Sultan Nine

Bir çocuk büyük nineye nasıl bir gözle bakabilir ki? Bembeyaz olmuş, seyrelmiş saçlar, cam şişelerin tabanı gibi kalın gözlükler, sevimli bir yüz, yılların verdiği yorgunluktan çarpılmış ve ağrıyan ayaklar, gayet saf ve samimi bir duruş ve devamlı içtiği çeşit çeşit ilaçlar…

Eşimin babaannesi olan bu nine; Savaş yıllarını, kıtlık günlerini dimdik bir şekilde ayakta karşılamış, ufacık topraklardan çeşit çeşit ürünler kaldırmasını bilmiş, dahası o zor yıllarda çocuklarını da yetiştirmiştir.

Ayakta ve hayatta kalabilmek için büyük problemlere pratik çözümler bulmak onun için sıradan işlerdi. O bu özelliği için kültürümüzde de yeri olan Ana nine olarak sayılır sevilirdi.

Zamanımızın insanlarına bakıyorum da en güzellikleri dahi beğenmeyip problem ediyorlar. Sıcak ve geniş evler dar geliyor… Kendileriyle bile barışamıyorlar… Işıl ışıl lambalarla aydınlanıyorlar, marketlerden istediklerini alıyorlar, çöplere birçok yiyecek atıyorlar. Yedikleri önlerinde, yemedikleri de önlerinde, arabaları kapıda, paraları bankada, teknoloji ve refah emirlerine amade ama insanlarımız yine de de mutsuz.

Sultan Ninenin zamanında evlerde çeşme bile yokmuş. Sular testilerle mahalle çeşmelerinden getirilirmiş, hemde soğuk demeden, sıcak demeden, uzak demeden, yakın demeden. Bir de üstelik sıra beklenirmiş sinirlenmeden. Oralarda bile mutluluk aranır, güzel çeşme başı sohbetleri edilip, şakalaşırlarmış

Evlerde elektrikler yokmuş, Gaz yağı bulabilenler gaz lambası yakarmış, bulamayanlar bezir çırasıyla aydınlanmaya çalışırmış. Bezir lambasına “İdare lambası” ya da “Şinanay ”derlermiş. Mum ise çabuk tükenen bir malzeme olduğu için kısmen lüks malzeme olduğunu hatırlatmak gerekir. Kibritte hah deyince bulunacak ve kolayca harcanacak malzeme değildir. Ocakta kalmış kor parçalarına kükürt atıp ateş canlandırdıklarını ben de görmüştüm. Kısa ziyaretlere; “Ateş almaya mı geldin?” Sözü de günümüzde artık unutulmuştur.

Tüp yok, şofben daha icat edilmemişti. Tandır vardı, ocak vardı. Biraz varlıklı ailelerde ise gaz ocağı diye garip bir alet vardı-ki, büyük fışırtılarla yanar, elle pompalanırdı. Dumansız, is siz, olması güzel tarafıydı. Gazyağında yemek pişirmek ayrı bir meziyet ve ustalık istermiş. Çamaşır yıkamak ayrı bir eziyet, yıkanmak, banyo yapmak ise bir sorun. Oturma odalarının bir köşesinde hamam lık olur, ya boş zaman ayarlanır ya da oda ahalisi dışarıya çıkarmış. Bazı evlerde duvarla ayrılmış hamamlık görsemde oda hamamlığı daha yaygındı. Gusül abdesti almak isteyen gençler daha çok özlerde pınarlarda alırlarmış, kışın buzların kırılıp yıkandıklarını birçok insandan dinlemiştim. En küçük örneklerinden bahsettik o zamanlar günümüzde alıştığımız hayat standartlarına göre oldukça zor olduğu görülmektedir.

