Rotasını Kapadokya'ya çeviren Tarihçi ve profesyonel rehber Saffet Emre Tonguç, dünyevi işleri bir yana bırakıp kendilerini dine adayan ilk Hristiyanların neden Kapadokya'yı seçtiğini  2017 yapımı NTV de anlatıyor. 
Doğrusu yanlışı tartışılır..!

Videoyu izlemek için TIKLAYINIZ!

Her yıl dünyanın dört bir tarafından milyonlarca turistin akın ettiği Yeraltı kentleri ve peri bacalarıyla ünlü Kapadokya Bölgemiz Tarih ve Doğası kadar inanç turizmi içinde Hristiyanlık alemi için büyük önem arz eder.

Kapadokya Hristiyanlar için önemi büyük... İşte Hıristiyan Medeniyetlerin Kapadokya'da Bıraktıkları İzler

Kapadokya ilkçağ medeniyetlerinden sonra Roma ve Bizans gibi Hıristiyan medeniyetlerin etkisi altında kalmıştır. Bu kısımda Roma ve Bizans Uygarlıklarının Kapadokya Bölgesi'nde bıraktığı izler incelenecektir. Bu bağlamda, önce bu medeniyetlerin kültürel yaşamı işlenecek, sonra bu dönemden kalma kilise, manastır gibi kent kalıntıları incelenecektir.

Persler' den sonra Kapadokya'da uzun bir süre yaşayan Romalılar, Hıristiyanlığı kabul etmeden önce çok tanrılı bir inanca sahiptirler. Hıristiyanlıktan önce, Romalılar'ın hemen her iş için bir tanrısı vardır ve bu tanrılar günlük yaşamda olduğu kadar devlet yönetimi üzerinde de son derece etkilidir. Kibele, Roma döneminin de önemli tanrıçasıdır. Roma inancında güneş kültü hakimdir. Roma dinine kendi tanrıları dışında birçok yabancı tanrı inanışı da girmiş, bunların bir kısmı Roma tanrılarıyla birleştirilmiş bir kısmına da bağımsız olarak tapınılmıştır.

Kapadokya M.S. 64 yılından sonra Roma İmparatorluğu'nun zulmünden Anadolu'ya kaçan Hıristiyanlar için eşsiz bir sığınma merkezi olmuş, bu durum İmparator I. Konstantin, selefi Diocletianus'un Hıristiyanlara karşı yürüttüğü yıldırma politikasını bir kenara bırakıp 312 yılında Hıristiyanlığı kabul etmesine kadar devam etmiştir. Bu dönemde bölgede çok tanrılı inanç sistemi ile Hıristiyanlık beraber yaşamış. Bununla birlikte putperest gelenek son bulmamış, uzun süre güneş kültürüne sadık kalınmıştır. Nissalı Gregoir'in yazdıklarına göre M.S. 370'lerde Hıristiyan dini törenlerinde bile çok tanrılı dönemden kalan Zeus'a yönelik ibadet şekillerinden kalıntılar vardır. Çok tanrılı dönemin dinî kavramları uzun bir süre üstünlüklerini korumuştur.

M.S. III. yüzyılda Kapadokya Bölgesi ile Ege kıyıları arasında (İzmir, Efes) ticaret gelişmiş, ekonomik işbirliği kurulmuştur. Kapadokya'ya Antik Çağ'da şehirleşme ve ticaret olgularını getiren etmen, kolayca işlenebilir toprakların azlığı ve böylece, tarımın ana zenginlik kaynağı olamayışıdır. İlk dönemlerde, ticaret daima toprağı bulunmayanların son umudu olmuştur. Bunun gerisindeyse, üretici, tüketici ve asıl geçiş yollarının muhafazacısı olarak bu sisteme katılan, ama ticaretle tamamen bütünleşmeyen kabile yapısı üstüne kurulu, az çok özerk kırsal topluluklar bulunmaktadır.

Kapadokya'nın coğrafi yapısı insanlarda mistik düşüncenin oluşmasında çok önemli bir etken olmuştur. İlk bakışta insana olumsuz bir görüntü vermesine karşılık herhangi bir tehlike karşısında sığınmak, mallan ve insanları kurtarmak gerektiğinde, yeryüzünü terk edip kolaylıkla yeraltlarına saklanabilmek imkanı sunduğu için, insanların bölgeye tutkuyla sarıldıklarını görüyoruz. Belki bu aşamada Anadolu'nun Hıristiyanlaşmasında Kapadokya'nın oynadığı rol çok önemlidir.

Özellikle Roma-Bizans döneminde tarımsal üretim ilişkilerinin şartları değişerek daha da ağırlaşmış, feodal üretim ilişkileri köylüyü toprağa bağımlı bir köle durumuna getirmiştir. Yönetim, toprağı terk eden köylüler için ağır cezalar uyguladıkça, toprağını bırakıp kaçanların sayısı artmıştır. Bu tablonun yarattığı maddi ve manevi bunalım ortamında Kapadokya Hıristiyan rahiplerin başka bir dünya özlemlerine cevap vermiş, buranın özel doğası dünyada kayıp bir ülke görünümüyle ilk Hıristiyanların aradığı ütopik dünyanın temsilcisi olmuştur.

Bölgeye yerleşen Hıristiyan topluluklar ilk aşamada çok tanrılı Roma inançlarının gazabına uğramamak için gizli vadilere sığınmaya başlamışlardır. Tarih boyunca düşmandan kaçan veya dünyaya küsen insanların barınakları olarak kullanılan tüf kayalar, saklanmak ve gözden uzak olmak için ideal yerlerdir. Bölgedeki volkanik arazinin geniş ölçüde tarıma elverişli olmaması nedeniyle halk tarafından yerleşme yeri olarak rağbet görmemesi ve dolayısıyla önemli yerleşme yerlerinden uzak olması, bölgenin saklanmaya müsait yaşama yeri olarak önem kazanmasına ve gayesi dünya kötülüklerinden uzak durmak ve vaktini ibadetle geçirmek olan Hıristiyanların yerleşmelerine sebep olmuştur. Avanos'ta yüksek Çavuşin Tepesi, Soğanlı Vadisi ve Belisırma Vadisi'ndeki bazı kilise ve manastırların çok eski oluşu bunu göstermektedir. Konstantin'in Hıristiyanlığı kabulünden sonra Kapadokya geniş ölçüde Hıristiyanlaşmıştır.

