda Pera şehri vardır. Rumlar buna Galata-Kalathan derler. Burası Cenevizlilere aittir.

Büyük İskender iki denizin birbirine akmasını sağlamak için, dağlar ve kayalar arasında 15 mil uzunluğunda bir kanal açtırmıştır. Rumlar Hellespont; Türkler ise Boğaz derler. Doğuda Skutari ( Üsküdar ) vardır. Küçük Asya’nın İskelesidir.

İstanbul’daki İmparatorun 2 Sarayı vardır. Biri çok güzeldir; mermerden , altın ve yaldızlarla bezenmiştir.

Ayasofya Kilisesi hac yeridir. Bir tepededir. Hindistan’da bile daha güzeli yoktur. İlk gelen, gören  mabedin içinin su dolu olduğunu düşünür. Ak mermerler saydam gibi görünür.

Selanik :

Ege Denizi kıyısında büyük bir şehirdir. Aziz Thimiter orada gömülüdür. Kutsal mezardan zeytinyağı akar ve onun gömülü olduğu kilisenin ortasında, daima bu Azizin kutlandığı gün su ile dolan bir çeşme vardır. Halbuki yıl boyunca kurudur, suyu yoktur.

Bursa:

Bursa ikiyüzbin haneden oluşur. Hristiyan, Müslüman veya Yahudi olduğuna bakılmaksızın fakirlerin bakıldığı 8 hastanesi vardır.

Ankara:

Anguri’de Arami inancına bağlı Hristiyanlar yaşamaktadır. Kiliselerinde gece gündüz parlayan bir haç vardır. Orayı Müslümanlar da ziyaret ederler ve bu haça ışık saçan taş derler.

Karaman’ın paytahtı Larende’dir. Konya şehri de bu memlekettedir. Şemseddin adlı bir Velinin mezarı vardır. Bu fakir din adamı Müslüman idi fakat gizlice kendini vaftiz ettirmişti. Ölünce bir Ermeni papazı ona bir elma içinde şaraplı ekmek sunmuştu. Bu Veli , büyük mucizeler göstermişti.

Trabzon :

Trabzon Krallığı ( Pontus Rum Devleti ) küçük, kapalı bir memlekettir ve çok fazla şarap çıkarır. Rumcada Kureson ( Giresun ) denilen şehirden uzakta değildir.

Bayburt :

İyi toprakları olan Irmak üzerinde bir beldedir.

Kemah :

Yüksek bir dağ üzerindedir; eteklerinden Fırat  ( Karasu ) ırmağı geçer. Bu ırmağın cennetten çıktığına inanılır.

Gilan :

Yalnız pirinç ve hurma yağı üreten varsıl bir ülkedir. Ahalisi örülmüş ayakkabılar giyerler.

Reşt :

İyi topraklar ortasındaki Reşt’te iyi cins ipek kumaşlar dokunur.

Şirvan, Şamahı :

Gerçi havası sıcak ve sağlığa zararlı ise de en iyi ipek orada üretilir.

Mazenderan :

Hiç kimsenin ona bir şey yapamayacağı kadar ormanlarla kaplıdır.

Antakya :

Bu şehrin surları Hristiyan kanlarıyla boyandığından kırmızıdır.

Bağdat :

İçinden akan ırmakta Hind Denizi’nden gelmiş garip hayvanlar yaşar. Sahilde ağaçlarda Taltal denen bir meyve yetişir. Müslümanların dilinde bunun adı hurmadır. Yılda iki ürün toplanır. Beldede Arapça yanında Farsça da konuşulur. Binbir hayvanın korunduğu bir Hayvanat Bahçesi vardır. Aslanlar özel çitler içinde özgürce yaşarlar.

Delhi :

İyi bir krallıktır. Delhi paytahttır. Fil ve zürafa çoktur. Muhabbet kuşları, deve kuşları, aslanlar , diğer hayvanlar, sayılamayacak kadar çok mahlukat vardır.

Çağatay :

Zekatay da denen ülkedir. Paytaht Semerkant büyük, muhteşem bir beldedir. Farsça ile Türkçe karışımı özel bir dil olan Çağatayca konuşulur. Savaşkan halkı vardır. Ve bütün ülkede hiç ekmek (nan) yenmez.

Tatarlar :

Engebesiz, düzlüktür. Sadece darı ekilir bu ülkede. Ekmek yemez halk; şarap içmez. At ve deve sütü içerler. Bu hayvanların eti de makbuldür. Kral, beyler karıları, çocuklaryla, malları ve mülkleriyle yaz kış çadırlarda yaşarlar. Bir otlaktan diğerine taşınırlar.

Bütün Müslüman halklar arasında Ak Tatarlardan daha  savaşkan, daha kanaatkar topluluk yoktur. Düşmanlarının kanlarını toplayıp pişirerek yerler. Başka yiyecekleri kalmamışsa yaparlar bunu.

Eti but olarak atlarının eğeri altına koyarlar, orada giderek bastırılan et sertleşir, tuzla da işlendiği için bozulmaz, atın sıcaklığı ile suyu kaçar, kurur. Süvari pastırmadan acıktığı zaman bıçağıyla bir parça keserek yer; açlığını giderir.

Kral da sabah aç karnına bir tas kısrak sütü (kımız) içer.

Kıpçak :

Tataristan’ın diğer bir bölgesi Kıpçak’tır. Paytahtı Sudak kentidir. Burada her türlü hububat yetişir.