Bunun yanında insanların yaşayacakları güzellikler, mutluluklar elbette ki her devirde, her ortamda vardır. Bütün güzellikleri bir mineral gibi arayıp bulmak, bir mücevher gibi işleyip güzelliğine bakmak, zevk almak gerekir. Bence bunu yapabilen insanlar hem başarılı olur hem de mutlu olur.

Kış gecelerinin ayazlı loş aydınlıklarının ortamında taş evler, şapkasız peribacaları birer hayalete dönerse de, soğuklar taş evlerin kaya damlarının içindeki iskemlelere işlemez. Birde üstelik sobanın dahi olmadığı o devirlerde iskemlenin sıcaklığında masalların en kralı anlatılırmış. Eski hatıralar efsaneleşir, binlerce yıllık kültürümüz yaşlılardan çocuklara yazısız tarihimiz olarak nakledilirmiş. İşte Sultan Ninem o günleri hem görmüş hem yaşamış bir insandı.

Çok uzak yerlerden gelin geldiği için o uzak yerlerin töresini ve adetlerini de bilirdi. Yemeklerinden, nakışlarındaki desenlerine kadar her şeyi kafasından harmanlar işin pratiğini mutlaka bulurdu.

Kocası değirmen taşı keserek hayatını kazınırdı. Bu yüzden de soyadları Taşcı’dır. Sultan ninenin kocasının genç yaşta ölmüştü. Sultan nine o yıllarda daha çok gençmiş. Bir daha hiç evlenmemiş. Hayatını çocuklarına adamış, zaten zor geçen günleri daha da zorlaşmıştı.

Anadolu derler ya; Gerçekten vatanımız fedakâr, vefakâr analarla dolu olduğu için bu ismin verildiğini düşünüyorum.

Yazın sıcağından, kışın soğuktan, her türlü tehlikeden ve belalardan koruyup kollayıp çocuklarını büyütmüş, aradan uzun yıllar geçmiş, zor yıllar bitmişti. Benim tanıdığımda kayınbabanın yani büyük oğlunun evinde, onun kanatlarına sığınmış bir ihtiyarcıktı. Öyle ya, zor yılların kadını olduğu için; Gençliğini, gücünü, hatıralarını, kocasını ve her şeyini o yıllarda bırakmıştı. Şimdi hayat oyununun uzatmalarını oynuyordu.

Şikâyet ettiği ağrılarından dolayı pek gezemez olduğundan, kışın sobanın yanındaki somyasından pek ayrılamazdı. Yazın evin hayatına inerek, kendi gibi yaşlılarla oturur sohbet ederdi. Fakat o dostları da hayattan birer birer ayrıldığı için bu da yavaş yavaş yalnızlığa gidiyordu. Yazı yüze dayanmıştı.

Bir Pazar günü Güney Kore Televizyonunun, Sultan Ninenin ziyaretine gelip çekimler yapacağını duyduk. Çok sevinmiştim. Bütün aile çoluk-çocuk ninenin yanına doluştuk. Evde tatlı bir telaş vardı. Yöresel yemekler yapılıyor, yöresel çerezlikler hazırlanıyordu. Gelinler evin son çeki-düzenini kontrol ederken, Sultan ninenin kişilik elbiselerini de giydiriyorlardı. Tam bu telaş içindeyken gazetecilerle televizyoncular çıkıp gelmişlerdi.

Sultan ninenin yaşadığı ev eski ve otantik bir yapıya sahip olması il dikkati çeken özelliği idi. Şapkası düşmüş iki tane peri bacası evle bitişik bir durumdaydı. Ören yeri gibi taş evlerden yapılmış bayırlı bir sokak, tarihe gömülmüş bir mahalle çeşmesi hala harıl harılakmaktaydı.Borus çayının yeşil ve bereketli bahçelerinin arkasından Çombuzun kayalıkları panoramik bir güzellik sergilemekteydi. Sokak dâhil tarihle doğa çok güzel bir uyum içerisinde insanlara gülümsüyordu.