Bu dönemde din adamları ibadet, okuma, gibi dini pratiklerin yanı sıra el sanatları, hattâ tarımla ilgilenmişlerdir. Çünkü, rahipler kendi yiyeceklerini sağlamak durumunda olduğu gibi himayelerine sığınan zavallı ve fakir insanları da beslemek durumundadırlar. Kapadokya'da ilk tarım alanlarının din adamları tarafından geliştirildiği söylenir.

Manastır hayatının güçlenmesinde yaşanan sefaletin, savaşların ve mülkiyet ilişkilerinin büyük etkisi olmuştur. III. yüzyılda Kuzey Afrika'da yayılan manastır hayatının zamanla Kapadokya'da da geliştiği görülmektedir. Özel mülkiyeti tanımamak, çalışma zorunluluğu, yemekleri birlikte yemek, çile çekmek manastır hayatının ortak ilkeleridir.

Aziz Basil Kapadokya'daki manastır hayatının mimarıdır. Ancak buradaki manastır hayatı ile Kuzey Afrika'daki manastır hayatı arasındaki tek benzerlik her ikisinin de ortaklık esasına dayanmasıdır. Bunun dışında bir benzerlik bulmak zordur, çünkü, Kapadokya'da manastır hayatı tam bir tecrit edilmişliğe dayanmamış; fakirlere, hastalara yardım eden, günlük yaşama destek olan ancak mülkiyeti reddeden bir anlayış benimsenmiştir.

Siyasal, kültürel ve dini yaşam birbirinden bağımsız olamaz. Siyasal süreçler tarih boyunca bir çok kez dini ve kültürel yaşamın yönünü tayin etmiştir. Bu kural Roma Dönemi'nde olduğu gibi, Bizans Dönemi'nde de geçerlidir. VI. ve VII. yüzyıllardan itibaren Kapadokya'da ilk resimli kiliseler inşa edilmeye başlanmış olmakla birlikte, tasvir sanatlarının kullanılıp kullanılmaması, Bizans yönetiminde uzun zaman tartışma konusu olmuştur. Hıristiyan dünyada antikitenin tanrı tasavvurunun cisimleştirilmesi fikri ile, Doğu'nun soyut tanrı tasavvuru daima çatışan iki anlayıştır. Halk tapınacağı tanrı olgusunda sürekli somut bir biçim arayışına girmiş, yönetim bu arayışı yasaklama yoluna gitmiştir. İmparator III. Leo'nun 725 yılında tasvirlere tapınmayı yasaklamasıyla başlayan ve ikonoklast-ikonodul (ikon kırıcılık) dönemin izleri Kapadokya kiliselerinden izlenebilmektedir. 842 yılında İmparatoriçe Teodora ikon yasağına son verdiğinde Kapadokya'da dinsel hayat tekrar eski canlılığına kavuşmuştur.

Bu nedenle bilhassa ikonodul dönemde yapılan süslemeler konusunda sıhhatli bir fikir birliğine varılamamaktadır. Ama, yapıların iç mimarisi Kapadokyalılar'ın Bizans Dönemi'nde kullanılan tüm mimari planları bildiklerini (üstelik burada yapılar kayalara oyuluyordu) gösterir. Ayrıca, Mezopotamya, Suriye gibi komşu bölgelerde kullanılan kubbeler, direkler, kemerler vb. mimari unsurların örneklerine de rastlanmaktadır. Soğanlı Kilise'de olduğu gibi, kaya kütlesinin içi oyulduktan sonra, dışının da kubbeli kilise biçiminde işlendiği örnekler vardır.

Süslemelere gelince; ilk dönem resimlerde (VI.- VII. yüzyıllar), İsa'nın ya da azizlerin yaşamından alınan sahneler, ilkel resmin klasik motifleriyle (cennet ağaçlan, bağlar, haça asılmış balıklar) birleştirilmiştir. Bu resimlerin, inanç derinliği ve zayıflığına veya dinsel ve sanatsal bilginin derinliği ve zayıflığına paralel olarak geliştiğini göz önünde bulundurmak gereklidir. İlkel arkaik desenlere genelde dinî bilgilerin tam ve detaylı yoğrulup özümlenmediği en eski kiliselerde rastlanması bunun göstergesidir.

Oyma ve dekorasyon aktiviteleri Hıristiyan topluluklar tarafından aşağı yukarı 900 seneye yakın bir zaman diliminde varlığını sürdürmüştür. Oyma ve boyama aktivitileri, ne Arap istilaları (VII. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar) ne Hıristiyanlık için en zor dönem olan İkonodul dönemde (VI-II. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar) ne de IX. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar Türk aşiretlerinin akın ettiği ve Selçuklular'in hakimiyet kurdukları dönemlerde aksamıştır. Selçuklu hakimiyetine erken giren Kapadokya'da, Selçuklu -daha sonra Osmanlı- ekonomik uygulamalarının gereği kilise-devlet çatışması yaşanmamıştır. Bu dönemlerde kiliselere ve kiliselerdeki resimlere dokunulmamış, kilise inşa ve süsleme işlemi engellenmemiştir. Bu devirde de, pek çok manastır komplesi, kaya kilisesi ve yeni kaya mekanları yapılmıştır. Örneğin Ihlara Vadisi'nde bulunan Kırkdamaraltı Kilisesi'ndeki bir kitabede Selçuklu Sultanı II. Mesut ile Bizans İmparatoru II. Andronikos'un adı birlikte yer almaktadır. M.S. 1283-95'e tarihlenen bu kitabe hoşgörü ve saygıya dayanan bu devirdeki anlayış ve uygulamayı göstermesi bakımından ilginçtir.

İlk Hıristiyanlar için yoksulluk onur duyulan, zenginlik ise ayıp görülen bir şeydir. Ancak Hıristiyan nüfusun çoğalmasıyla görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlamıştır. VI. yüzyıldan sonra bu ilk düşünüş ve yaşama biçiminden uzaklaşılmış, kardeşlik düşüncesi zamanla terk edilmiştir. Ortaklık ve kardeşlik kavramlarına ısrarla bağlı kalan ve bu uğurda büyük fedakarlıkta bulunan keşişlerin sayısı azalmıştır. Manastır rahiplerinin bağış toplamalarıyla, manastırların geniş toprak ve mülklerle donatılması sonucu din adamlarının giderek özel güçleri ve imtiyazları olan kutsal bir kast durumuna gelmeleri buna mukabil Roma Devleti'nin dini, ekonomik ve politik kurumlarına uydurmaya yönelik çabaları da Hıristiyanlığın ilk yıllardaki gücünü ve anlamını yitirmesine yol açmıştır.