Kefe :

Karadeniz kıyısında iki surla çevrilidir. Surlardan birinin içinde 6  bin ev vardır. Cenevizli tüccarlar, Rumlar ve Ermeniler yaşar. Dıştaki ikinci surların içinde de Katolik, Rum Ortodoks, Ermeni ve Süryanileri yaşadığı 11 bin hane vardır. Kefe’de 3 Piskoposluk bulunur: Roma Katolik, Rum Ortodoks ve Ermeni Gregoryen…Kentte mabetleri olan Müslümanlar da yaşar. İki cins Yahudi cemaati de vardır. Toplanma evlerine Sinagog denir. Surlar dışında 4 bin hane vardır. Deniz kenarında 4 belde de Kefe’ye bağlıdır.

Çerkesler :

Ahalisi Rum-Ortodoks inancındadır. Fakat bunlar kötü insanlardır. Çünkü kendi çocuklarını Müslümanlara satarlar. Başkalarının çocuklarını da çalıp satarlar. Çerkesler üstelik yol kesici, haydutturlar. Kendilerine özgü bir dilleri vardır.

Rumlar:

Bizdeki gibi çok dini merasim yapmazlar. Latince kullanılmaz; çünkü dualar yalnızca Rumca okunabilir. Rumlar kendi inançlarının gerçek Hristiyanlık olduğunu, diğer bütün inançların yanlış olduğunu iddia ederler.

Gürcüler :

Gargetter (Gorgiten) ve Jassenler… Gürcüler ve Ossetler…Evlilikte, damat daima gelinin temiz, bakire olmasını ister.Eğer kız böyle değilse o evlenme geçersiz olur.

Ermeniler :

Timur öldükten sonra Ermenistan’da 2 krallığa sahip olan oğlu Şahruh’un yanına geldim. Şahruh güzel doğası olan, otlakları ünlü o yaylalarda yaşamayı seviyordu. Kışı bile halkın arasında geçiriyordu.

Karabağ Ermenistan’da bulunuyorsa da bütün buralar Müslümanların elindedir. Ermeniler köylerde de yaşarlar ve Müslümanlara haraç öderler. Ben Ermenilerin yanında oturdum çünkü onlar Almanlara karşı mültefittirler ve sırf bu yüzden de beni evlerinde misafir ederlerdi. Bana kendi dualarını ve dillerini öğrettiler. Onlar biz Almanlara Nemse derler.

Rumlar öteden beri Ermenilere düşmanlık beslerler. Ermeniler, Hristiyanların veya Müslümanların yanında olsunlar, sadık insanlardır. Aynı zamanda usta işçidirler. Müslümanlar altın yaldızlı, ipekli ve kadife kumaşları dokumakta ne kadar tanınmışlarsa, aynı şekilde Ermenilerin de dokumacılığı takdire şayandır.

Ürdün :

Ürdün ırmağı ( Jordan ) Ölü Deniz’e akar. Denize döküldüğü yere yakın bir yerde Aziz Johannes’in Kilisesi vardır. Irmakta balık boldur. Irmak aynı dağda bulunan iki kaynaktan çıkar. Bunlardan birinin adı Jor ; diğerinin Don’dur. O bir gölden akıp geçer ve sonra geniş bir ovaya gelir ki burada Müslümanlar yılda birkaç kez Panayır kurarlar.

Ürdün Vadisinde Hristiyan Rumlar yaşar.

Kahire :

Kairo’da kenarda bir bahçe vardır ki, orada sadece Hindistan’da yetişen Pelesenk ağaçları bulunur. Sultan bu yoldan büyük gelir sağlar. Müslümanlar pelesenki ( balsam) başka şeylerle karıştırırlar Tacirler ve eczacılar da daha çok gelir sağlamak için birçok şeyi içine katarlar. Sarımsı, saydam, hoş kokulu gerçek pelesenk zor bulunur.

……………………………

Şahruh, Miran Şah, Ebubekir…Johannes Schiltberger 30 yıl süren tutsaklıktan sonra, ülkesine dönünce 1427’de anılarını yazdı. Fakat yayımlanması gecikti; ancak 33 yıl sonra basıldı kitap. Johann Gutenberg matbaayı bulmuştu. Avrupa ülkelerinde artık kitaplar çıkıyor, okuma yazma bilenlerin sayısı da arttığı için bunların müşterileri de artıyordu.

XIV. yüzyıl sonlarında Balkanlar, XV. Yüzyılda Anadolu, Suriye, Mısır, Acemistan, Orta Asya, Sibirya…

Kitabın önsözünde Schiltberger, tutsaklığında neleri gözleyip izlediğini kümelendiriyor :

  • Savaşlar,
  • Dikkat çeken askeri seferler,
  • Büyük beldeler,
  • Irmaklar, sular…

Belleğinde kalanları, noksanları olsa da kaydetmiş. Neden tam değil ? Çünkü, o kendi başına buyruk bir özgür bir insan değil; bir savaş tutsağıdır. Bazı zarif ve garip serüvenleri olmuştur ki, bu kitap okunmağa değer bir anı eseridir…

…………………

SCHILTBERGER J. 1995. Türkler ve Tatarlar Arasında ( 1394-1427 ).

                          Çeviren : Turgut Akpınar. İletişim yay. 218 sayfa. İstanbul