Süleyman Şah Türbesi ve Türkiye’nin Egemenliği
Suriye ile ilişkiler bozulmuş olmasaydı, Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu alanın sınırlarımız dışında egemen olduğumuz toprak parçası olduğundan haberimiz bile olmayacaktı. Rivayetlere göre, Süleyman Şah, Osman Gazi’nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin de babası olarak bilinir. Süleyman Şah’ın kendine yurt aramak için Fırat Nehri’ni geçerken boğulduğu ve Caber Kalesi’ne defnedildiği söylenir. Aşık Paşazade, Enverî, Karamanlı Mehmed Paşa, Oruç Bey gibi tarihçiler orada yatan kişinin Süleyman Şah olduğunu anlatırlar.
     Hatta, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde adı geçer. Evliya Çelebi, boğulma hadisesini biraz farklı anlatmış: “Al-i Osmanın büyük atası Ertuğrul Bey’in babası Süleymân Şâh, Ca’ber Kalesi dibinde bütün adamlarıyla otururken Süleymân Şâh’a gusl icap etti, Fırât Nehrinde guslederken bi-emrillah boğulup, naaş-ı şerifini kale eteğinde tepeye defnederler.”diye anlatıyor.
     Süleyman Şah’ın bulunduğu yer hep yöre insanı tarafından “Türk Mezarı” olarak bilinirmiş. Fakat, Osmanlı devletinin buraya önem vermesi Sultan Abdülhamit ve sonrasında Sultan Re-şat ile başlar. Kale ve türbe “Osmanlı’nın şanına yakışmıyor” diye restore edilir. Birinci Dünya Savaşı başlangıcına kadar orası Osmanlı toprağı olduğu için herhangi bir sorun yoktu. Fakat, savaş sonrasında o toprakları kaybettik. Bundan dolayı kale ve türbe konusunu iki yönlü ele almak gerekiyor. Hem Türkiye-Fransa ilişkileri, hem Türkiye-Suriye ilişkileri yönünden bakmak gerekir.
     Çünkü, savaş sonrasında kalenin bulunduğu yer dahil tüm Suriye Fransa mandasında kaldı. Dolayısıyla, Suriye bağımsızlığını kazanana kadar, Türkiye’nin muhatabı Suriye değil Fransa oldu. Türkiye’nin Fransa ile yaptığı 1921 tarihli Ankara antlaşmasında kale ve türbenin Türkiye toprağı kalması kabul edildi. Antlaşmada “Osmanlı Hanedanı kurucusu Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın Türk mezarı adı ile anılan mezarın bulunduğu Caber Kalesi, Türk Bayrağı altında, Türk koruyucuları gözetiminde, Türk mülkü olarak kalacaktır.” diye açık ve net anlatılır. Sonrasında bu açıklama Lozan antlaşmasında bir daha benzer şekilde geçiyor.
    Bundan dolayı 1921 yılından sonra kalede Türk bayrağı dalgalandı. 1938 ise Türkiye tarafından türbe yanına Jandarma Karakolu inşa edilmiş ve toprağın ve türbenin korunmasını günümüze kadar Türkiye yapmıştır.
     Ancak, Suriye 1948 sonrası bağımsız olunca türbe konusunda Suriye ile ilişkiler biraz sorunlu devam etti. Gerginliğin perde gerisinde kalan en önemli sebep; Suriye’nin Sovyet yandaşı, Türkiye’nin de NATO ülkesi olmasıydı. Özellikle Hafız Esad’lı Baas Partisi döneminde gerginlik daha belirgin oldu. Kale ve türbe yine Türkiye egemenliğinde kaldı kalmasına da; Suriye kendi sınırları içerisinde Türkiye’ye ait toprak parçası kalmasından hep rahatsız oldu.
     Bahane miydi yoksa gerçek miydi bilemem ama, hep türbenin yerinin değiştirilmesini ya da Türkiye’ye naklini istedi. Bunun ilki 1968 yılında oldu. Fırat Nehri üzerinde 1968 tarihinde başlattığı Tabka Barajının 1973 yılında tamamlanması ile kale ve türbesinin sular altında kalacağını ileri sürerek, türbenin yerini değiştirmesini ya da Türkiye'ye naklini istedi. Türkiye de buna karşılık olarak Keban Barajı'nın kapaklarını kapatarak Fırat nehrinden Suriye’ye su akışını azalttı. Daha sonra yapılan uzlaşma ile, yine Türkiye toprağı kalması kaydıyla Fırat kenarındaki Karakozak köyüne taşındı.
     Sonraki yıllarda türbe krizi bir daha yaşandı. Suriye bu defa da, Teşrin Baraj yapımını başlattığını türbenin sular altında kalacağını, türbenin başka bir yere ya da Türkiye’ye naklini istedi. Ancak, Türkiye türbenin yerinin değiştirmek yerine, türbenin seviyesini yükselterek su baskınına karşı korunacak şekli getirdi.
     O günden sonra türbe, Süleyman Şah Saygı Karakolu ile birlikte bulunmaktaydı. Türbenin üzerindeki kitabede şunlar yazılıydı: “Burası Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin dedesi SÜLEYMAN BİN KAYA ALP’in mezarıdır. 5 Haziran 1086’da kendisine ve halkına yurt aramak için iki adamı ile Fırat nehrini geçerken boğulmuştur. Bu mezarın esas yeri olan CABER’den TABKA barajının inşası sebebiyle 1973 yılında buraya getirilmiştir.”
     Son yapılan operasyon ile görevliler ile naaşın Türkiye’ye getirilmesi başka bir konudur. Fakat bilinmelidir ki, naaşın Türkiye’ye nakli Suriye’nin ezelden beri gönülden istediği bir şeydi. Çünkü naaş, Türkiye’de kalacak olursa, Suriye içinde toprak parçası egemenliğini otomatikman kaldırıyor. Gelecekte, Türkiye’den tekrar Suriye’de bir yere nakli nasıl çözülür, aynı egemenlik devam eder mi o da ayrı bir konudur.