Kilisenin geniş bir ekonomik-politik güç haline gelmesi X. yüzyılda İmparator Nikephoros Focas zamanında bile hükümet ile kilisenin arasının açılmasına yol açmış ve hükümetler kanunlar çıkararak kiliselerin mülkiyetini kısıtlama yoluna gitmişlerdir. Hükümetin buyruğuna (novella) göre, manastırlara, konuk evlerine ve imarethanelere bağışta bulunacakların eskiden kurulmuş olanlara yardım edecekler, fakat bu yardımlar toprak yada çiftlik bağışlamak yahut (yeni) bina yapmak biçiminde olmayacaktır. Yeni manastırlar ya da konuk evleri, imaretler yapılması; manastırlara, imarethanelere ya da piskoposluklara toprak, çiftlik tahsis edilmesi yasaklanmıştır.

Bütün bunlara rağmen kilisenin önemli bir ekonomik güce ulaşması Bizans halkındaki feodal-yoksul köylü ikilemini daha da keskinleştirerek ileride patlayacak olan iç kavgalara yol açmış ve sonuçta manastır, bir başka deyişle örgütlü Ortodoksluk, Bizans dini ve toplumsal hayatı üzerinde belirleyici olmuştur. Bu bakımdan Bizans kültürü Helen ve Roma kültürünün bir sentezi olarak görülebilir.

Göreme Açık Hava Müzesi'nde Bulunan Kilise ve Manastırlar

Kapadokya'da Hıristiyanlık tarihine ışık tutan en önemli eserler, kayalara oyulmuş kiliselerdir. Bölgede iki yüz elliden fazla kilise bulunmakta, her vadide kilise ve manastırlara rastlanmaktadır. Bu kısımda Kapadokya kiliselerinin önemli sayılanları bazı özellikleriyle ele alınacaktır.

Kiliselerin en kalabalık olarak bulunduğu alan, III. ve XIII. yüzyıllar arasında manastır hayatının yoğun bir şekilde yaşandığı, dini merkez durumundaki Göreme'dir. Göreme Vadisi'nde en güzel örnekleri görülen kilise ve şapellerin mimarisinde ve dekorasyonunda Mezopotamya, Filistin, ilk Hıristiyanlık, Bizans ve Ermeni sanat üslubunun etkileri görülmektedir. Bugün Göreme Açık Hava Müzesi olarak ziyarete açık olan bölgedeki kiliseler, manastırlar ve şapeller şunlardır:

Tokalı Kilise:

Bölgenin en büyük kaya kilisesidir. Eski Kilise, Eski Kilise'nin altındaki Kilise, Yeni Kilise ve onun kuzeyindeki Yan Şapel olmak üzere dört mekandan oluşur. X. yüzyıl başına tarihlenen Eski Tokalı Kilise bugün Yeni Tokalı Kilise'nin giriş mekanı şeklindedir. Tek nefli ve beşik tonozludur.
Aziz tasvirleri, müjde, ziyaret, bakireliğin ispatı, Beytüllahim'e yolculuk, doğum, üç müneccimin tapınması, masum çocukların katliamı, Mısır'a kaçış, İsa'nın mabede takdimi, Zekeriya'nın öldürülmesi, İsa'nın Vaftizci Yahya ile buluşması, Kana düğünü, şarap mucizesi, ekmek ve balıkların çoğalması, kör adamın iyileşmesi, Lazarus'un dirilmesi, son akşam yemeği, ihanet, İsa Platus önünde, İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa'nın çarmıhtan indirilmesi, İsa'nın gömülmesi, kadınlar boş mezar başında, İsa'nın cehenneme inişi ve İsa'nın göğe yükselişi gibi sahneler resimlenmiştir.

Yeni Tokalı Kilise X. yüzyılın sonunda yapılmıştır. Enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozludur. İsa'nın hayatı kronolojik sahneler halinde mavi ve kırmızı renklerle kilise duvarlarına fresklenmiştir. Sahnelerin zeminini oluşturan lapis mavisi, bu kiliseyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliktir.

Yeni Kilise'deki sahneler yine İsa siklusunu içermekle birlikte, Eski Kilise'den farklı tasvirleri şunlardır: Yusuf un rüyası, İsa'nın mabette bilginler tarafından denenmesi, Matta'nın görevlendirilmesi, Petrus-Andrea-Yakup ve Yahya'nın görevlendirilmesi, dul kadının bağışı, sakat elin iyileştirilmesi, Meryem'in ölümü. Ek Şapel ve Alt Kilise, Yeni Kilise'den daha sonraki dönemlere aittir.

Rahibeler Manastırı (Kızlar Manastırı):

Açık Hava Müzesi'nin girişinin solunda yer alır. Yedi katlı bir kaya kütlesi olan kilisenin birinci katındaki yemekhanesi, mutfağı, birkaç odası ve ikinci katındaki yıkık şapeli gezilebilir durumdadır. Üçüncü katta yer alan ve bir tünelle ulaşılan kilisesi çapraz kubbeli, dört sütunlu, üç apsislidir. Ana apsisteki templona Göreme'deki diğer kiliselerde pek rastlanmaz. Katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmıştır. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi sürgü taşlan kullanılmıştır. Kilisede doğrudan kaya üzerine yapılan İsa resminin yanında kırmızı bezemeler görülür.

Yılanlı Kilise (Aziz Onup/ırius Kilisesi):

Girişi kuzeydendir. Ana mekan enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekan ise düz tavanlıdır. Apsisi sol uzun duvara oyulmuştur. XI. yüzyılda yapılan kilise tamamlanmadan bırakılmıştır. Tonozunun her iki yanında Kapadokya'da yaşamış azizelerin tasvirleri yer almaktadır. Kiliseye adını vermiş olan Aziz Onuphrius'un hikayesi şöyledir: Hafifmeşrep bir kadın olan Onuphrius günün birinde tövbekar olur ve Tann'ya kendisini erkeklere karşı koruması için yalvarır. Tanrı onu sakal ve bıyıkla çirkinleştirerek Aziz mertebesine yükseltir.