Bunun için Koreliler ilk önce çevrenin çekimini yaptılar. Sonra evin içindeki hayatın, şirahnelinin (Şıra hanenin), kaya damların, şapkasız peri bacalarının çekimlerini yaparken heyecanlandıklarını bilmediğim dillerinin mimiklerinden gayet rahat anlayabiliyordum.

Koreliler ellerindeki kamera ile merdivenlerden ağır ağır çıkarken bütün aile kalabalık bir şekilde güler yüzle el sallayarak karşıladılar. Sonra ninemin kapısı yavaş yavaş açıldı. Küçük bir çiçek bahçesini andıran odada; Ortanca, küpeli, kauçuk gibi saksı çiçekleri misafirleri karşıladı. Somyanın duvarında asılı doğuya mahsus “Saraydan kız kaçıran “Duvar halısı da dikkati çekmişti.

Sultan Nine samimiyetle ciddiyet arasında ama heyecanla zorlanarak ayağa kalktı ve misafirlerini karşıladı. Korelilerin rehberi doğruca gelip ninenin elini öptü. O’nu hemen takip ve taklit eden Koreliler de Sultan Ninenin ellerini öptüler.

-Berhudar olun.

-Berhudar olun. Deyip duruyordu herkese…

Önce kimliğini sordular. Gayet resmi bir şekilde cevap veriyordu.

-Ben Sultan Taşcı. Bu oğlum olur. Bunlarda torunlarım. Burada olmayan daha bir çok torunum var.

-Yaşınız kaç Sultan Nine?

-Bilmem yüz diyorlar.

-Bu yaşa kadar nasıl sağlıklı kalabildiniz?

-Allah ömür verdi, ben yaşadım. Çok çalıştım. Yoruldum. Çalışmak insanları güçlü yapıyor.

-Ne yediniz, ne içtiniz de bu yaşa kadar gelebildiniz?

-Nasibimi yedim. Sofraya ne geldiyse, Allah ne verdiyse yedim, içtim.

-Şu anda sağlığınızdan bir şikâyetiniz var mı?

-Dizlerim ağrır, gözlerim pek görmez.

Sorular uzadı gitti. Çekimlerin Kore televizyonunda yayımlanacağı söylendi.

Sultan Nine torunlarının torunlarını da görmüş ve birçok evi olan Ana-nine durumuna gelmişti. Zaten yapısı ve iyilikseverliği ile oldukça saygın bir kişilik sahibiydi.

Aradan yıllar geçti. Sultan nineyi özlüyorum. O kalın camlı gözlüklerinin arkasından gülümseyen yüzü tatlı hatıralarımda kaldı. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.

Bahadır Dedeoğlu 2014

Nevşehir’den fotoğraflar

Nevşehir’den insan manzaraları. Dedeoğlu arşivi.

Babamın son ödül töreni. Nevşehir Gazeteciler cemiyeti. Dedeoğlu arşivi.

1930’lu yıllar da bir çocuk. Durmuş Dedeoğlu. Dedeoğlu arşivi.

Nevşehir’den insan manzaraları. Dedeoğlu arşivi.

Nevşehir’den insan manzaraları. Öğretmenlerimiz. 1940’lı yıllar.

Eski ceza evi duvarında biten kapari bitkisi. Dedeoğlu Arşivi.

Eski ceza evi (Kilise) Duvarında biten incir ağacı. Dedeoğlu arşivi.

Kale mahallesi yıkım sırasında.. Dedeoğlu arşivi.

Yıkılmış ve terk edilmiş okulda bir öğrenci. Dedeoğlu arşivi.

Yıllar öncesinden kurutulmuş Üzerlik otu demeti. Kale Mahallesi yıkım zamanları. Dedeoğlu Arşivi.

Hacı Süleyman Özyılmaz. Dedeoğlu arşivi.

Çocuklarımıza çevre tanıtım gezileri. Eğitim Gönüllüleri ile birlikte. Dedeoğlu arşivi.