“TANRININ HİKMETİ”
AYASOFYA
Aynı yere üç ayrı hükümdar tarafından üç defa yapılan ‘Tanrının Hikmeti’ anlamına gelen Ayasofya yapıldığı zaman ve günümüzün istisnasız en önemli mabetlerden biri, belki de birincisidir.
Mabedin yapımına ilk başlayan Konstantinus(324-337) olmuş. Ahşap bu yapı ancak 360 tarihinde oğul Kostantinus döneminde tamamlanabilmiştir. 404’de çıkan bir yangında maalesef kullanılamaz olmuştur. Zeminini temizleyerek, II. Theodosius (408-450) tarafından 415’de yeniden yapıldı.
Bir isyan (Nika) sırasındaki tahrip oluncaJustinianus (527-565) tarafından 532 yılında yeniden inşasına başlanıp beş yılda tamamlanarak 537 yılında açılmıştır. Tamamlanmasından 20 yıl sonra meydana gelen depremde kubbesi yarılmış,1204’de ise Haçlılar tarafından yağmalandı. Yağmalanmakla bırakmayıp aynı zamanda ciddi şekilde tahrip edildi.
ANEKDOT‘EY SÜLEYMAN SENDEN İYİSİNİ YAPTIM’ İnşası sırasında çağına göre istisnaî teknik ve usuller kullanılmıştı. Justinyanus’un Ayasofya’nın açılışı esnasında söylediği rivayet edilen: “Ey Süleyman senden iyisini yaptım” ifadesi ile aslında Ayasofya’nın eski yerine ilk defa yapılmış olan mabet ile Kudüs’teki Hz. Süleyman mabedini kastettiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Tıpkı Kâbe’yi ikincilliğe düşürmek için Ebrehe’nin Yemen/San’a da inşa ettiği mabet gibi. (Fil Suresi)
29 Mayıs 1453’de İstanbul fethedildikten sonra İslam fetih anlayışı gereğince elde edilen kale ve şehirle ilgili önce burçlara bayrak çekilir, surların üstünde ezan okunur ve şehrin en büyük mabedi de camiye çevrilir. II. Mehmet, namı diğer Fatih Sultan Mehmet’te bunu yapmıştır.
Bu ritüel yerine getirildikten sonra Fatih’in İstanbul’u fethi esnasında olduğu gibi, günümüze değin de en deni tezvirat yapılmıştır/yapılmaktadır da. Fakat bilinen bir gerçek vardır ki, Müslüman her komutan fevri ve hissi davranamaz. Onların uyması ve yerine getirmesi gereken teamüller vardır. O teamülü çiğneyemezler. Çağ açıp, çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet bile olsa.
ÖRNEK: Şam’ın fethi esnasında Ubeyde bin Cerrah’ın girdiği kapıdan ise sulh, Halit bin Velid tarafından girilen kapıdan ise vuruşarak girilmiş. Bu durum Halife Ömer’e sorulmuş. Ömer (ra) şehrin en büyük kilisesi şimdiki ismiyle Ümeyye Caminin yarısı cami, yarısı da kilise olmasını söylemiş. Bu durumu Hristiyanlar gayet iyi bilmektedir.
Şamlı bir grup Hıristiyan Emevî halifelerinde Ömer Bin Abdülaziz’e gelerek camiye çevrilen Şam Ümeyye Caminin tekrar kilise yapılmasını istediklerindeÖ. Bin Abdülaziz; “…bunu yapmaya mezun değilim…” diyerek Hıristiyan halkın talebini geri çevirmiştir.
İMAR VE İNŞA Fatih Sultan Mehmet ‘Tanrının Hikmeti’ anlamına gelen orijinal isminin değiştirilmesinedahi teşebbüs etmemiştir. Ayasofya en zor, en bakımsız dönemini fetih öncesi dönemde yaşamıştır. Bizans yönetimi bütün kurum ve kuruluşlarında olduğu gibi Ayasofya’yı da imkânsızlıktan metruk bırakmıştır.
Salı günü şehre giren Fatih, önce Ayasofya’ya girmiş, büyüleyici mimarisini temaşa ederken, diğer taraftan mabedi hınca-hınç dolduran Hıristiyan halk hayran hayran, birazda korku ve endişeyle Fatih’e bakıyordu.
Fatih, gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Sonsuza kadar Müslümanların olacak İstanbul’u, özelde de Ayasofya’yı derhal tamire, imara başladı.
İfade ettiğim gibi İstanbul fethedildiğinde harabe halindeydi. Ayasofya ise deyim yerindeyse metruk vaziyetteydi. Önce Ayasofya’nın cumaya hazır hale gelmesi için yoğun bir çalışma başlatıldı. Üç gün içinde mihrabı, minberi ve sair müştemilatıyla birlikte namaz kılınacak hale getirildi.