M.S. I. yüzyılda Mısır çöllerinde "hermit" adı verilen kendini dine adayıp inzivaya çekilmiş insanlar yaşamaktadır. Son hermit Aziz Paphnutius hermitlerin yaşam tarzlarını öğrenmek için IV. yüzyılda Mısır'a gider ve orada Onuphrius'la karşılaşır. Ölürken ona yardım eder. Çünkü Onuphrius, faziletin ve nefse hakimiyetin en iyi örneğidir. Kilise'de bulunan tasvirlerde Aziz Onuphrius, çıplak, uzun saçlı, iri göğüslü ve önünde palmiye ağaçları ile görülür.

Sol elinde İncil tutan İsa ve yanında kilisenin Bani'si, Aziz Onesimus, ejderle savaşan George ve Theodore, haçı tutan Helena ve oğlu Konstantin, Aziz Onuphrius ve onun yanında takdis pozisyonunda Aziz Thomas ile Aziz Basil sahneleri kilisede resimlenmiştir.

Elmalı Kilise:

Adını çevresindeki elma bahçelerinden alan kilisenin fresklerinden XI. yüzyıla ait olduğu anlaşılmaktadır. Dokuz kubbeli, dört sütunlu, kapalı Yunan haçı planlı, üç apsislidir. Asıl girişi güney yönünden olan kiliseye kuzeyden açılan bir tünel vasıtasıyla girilebilmektedir. İlk süslemeleri Aziz Basil ve Azize Barbara kiliselerinde olduğu gibi doğrudan duvara kırmızı boya ile yapılan haç ve geometrik motiflerdir. Kilise hem ikonodul dönemde hem de bu dönem sonrasında kullanılmıştır.

Kilisede, doğum, üç müneccimin tapınması, vaftiz, Lazarus'un dirilmesi, başkalaşım, Kudüs'e giriş, son akşam yemeği, ihanet, İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa'nın gömülmesi, İsa'nın cehenneme inişi, kadınlar boş mezar başında, İsa'nın göğe çıkışı, aziz tasvirleri, İbrahim peygamberin misafirperverliği ve üç Yahudi gencin yakılması gibi sahneler resimlenmiştir.

Aziz Basil Şapeli:

Göreme Açık Hava Müzesi'nin girişindedir. Sütunlara ayrılan nartekste mezar çukurları bulunan kilise XI. yüzyıla tarihlenmektedir. V. yüzyılda kazılmış, bir kısmı ikonodul dönemde kırmızı bezemelerle süslenmiş, bir kısmı da ikonodul dönem sonrasında fresklendirilmiştir.

Şapelde, ana apsiste İsa portresi, ön yüzünde Meryem ve çocuk İsa, kuzey duvarında at üzerinde Aziz Teodore, güney duvarında yine at üzerinde ejderle savaşan Aziz George, Aziz Demetrius ve iki azize tasviri bulunmaktadır.

Karanlık Kilise:

Karanlık Kilise olarak adlandırılmasının nedeni, narteks kısmındaki küçük bir pencereden çok az ışık almasıdır. Bu nedenle freskle/indeki renkler oldukça canlıdır ve bölgenin freskleri en sağlam kalmış kilisesidir. XI. Yüzyıl sonunda yapılmıştır.

Kuzeydeki kavisli bir merdivenden kilisenin dikdörtgen, beşik tonozlu narteksine çıkılır. Narteksin güneyinde bir mezar bulunmaktadır. Kilise, haç planlı, çapraz tonozlu, merkezi kubbeli, dört sütunlu, üç apsislidir.

Kilisede, Müjde, Beytüllahim'e yolculuk, doğum, üç müneccimin tapınması, vaftiz, Lazarus'un dirilmesi, başkalaşım, Kudüs'e giriş, son akşam yemeği, ihanet, İsa çarmıhta, İsa'nın cehenneme inişi, kadınlar boş mezar başında, havarilerin takdisi ve görevlendirilmesi, İsa'nın göğe çıkışı gibi sahneler resimlenmiştir. Elmalı Kilise ve Çarıklı Kilise'de olduğu gibi Tevrat kaynaklı sahneler de yer almaktadır.

Çarıklı Kilise:

İsa'nın göğe yükseliş sahnesinin altında bulunan çarık izine benzer bir ayak izinden dolayı kiliseye bu ad verilmiştir. XII. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Çapraz tonozlu, üç apsisli, dört kubbelidir. Bazı sahneleri iyi muhafaza edilmiştir. Elmalı Kilise ve Karanlık Kilise'ye benzer ancak, figürler burada daha büyük ve uzundur.

Kilisede, ana kubbenin ortasında İsa ve madalyonlarda melek büstleri yer almaktadır. Ana apsiste Deesis, kuzey apsiste Meryem ve çocuk İsa, güney apsiste ise Melek Michael tasviri yer alır. Ayrıca, doğum, üç müneccimin tapınması, vaftiz, Lazarus'un dirilmesi, başkalaşım, Kudüs'e giriş, ihanet, kadınlar boş mezar başında, İsa'nın göğe yükselişi ve aziz tasvirleri de bulunmaktadır.

Azize Barbara Şapeli:

İkonograflarından birinin adıyla anılan kilise VIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilir. Kiler, mutfak ve yemekhanesi bugüne kadar kalabilmiştir İkonodul döneme ait kiliselerdendir. Zengin geometrik desenler ve mitolojik motifler kırmızı boya ile doğrudan kaya üzerine işlenmiş, XI. yüzyıldan sonra fresklenmiştir. Renklerin solukluğu, karakterlerin belirgin olmayışı fresklerin amatör bir çalışmanın ürünü olduğu izlenimi vermektedir.

Kadir Durmuş Kilisesi:

Adını içinde bulunduğu bağın sahibinden alır. Göreme Beldesi'ne yakın bir yerde bulunan kilise, kesme taşlarla inşa edilmiştir. Kaya kabartma süslemelerin en güzel örnekleri bu kilisede görülebilir. VII. yüzyılda yapılmıştır. Diğer kiliselerden farkı, ortadaki papaz tahtı, iri dörtgen sütunlar, vaftiz yeri ve duvarlara oyulmuş mezarların oluşturduğu yapı kompozisyonudur. Uzun zamandır kullanılmadığı anlaşılmaktadır.

