Bektaşi o sene çok çalışır
Önce tarlayı sürer
Zamanı geldiğinde tohumunu atar tarlaya
Duasını da eder; ‘Yarabbi şu tarla da, şu ektiğim tohum da benim, emaneti sensin’ der…
Artık rahattır
Gidip bekleyecek, zamanı geldiğinde ektiği bu mahsulü biçmeye gelecektir.
Fakat olaylar beklediği gibi gelişmez
Hafiften bir yağmur başlar
Yağar, yağar, yağar…
Kesileceği de yok gibidir
Sonunda sel olur, öyle bir sel ki; ne bulursa götürür, taş, toprak, ağaç kum…
Bektaşi’nin, bırakın tarlaya ektiği mahsulü, tarlada toprak bile kalmaz…
Bektaşi gelir tarlaya bakar, içi parçalanır
Gözlerinden yaş sicim gibi iner
Ellerini açar; ‘Suç sende değil, suç sana tarlanın yerini gösterende’ der…
Tabii ki bu bir hikâye
Bu günlerde buna benzer afetler üst üstüne gelmekte, pek çok insan perişan olmaktadır.
Problem, meydana gelen bu afetlerde mi?
Biz de mi?
Birçok ülkede fabrikalar, arabalar, işletmeler vb. atmosferi kirletmekte, ozan tabakası delinmekte, hava, su, toprak hızla kirlenmektedir…
Kirlenen atmosfer ‘sera etkisi’ yapmakta, yaptığı bu etki ile sıcaklık artmakta, artan sıcaklık devasa buzulların erimesine yol açmaktadır. Havadaki nem oranı büyük boyutlara ulaşmakta, artan nemle birlikte afet niteliğinde yağışlar meydana gelmektedir.
Pet şişeler, naylon poşetler, kimyasal atıklar dünyayı istila etmişlerdir
Balıkların midelerinde artık, pet şişeler, naylon atıklar çıkmaktadır.
Balinalar, foklar intihara yönelmektedir.
Kutupta yaşayan canlılar hayatını sürdürecek şartlardan yoksun olduğu için nesilleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Sorun büyüktür
Sorunun kaynağında da insan vardır
Doğayı kirleten
Bindiği dalı kesen insandır
Hani bir söz vardır;
‘Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’
Bu dünyayı yaşanmaz hale getiren, canlıların yaşam alanlarını yok eden insanın şikâyet etmeye ne kadar hakkı vardır?
Bu gün gene iyiyiz…
Ya yarın
Böyle giderse gelecekte, şikâyet ettiğimiz bu günleri de arar hale geleceğiz belki de…
Yani;
‘Ya akıl başa, ya İsrafil Sur’a…’