İdari ve iktisadi yönden bir hayli kötü durumda olan Bizans, Ayasofya’yı tamir ettirecek iktisadi yapıdan da yoksundu. Fetihle birlikte tepeden tırnağa elden geçirilen Ayasofya deyim yerindeyse yeniden yapılmış gibi oldu.
Ayasofya artık yeni padişahlarının cülus merasiminin yapıldığı, Müslümanların namaz kıldığı merkez cami (selatin) haline geldi. Ayasofya’nın kıymetini herkesten iyi bilen Fatih Sultan Mehmet, caminin yıpratılmasına asla müsaade etmemiştir. Hristiyan sembol ve ikonlarının korunması için de özel ihtimam göstermiştir.
MİNARE ve SAİR İLAVELER Fatihle beraber gelen her padişah, camiye bir katkı sunabilmek için büyük çaba sarf etmiştir. Fatih’in ahşaptan, II. Beyazıt’ın tuğladan yaptırdığı minarelerin dışında en geniş kapsamlı tadilat ve tamirat II. Selim tarafından yapılmıştır. II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı batı köşelerindeki minareler ile beraber doğudaki tuğladan yapılan minare II. Selim tarafından yaptırılmıştır. Kuzeydoğu köşesindeki minare ise II. Beyazıt’ınyaptırdığı minaredir.
III. Murat zamanında mermer mahfiller, I. Mahmut döneminde kütüphane yapılırken, Abdülmecit zamanında İsviçreli Gassar Fossati eliyle esaslı bir onarımdan geçmiştir. (Yapılan bu onarımdan dolayı muhtelif mahfillerinin gravürü yapılarak günümüze kadar gelmiştir. Diyanet İşleri Bakanlığı 02 Temmuz 2020’de Cami olması için verilen Danıştay kararından sonra bu tarihi belgeyi güzel bir baskıyla neşretti.) Bundan sonra da ufak çaplı bir dizi tadilat ve tamirat yapıldı ise de Abdülmecit tarafından yaptırılan tadilatıyla günümüze kadar gelmiştir.
İLK CUMA Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’ya girdiğinde uzun uzun inceledi. Üç gün sonra Haziran’ın ilk Cuma günü hutbeyi kendinin, namazı da Akşemseddin’in kıldırmasıyla fethin sembolü Ayasofya, (artık kesintisiz (!)-1934-2020- tarihleri arası hariç) camiye çevrilmiş oldu. Bu Cuma namazıyla birlikte fethin en önemli geleneklerinden biri daha yerine getirilmiş oldu.
AYASOFYA HÜNKÂR MAHFİLİNİN HİKÂYESİ Namaz öncesi padişahların abdest alıp, dinlenecekleri kıble tarafının sol tarafına bitişik Hünkâr mahfili yapılmıştır. Burası Topkapı Sarayına giderken meşhur III. Ahmet çeşmesinin karşısına düşmekte. Burası 1931 yılıyla beraber tadilat maksadıyla kapatılan Ayasofya’nın ve arkeoloji müzesinin envanter fazlası malzemelerinin konduğu depo olarak kullanılmıştır.
Müslümanların nabzını tutmak için Hünkâr Mahfilini 1980 yılında Kültür Bakanı Tevfik Koraltan burayı düzenleyerek namaz kılınacak hale getirmiştir. Maalesef 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 14 Eylül’de tekrar kapatılmıştır.
Uzun mücadelelerden sonra toplumdan gelen baskıyı da dikkate alarak iktidar mensupları 1991 yılında burada tekrar namaz kılınmasına müsaade etti. İlk açıldığında dört minaresinden okunan ezan, bir kata-gülleye getirilerek tek minareye indirildi.
1989-1992 yıllarında Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler genel Müdürlüğü yapan Mehmet Akif Işık Hünkâr Mahfilinin nasıl cami olarak açılış serüvenini Sebîlürreşad’ın Temmuz 2020 tarihli nüshasında anlatmaktadır. Işık’ın 1991 yılının “Yunus Emre Sevgi Yılı” ilan edilmesinden hareketle Ayasofya’da oratoryo oynatılması konusundaki verdiği mücadelesi de dikkate değer…
DEĞERLENDİRME
AYASOFYA’NIN CAMİ OLMASI İSLAM SAVAŞ HUKUKUNUN GEREĞİDİRYukarda Şam’ın fethi esnasında yaşanan hadiseyi anlatmıştım. İslam savaş hukukuna göre savaşa başlamadan, savaş esnasında ve savaş sonrasında İslam ordu komutanı olsun, askerler olsun hepsinin uyması ve uygulaması gereken bazı kurallar vardır. Bu kurallar tarih boyunca hep uygulanagelmiştir.