Yusuf Koç Kilisesi:

Bu kilise de adını, içinde bulunduğu bağın sahibinin adından almıştır. Kadir Durmuş Kilisesi gibi kesme taşlarla yapılmış bir kilisedir. Göreme yakınlarındadır ve XI. yüzyılda yapılmıştır.

Bu iki kilise dışında Göreme Beldesi'nde Ortamahalle, Bezirhane ve Karabulut kiliseleri bulunmaktadır. Kesme taşlarla yapılmışlardır ve XI. yüzyıla ait oldukları anlaşılmaktadır.

El-Nazar Kilisesi:

El-Nazar vadisinde bulunan kilise XII. yüzyıla tarihlendirilir. İsa'nın çocukluğundan mucizelere kadar geçen zaman ve azizlerin tasvirleri sahnelenir. "T" planlı kilisenin kemerleri madalyonlarla süslüdür.

Kilisede, müjde, ziyaret, doğum, üç müneccimin tapınması, Mısır'a kaçış, İsa'nın mabede takdimi, vaftiz, Lazarus'un dirilmesi, başkalaşım, Kudüs'e giriş, İsa çarmıhta, İsa'nın cehenneme inişi, İsa'nın göğe yükselişi ve madalyonlar içinde aziz tasvirleri bulunur.

Saklı Kilise:

1957 yılında bulunduğu için bu kiliseye Saklı Kilise denmiştir. El-Nazar Kilisesi'ne yakındır. Kırmızı rengin hakim olduğu freskleri doğrudan kaya üzerine yapılmıştır. Mimarisi Mezopotamya kilise mimarisine benzer. XI- XII. yüzyıllar arasında yapılmıştır.
Kilisede, Deesis, müjde, doğum, İsa'nın mabede takdimi, Vaftizci Yahya'nın görevlendirilmesi, başkalaşım, İsa çarmıhta, Meryem'in ölümü ve aziz tasvirleri vardır.

Kılıçlar Kilisesi:

Kılıçlar Vadisi'nde yer alan IX. yüzyıl sonu-X. yüzyıl başına ait bir yapıdır. İçi oldukça zengin bir şekilde fresklerle süslenmiş olup uzun bir İncil siklusu içermektedir.

Meryem Ana Kilisesi (Kuşluk Kilisesi):

Göreme Vadisi'nin en güzel yapılarından biri olan kilise, Kılıçlar Vadisi'nin .başladığı yamaçta, Tokalı Kilise'nin arkasındadır. Kilisede, Aziz figürleri ve İncil siklusunun dört sahnesi yer almaktadır: Beytüllahim'e yolculuk, doğum, İsa çarmıhta, Meryem'in ölümü ve aziz tasvirleri.

Azize Catherine Şapeli:

Karanlık Kilise ile Çarıklı Kilise arasındadır. XI. yüzyıla tarihlenmektedir. Hem narteksi, hem de naosu serbest haç planlı, merkez kubbeli, beşik tonozludur. Apsisi templonludur. Narteks zemininde dokuz mezar, duvarlarında ise iki nişli mezar bulunmaktadır. Sadece naos kısmı dekorasyonlar içermektedir.

Şapelde, Templonlu apsiste Deesis, altında madalyonlar içinde kilise babalan (Gregory, Basil, John Chrysostom), Aziz George, Aziz Theodore, Aziz Catherine ve diğer aziz tasvirleri vardır.

Aziz Eustathius Şapeli:

Tokalı Kilise ile Meryem Ana Kilisesi'nin arasındadır. X. yüzyıl başında yapılmıştır. Ağırlıklı olarak kırmızı ve yeşil renklerin kullanıldığı freskler, Hıristiyanlığın erken dönemlerine işaret etmektedir. Dinî sahneler İsa'nın çocukluğundan alınan tasvirlerle sınırlıdır.

Yamalı Kilise:

Latin, Grek ve Malta haçlarının işlendiği kilisede süsleme ve sembollerin anlaşılmasında güçlük çekilir. Süsleme üslubu, Doğu kültürlü Roma mozaik ve duvar süslerini çağrıştırmaktadır. Bizans öncesi -Suriye türü- yapı üslubuna sahiptir. IV. ve VI. yüzyıllar arasında yapıldığı sanılan kilise bölgenin en ilginç ve çözümlenmesi en güç kiliselerindendir.

Eğri Taşı Kilisesi:

Duvarlarındaki yazılardan Meryem'e adandığı anlaşılan kilise VIII. ve XII. yüzyıl arasına aittir. Duvarları bir çift melek portresi, Meryem ve haç tasvirleriyle süslenmiştir. Kilisede, Doğumdan önce, doğum, vaftiz, üç müneccimin görevlendirilmesi, Yusuf un rüyası, Kudüs'e giriş, ayak yıkama, kadınlar boş mezar başında, üç Yahudi gencin yakılması sahneleri resimlenmiştir.

Göreme Vadisi'nde bulunan ve bazıları henüz resmi bir isme kavuşmamış olan diğer kilise ve şapeller arasında önemlileri Eski Bacak Kilisesi, Teodocus Şapeli, Jerphanion Kilisesi, Madalyon Kilisesi, Çift Yüzlü Şapel, Ağaçaltı Kiliseleri, Manastır Sütunlu Kilise ve Ala Manastır Kilisesi'dir.

Ürgüp Kiliseleri

Pancarlık Kilisesi:

Ürgüp-Ortahisar yolunun üzerinde Pancarlık Vadisi'ndedir. Duvar resimleri yeşil zeminli olan kilise oldukça iyi korunmuştur. Zengin İncil siklusunu içeren kilisede sahneler frizler halinde birbirini takip etmekte, frizin her iki yanında madalyonlar içinde aziz tasvirleri bulunmaktadır. Kilise, XI. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Geçen yüzyılda freskler yeniden boyanmış olmakla beraber iyi korunmuştur. 1924 nüfus mübadelesinden önce Ortodoks Rumlar'in ziyaret ettikleri bir kilisedir.

Ürgüp çevresinde bulunan diğer kiliseler:

Mustafapaşa'da Aios Vasilios Kilisesi, Konstantin-Eleni Kilisesi, Kara Kilise, Yeşilöz Kilisesi (Aziz Theodore); Cemilköy'de Archangel Manastırı, Hagios Stephonos Manastırı, Saint Euphemia Kilisesi; Soğanlı'da otuz civarında kesme taştan yapılmış kilise bulunmaktadır. Soğanlı Vadisi XIII. yüzyıldan beri Hıristiyan yerleşimidir. Önemli kiliseler Takkeli Kilise, Ak Kilise, Geyik Kilise, Karabaş Kilise, Canavar Kilise, St. Barbara Kilisesi'dir. Ayrıca,-Alakara Kilise ve Manastır Vadisi kiliseleri de Ürgüp'te bulunan Hıristiyan medeniyetinin izlerini bugüne taşımaktadırlar.

Ortahisar Kiliseleri

Üzümlü Kilise (Aziz Nichitas Kilisesi): Ortahisar'ın batısında Kızılçukur Vadisi'nin girişindedir. Üzümlü Kilise'nin bulunduğu peribacası, keşişlerin yaşadığı manastır kompleksi gibi oyulmuştur. Kilise, peribacasının alt kısmında yer alır. Üst kısımda ise tavanında kabartma haç olan kabartma bir tavan yer almaktadır. Kilisenin ithaf yazısında Stylite Nichitas'a ait bir yazıt bulunduğundan, bu kilise Aziz Nichitas Kilisesi olarak da anılmaktadır. Kesin olmamakla birlikte VII. veya IX. yüzyıla ait olabileceği düşünülmektedir.

Ortahisar'da bulunan diğer kilise ve manastırlar:

Harım Kilise, Sarıca Kilise, Cambazlı Kilise, Tavşanlı Kilise, Ala Kilise, Kepez Kiliseleri, Balkan Deresi Kiliseleri, Hallaç Dere Manastırı.

Bunlardan Harım Kilise, bazilika tipli kiliselerdendir. Kepez Kiliseleri kayalara oyulmuş şapellerden oluşur. Balkan Deresi Kiliseleri dört kiliseden ve küçük bir şapelden ibarettir. Hallaç Dere Manastırı XIII. yüzyıla ait bazilika tipindedir. Dışarıya tünellerle bağlantı sağlanan manastır zengin freskler ve rölyeflerle süslenmiştir. Ancak bugün süslemelerin çok azı sağlamdır.

Belisırma ve Ihlara Kiliseleri

Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren önemli manastır yerleşimleridir. Ulaşımı zor olan ve gizlenmiş durumdaki bu vadiler çok fazla saldırıya maruz kalmamışlardır. Belisırma Köyü, Ihlara ve Melendiz Çayı üçgeninde 105'i kilise olan 4000 oyulmuş kaya kütlesi bulunmaktadır. Bu bölgedeki manastırlarda, mimari ve ikonografi üzerinde diğer bölgelerde görülmeyen bir dış etki söz konusudur. Önemli kiliseler şunlardır:

Ala Kilise, Direkli Kilise, Kırkdamaraltı Kilisesi, Karagedik Kilisesi, Eskibaca Kilisesi, Sümbüllü Kilise, Bahattin Kilisesi, Ağaçlı Kilise, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Kokar Kilise, Purenliseki Kilisesi, Eğritaş Kilisesi, Kemer Kilise, Saint George Kilisesi.

Bunlardan Direkli Kilise bazilika usulü inşa edilmiş büyük bir kilisedir. XI. yüzyıla aittir. Saint George Kilisesi'ndeki fresklere Selçuklu Sultanı Mesut ile Bizans Kralı Andranicus'un adları yan yana işlenmiştir.

Uçhisar Kalesi:

Nevşehir-Ürgüp karayolu üzerindedir. Kalede Bizans Dönemi'ne ait mezarlar bulunur.

Diğer Bölgelerde Bulunan Kilise ve Manastırlar

Belha Manastırı (Özkonak):

Özkonak'ta bulunan, Belha efsanesi ile ünlü bu manastır kayalara oyularak inşa edilmiştir. Erken Bizans Dönemi'ne aittir.

Vaftizci Yahya Kilisesi (Çavuşin):

Bölgede, mimari açıdan kilise olduğu belli olan tek yapı, en eski kilise olduğu sanılan ve ön cephesi tamamen çökmüş durumda olan Vaftizci Yahya Kilisesi'dir. Kaya içine oyulmuş girişin arkasında Vaftizci Yahya'ya adanmış üç nefli bir bazalika bulunmaktadır. Bazilikanın freskleri çok kötü durumdadır, sadece bir kısmı seçilebilmektedir. Bizans döneminde Aziz Hieron'a ait kutsal emanetler bu kilisede saklanmıştır.

Büyük Güvercinlik Kilisesi (Çavuşin Kilisesi):

Nicephorus Phocas adına yapılmış Çavuşin Kilisesi mimari açıdan önemsizdir. İlk Hıristiyanlığın en iyi ikon boyama çalışmaları bu kilisededir. Dinsel sahneler ustaca işlenmiştir. Öne çıkan renkler kırmızımsı kahve ve yeşildir. Kilise'de Ermeni komutan Melias'ın da portresinin bulunması XIX. yüzyıl tarihçilerinin kafasını karıştırmıştır. Aslında kilisenin bir duvarında bu portrenin işlenmiş olmasının nedeni, Melias'ın savaşta Bizans orduları ile ittifak yapmış olmasıdır. O dönemde bölgede Ermeni topluluk bulunmamaktadır.

Sahneleri: Deesis, ziyaret, Beytüllahim'e yolculuk, İsa'nın doğumu, Yusuf un rüyası, Mısır'a gidiş, Zekeriya'nın ölümü, Elizabeth'in takibi, kör adamın iyileşmesi, Lazarus'un dirilmesi, Kudüs'e giriş, son akşam yemeği, ihanet, İsa'nın çarmıha gerilişi, kadınlar boş mezar başında, İsa'nın cehenneme inişi, İsa'nın göğe yükselişi ve diğer aziz tasvirleri.

Güllüdere Kilisesi (Çavuşin):

Güllüdere Vadisi'ndedir. VI.-VII. yüzyılda tamamlanmış olan kiliseye XI. yüzyılda apsis eklenmiştir. İncil yazarlarını sembolize eden sahneler İsa'nın sağında ve solunda simetrik olarak resmedilmiştir.