Muhataba mutlaka şu teklifler sunulur. a)Müslüman olun bizlerin sahip olduğu tüm haklara siz de sahip olun. b)Müslüman olmazsanız üstünlüğümüzü kabul ederek “cizye”-gayr-ı Müslimlerden alınan vergi- verin bundan sonra sizin hak ve hukukunuzu biz koruyalım. c)Cizye vermeyi de kabul etmezseniz kılıçlarımız kırılıncaya, hepimiz şehit edilinceye kadar sizlerle savaşırız. Bu üç şartı üç gün düşünme hakları vardır. (Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti; Nedvî; Rebî b. Amir ile İran ordu komutanı Rüstem arasında geçen mükâlemede olduğu gibi…)
Diğer taraftan çocuklara, yaşlılara ve kadınlara; mabetlere ve mabetlere sığınanlara dokunulmayacağı, yapılmaması esas olmakla beraber müsle dışında muamele edilmeyeceği de hatırlatılır. Ayrıca kılıçla elde edilen beldenin en büyük mabedinin camiye dönüştürülmesi de tabi bir hak olarak komutana verilmiştir. Bunu Müslümanlar bildiği gibi, gayr-ı Müslimler de bilir.
Bu hakikatler ortadayken kalkıp ta Ayasofya dünya mirasıdır. O halde müze olarak kalmalıdır, kılıç hakkıdır, semboldür gibi İslami gelenekte olmayan isimlendirmelerle olay sulandırılmamalıdır.
ANEKDOT: Fikriyatına çok önem verdiğim rahmetli bir büyüğüm siyasetçilerden birinden bahsederken; “Eğer Allah’ın emirlerini, uygulamaya akşam imkân bulsa, sabahı beklemeden hemen gereğini yapar…” demişti.
“Hayırlı işte acele ediniz” sözü gereğince Danıştay’ın 02.07.2020 tarihli kararının ardından 10.07.2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle derhal Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığına bağladığına dair karar yayınlanmıştır. Hem de içerden ve dışardan gelen hiçbir eleştiriyi dikkate almadan. Örnek aldığı dedesi koskoca mabedi nasıl üç gün içinde cuma kılınacak hale getirmişse o da onu yaptı.
Ne söyleyeyim, temizlenmesi, halıların serilmesi, ikonların düzenlenmesini gibi sebepleri dikkate alarak ibadete açılmasının bir iki ay sürebileceğini düşünüyordum…
ANEKDOT: Yaklaşık 450-500 yıl en önemli şehrimiz olan, yüzlerce camisi bulunan Selanik’e 2014 yılında gittiğimde sadece bir caminin ayakta kaldığını onu da müze olarak kullandıklarını gördüm. Oysa İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’nın dışında bütün kiliseler açık kalmıştır ve hala da açıktır. Fethin sembolü Ayasofya’nın cami olarak kalmasından daha tabi bir şey yoktur.
ANEKDOT: 2017’de 7 gün kaldığım Kudüs’ten döndükten sonra demiştim ki;
I- Filistin meselesinin halledilmesi diplomasiyle asla mümkün değil!
II- Kudüs hakkındaki diğer bir tespitim ise; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi üç ilahi dinin burada çok ciddi geçmişi var. Hiç kimse bunu yok sayamaz. Zira Hz. Musa’nın Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in burada izi var. Müslümanların dışında diğer din mensupları da buraya gelmeli, gezmeli ve ibadetlerini yapabilmelidir. Nitekim bu da yapılıyor.
Ne var ki, burada en son Müslümanlar egemen olup, orada birçok unsurun meydana gelmesini sağladıkları için söz hakkı da Müslümanlarındır.
Mücadele,haksızlık karşısında susmamak bizim genlerimizde var. Zor bir coğrafyada olduğumuz muhakkak. “Yedi düvel üzerimize geliyor!” İçerde ve dışarda bu durumu anlamayanlar, “komşularımızla sıfır sorun” sözü nerede kaldı diyorlar! Bunu idrak için fazla değil birazcık kitap karıştırsalar çok rahat anlayacaklardır.
Bu konuda bir-kaç kitap; Leyla Coşan’ın “Tanrım Bizi Türklerden Koru”, “Kıyamet Alameti Türkler”, “Türkiye’yi Parçalamak İçin 100 Plan” kitapları ile ehl-i insaf Amerikalı yazar Prof. Dr. JustinMcCarthy’nin“TÜRKLER ve ERMENİLER Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik ve Çatışma” kitabını tavsiye ederim.
Talebelik yıllarında Abdurrahim Karakoç’un; “Hak, haklının en mukaddes malıdır. Vermezlerse alacaksın; tamam mı?” diye salonlarda, yürüyüşlerde attığımız bir slogan vardı. Ayasofya’nın açılışıyla bu slogan bir kez daha tahakkuk etmiş oldu. Ahmet BELADA
----------------0------------
KAYNAKLAR
(I) Belgeler ve resimlerle Ayasofya Sergisi 23-30 Temmuz 2017 İstanbul, TTK
(II) Ayasofya Camii; Hakses Neşriyatı; Dr. Phil. İlhan Akçay; Ankara 1968
(III) Ayasofya Camii; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Yayınları; İstanbul 2020