Zelve Kiliseleri:

Zelve Vadisi, IX. ve XIII. yüzyıllar arasında önemli bir Hıristiyan yerleşimidir. Keşişlere ilk dini eğitim burada verilmiştir. Kiliseler fresklerle süslenmemiştir. Dekorasyonda sadece Grek, Latin ve Malta haçları ve dini semboller bulunmaktadır. Balık, İsa'yı temsil eden en eski ve en önemli semboldür.
Aziz Jean Kilisesi ve Açıksaray Harabeleri (Gülşehir):
Tüf kayalar içine oyulmuş mekanlarıyla yaklaşık 1 kilometrekarelik bir alana yayılmış büyük bir komplekstir. Manastır merkezi, yerleşim birimi, karakol vb. olduğu konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Bu alanda boyalı bir manastıra rastlanmamaktadır. Aziz Jean Kilisesi, 1212 yılında yapılmıştır. Kilise'nin duvarlarında Kapadokya Bölgesi'nde çok az rastlanan İncil'den Son Yargı sahnesi resmedilmektedir.


Kapadokya :

Günümüzde Kapadokya: “kapadokya” adı, gelişen turizm etkinliklerine koşut olarak çok dar bir bölgeye indirgeniyor günümüzde. İl temelinde ele alındığında Nevşehir ile sınırlandırılıyor. Yöre olarak kapsam daha da daraltılıyor: Nevşehir’in iki ilçesi Ürgüp ve Avanos, bir de aynı yörede göreme, Uçhisar, ortahisar gibi kasabalar. Gözalabildiğine uzanıp giden vadiler, peribacaları insanda sanki Ay’ın yüzeyindeymiş duygusunu uyandıran ve uzayın derinliklerine fırlatılmayı bekleyen füzeler örneği doğal piramitler, inanılmaz güzellikte bir görsel şölen sunuyorlar, onları hayranlıkla seyreden bakışlara. Bu olağanüstü şekiller bir de tarih, sanat ve inançla da kucaklaşıyorlar üstelik.

Tarihin ve inançların Kapadokyası: bir de tarihin kapadokyası varve çok eski zamanlara değin uzanan bu kapadokya günümüzdekinden çok daha bir geniş alana yayılıyor. Antik dönemin bölgeleriyle tanımlamak gerekirse Kommagene, Armenia, Pontos, Kilikya, Frigya, ardından Galatya, onun ardından da Likaonya ile komşu olmuş. Günümüz yönetim bölgeleriyle tanımlamaya çalışırsak Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Niğde, Aksaray, Yozgat, Malatya illeri tümüyle Kapadokya sınırları içinde bulunmaktaydı. Ankara, Sivas ve Adana’nın kimi bölümleride bu sınırlar içinde yer alıyordu.

Kapadokya sözcüğü ne anlama geliyor acaba?

Sözcük, ünlü Pers kralı Darius’un büstündeki yazıtında “katpatuka” biçiminde görülüyormuş. Bununda Zend dilinde “hvaçpa dakhin” sözcüklerinden kaynaklandığı ileri sürülüyor. “güzel atlar ülkesi” demekmiş. Ama Kapadokya adı gerçektende “hvaçpa dakhin” sözcüklerinden mi kaynaklanıyor, o da kesin değil. Ayrıca Hitit ve Luvi kökenli isimlerde ileri sürülüyor.

Neyse, biz bu tartışmaları etimolojik kavramlar yumağına dolayıp iyice içinden çıkılmaz duruma getirmeden ana konumuza dönelim.

Kapadokya ikibininci yüzyıldan başlayarak Hitit, Pers, Selevkos, Roma egemenliklerini tanıdı. Persler döneminde yöre Satraplık yani İran imparatorluğuna bağlı bir “eyalet” sistemiyle yönetildi. Satraplık merkezi Mazaka (Kayseri)idi. İ.S.17.yüzyılda Roma imparatoru Tiberius bir Roma eyaleti yaptı Kapadokyayı. Hıristiyanlığın ise oldukça erken bir dönemde girdiğini görüyoruz Kapadokya’ya. Bu tarihin İ.S.1. yüzyıl olduğu sanılıyor. Bu ilk Hıristiyanlar da aynı dönemlerde başka yerlerdeki kardeşlerinin uğradıkları koğuşturmalara, baskılara, dahası işkencelere uğradılar. Onlarda çareyi sayıları pek çok olan mağaralara sığınmakta ve yeni inançlarının gerektirdiği ibadetlerini orada yapmaya başladılar. Sayıları arttıkça kayaları oyarak Kiliseleri ve Manastırlarıyla dinsel merkezler oluşturmaya başladılar.yalnızca Nevşehir ili sınırları içinde büyüklü küçüklü olmak üzere bu Kiliselerden sayısız denecek kadar çok vardır. Özellikle Göreme vadisi, Kiliseleri, manastırları ve yemekhanesiyle bu dinsel merkezlerin çarpıcı bir örneğini meydana getirir.

Daha 3. yüzyılda Hıristiyanlığın önemli bir merkezi olmaya başlayan Kapadokya bu inanca Kilise babaları da armağan etmiştir. Hıristiyanlık dünyasının bu kutsal ve saygın kişilerini tanımaya çalışalım kısaca.

Büyük Basileios :

329 yılında Kaisareia (Kayseri) da doğan ve 379 da yine aynı şehirde ölen Basileios Kayseri’den sonra İstanbul ve Atina’da öğrenim görmüştü. Kendisi Ariusculuğa karşı tutumuyla tanınır. 370 yılında Kayseri Piskoposu oldu. Bir çok kitaplar yazan bir din bilginiydi de aynı zamanda. Kilise örgütünü ve kurallarını düzenleyen çalışmalar yaptı. Ölümünden kısa bir süre sonra azizler sınıfına alındı. Ortodoks Kilisesine göre yortu günü 1 Ocaktır. Katolik Kilisesi bu günü 2 ocak olarak kabul ediyor.

Göreme vadisinde bu azizin anısına adanmış küçük bir Kilise vardır. Yöredeki başka Kiliselerde bu ermişin tasvirleri bulunmaktadır. Kapadokyalı Hıristiyanlar bu aziz hemşehrilerinin anısını kutsal bir miras olarak yüzyıllar boyu saklamışlar demek ki.

Ariusçuluk : İ.S. 318 yılında İskenderiye Kilisesi Arius’un İsa’nın Baba ile aynı özden olmadığını dolayısıyla İsa Mesih’in Tanrı olmadığını iddia ettiği sapkın bir akımdır. Y.N.

Nyssa’lı Gregorios :

Bu Tanrı adamıda Basileios gibi Kayseri’de doğmuş (İ.S.335) Büyük Basileios’un kardeşi zaten. Ağabeyi tarafından yetiştirilmiş, yetenekli bir hukukçu ve Kilise yöneticisi olmuş. Onun din alanında yetişmesinde ağabeyi Basileios’un yanısıra Nazianze’li Gregorios’un etkili olduğunu da görüyoruz. 371 yılında Nyssa (Nevşehir) piskoposu olan Gregorios da sapkın sayılan akımlara karşı savaşım vermişti. 394 yılında ölen Nyssa’lı Gregorios’un yortu günü 9 Mart olarak kabul edilmiştir.

Nazianzos’lu Gregorios :

4.yüzyılda yaşayan ve hepsi de birbirlerinin yakını Kapadokyalı üç Kilise babası ve azizden üçüncüsü yine bir Gregorios. Bugünkü Aksaray ilimiz yakınlarındaki nazianzoz kentinde 330 yılında doğmuş, doğduğu yerin yakınlarındaki Arianzos’ta 389 yılında ölmüş. O da yakın dostları Büyük Basileios ve kardeşi Nyssa’lı Gregorios gibi ariusçuluk akımıyla savaşmıştı. Doğu Kilisesinde yortu günü 25 ve 30 Ocak olarak kabul edilmiştir. Batı Kilisesinde ise yortusu 30 Ocak olrak kutlanıyor.

Aziz Georgios’un öyküsü :

Kapadokya’da “yılanlı Kilise” adıyla bilinen bir çok Kilise vardır Göreme, ıhlara, soğanlı vadilerinde olduğu gibi. Bu Kiliselere böyle denilmesinin nedeni duvarlarındaki yılan tasvirinden dolayıdır. Bu devasa yılan kimi zaman elleri kargılı, at üzerindeki iki savaşçı arasında görülür. Kimi zamanda yine atlı tek bir yiğit kargısıyla bu koca ejderhanın hakkından gelmeye çalışmaktadır. Adları “yılanlı” olmasa da daha pek çok Kilisede vardır bu tasvirler.

Bu atlı ve kargılı savaşçılardan biri Aziz Theodoros, öteki ise Aziz Georgios. Bizim le alacağımız kişi bu ikincisi. O da bir kapadokyalı ve sonradan bir efsane kahramanına da dönüşen bu Tanrı adamının yaşamıda bir hayli ilginç. Biz önce efsaneleşen yanını anlatmaya çalışalım bu sonradan azizler katına yükseltilen kişinin.

“bir gün Aziz Georgios Libya’da silene adında bir şehirden geçmekteymiş. O şehre yakın bir gölde korkunç bir ejderha yaşamaktaymış. Ordular bile başedemiyorlarmış bu ejderha ile. Kaç tanesi bozulup perişan olmuş karşısında. Canavar kimi zaman şehrin duvarlarına yaklaşırmış ve soluğunun eriştiği yerde kim varsa zehirlermiş üfürmesiyle birlikte.

Bakmışlarki ejderha bu gidişle şehrin altını üstüne getirecek, onun öfkesini yatıştaracak bir yol düşünmüşler ve çareyi her gün iki koyun vermekte bulmuşlar. Böylece bir süre rahat etmişler ama gitgide koyunların sayısı azalmış da azalmış. Bu kez sıra insanlara gelmiş ve aralarında kura çekmeye başlamışlar o gün ejderhaya yem olma sırası kime gelecek diye. Canavar ülkenin gençlerini her gün yiye yiye neredeyse tüketmiş hepsini de, sıra Kralın biricik kızına gelmiş. Genç Prensesi bir kayaya bağlayıp çekilmişler oradan.

Korkunç ejderha başını gölün yüzeyine çıkarıpta kızı görünce yavaş yavaş ona doğru ilerlemeye başlamış. İşte tam da Georgios’un oradan geçtiği anmış bu. Hemen atını ejderhanın üzerine doğru sürmüş ve kargısını savurduğu gibi onu yere serivermiş. Saonra da güzel Prensese: “korkma yavrum kuşağını şu canavarın boynuna dola” demiş.

Kız ermişin dediği gibi yapmış. Ejderhada kendisini toparlayıp yattığı yerden doğrulunca, sahibini izleyen küçük bir köpek gibi Prensesin ardısıra yürümeye başlamış.”

Hıristiyanlık döneminde Aziz Georgios’a bağlanan bu öykü iki kez de Yunan Mitologyasında tekrarlanır. Birinci öykünün kahramanı Herakles’in de atası olan yiğit Perseus’tur, kız da Habeşistan prensesi Andromeda. İkinci öykünün kahramanı ise mitologyanın en güçlü yiğidi Herakles’tir. Genç prenses de, Troya Kralı Laomedon’un kızı, hesione.

Georgios ejderhaya karşı savaşımında kargısının yanısıra haç işaretinden de yararlanıyor ve onu asıl güçlü kılan da kutsal haç zaten. Kapadokyalılar Kiliselerinin pek çoğunda bu öyküyü resmederek hemşehrilerinin anısını ölümsüzleştirmek istemişler besbelli.

Burada simgelenmek istenen Hıristiyanlığın putataparlık karşısındaki zaferi. O korkunç yılan ya da ejderha putataparlık inancını temsil ediyor ve Hıristiyan bir Tanrı adamının önünde yenik düşüyor. Bu tablo batı Kiliselerinde de sevilen bir simge. Venedik’te üç kilise ona adanmış. Masalsı yaşamöyküsü ve ejderhaya karşı yiğitçe savaşımı onu daha sonraki yüzyıllarda “şövalyelerin piri” onuruna yükseltmiş. Bir yoruma göre bu Tanrı adamı bir şövalye romanının kahramanı olup çıkmış nerdeyse. Saygınlığı da pek büyük.

Gerçi batıda Kilise, doğuda ise daha çok Kapadokyalı hemşehrileri sahip çıkmışlar Georgios’a. Özellikle de Kapadokyalılar Kiliselerinin içlerini süslerken onur payını unutmamışlar onun.